Aralık
sayımız çıktı

Barcelona’nın gelmiş geçmiş en büyük ismi: Laszlo Kubala

2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa ve dünya futbolunun en yetenekli kramponları İspanya’da buluşmuştu. Aralarından biri, ismi en az bilineni, futbol tarihinde kırılmamış rekorlara imza atacak; iki ayağıyla meşin yuvarlağa hükmedebilen, falsolu şutları dillere destan, frikikleri muazzam bir sporcu olarak tarihe yazılacaktı.

Barcelona tarihinin en iyi futbolcusu kim? Bazı­ları Cruyff diyecek, bir­çokları Messi. Oysa kulübün belki de bambaşka bir mücade­leye imza at­tığı yıl­larda sah­ne alan bir Ma­car yıldız varken, onlar bile sonra­ki sıralarda kalabilir. İşte huzurlarınızda bir futbol gezgini ve başına buyruk bir rejim muhalifi: Laszlo Kubala!

Her Dünya Kupası sene­sinde, organi­zasyonda hiç sahne almamış en yetenekliler arasında hep o sa­yılıyor. Tari­hin en ünlü mültecilerinden biri olarak da yine onun ismi karşı­mıza çıkıyor.

Kubala oynadığı üç millî takımın formasıyla:. Macaristan, Çekoslovakya, İspanya

Budapeşte’de Slovak asıllı işçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gözlerini açtığında yıl 1927’ydi. Daha ufacıkken, top ayağına geldiğinde parıldıyor­du. Sürekli kendisinden birkaç yaş büyüklerle oynatılan Ku­bala’nın yeteneğini farketme­mek imkansızdı. Macaristan’ın büyüklerinden Ferencvaros’a 18’inde imza atan delikanlı, er­tesi yıl askerden kaçıp Çekos­lovak sınırını aşıyordu. Slovan Bratislava’da kendisini ispat­layınca, ilk Çekoslovakya for­masını terletmişti. Tesadüfe bakın ki onu millî takıma alan da kayınbiraderi Ferdinand Daučík’ti.

Macar ordusundan kaçmak için Çekoslovakya’ya geçen ço­cuk, 1948’de bu defa Çekoslo­vak ordusundan sıyrılmak için tekrar Macaristan’da almıştı soluğu. Vasas’ta gösterdiği per­formans, genç forveti bu sefer doğduğu ülkenin millî takımı­na taşımıştı. Devir eskiydi, ku­rallar bugünkü gibi değildi…

Barcelona yıllarında sahaya
çıkarken Kubala…

Ocak 1949’da Macaris­tan’da iklim değişiyor, komü­nist Mátyás Rákosi iktidara ge­liyordu. Bir kamyonun içinde kaçan Kubala, Avusturya ak­tarmalı İtalya’ya gitmişti. Ekim ayında mülteci statüsünü tanı­yan Pro Patria için oynamaya başlıyor, marifetlerini sergile­meye devam ediyordu.

Bir jübile maçında sahne alması için Lizbon’a davet edil­mişse de, oğlunun hastalığını öne sürüp uçağa binmemişti. Dönüş yolculuğunda Superga Dağı’na çakılıp tarih olan To­rino kafilesinde böylece yer al­mayan Kubala, şüphesiz ölüme çalım atmıştı.

Solda Real Madrid efsanesi Di Stefano ve sağda Real Madridli Puskas ile birlikte…

4 Mayıs 1949’daki o kor­kunç kazayla sadece İtalyan futbol tarihi değişmemişti. Az­rail’den kurtulan genç yıldızın peşine bu defa da Macaristan Futbol Federasyonu düşecek­ti. Ülkeden izinsiz kaçan ve as­kerliğini yapmayan futbolcu FIFA’ya şikayet edilmişti. 1 yıl futboldan men edilen Kuba­la’nın imdadına yine kayınbi­raderi yetişiyordu. Komünist rejimlerden kaçan yetenekli Doğu Avrupalı yetenekli fut­bolculardan kurulmuş Hunga­ria ile İspanya turnesinde resi­tal verince, devlerin ilgi odağı olmayı başarmıştı. Barcelona ve Real Madrid’in peşine düş­tüğü oyuncu, Franco rejimine yakın eskinin büyük Katalan golcüsü Josep Samitier’in gay­retleriyle 1950’de Barcelona’ya geldi.

Ancak komünistlerden kur­tarılan yetenekli futbolcu, bu defa da bir propaganda ara­cıydı. Franco rejimi oyuncu­ya hemen vatandaşlık vermiş, sonradan da bu sürecin anlatıl­dığı filmde diktatör ziyadesiy­le övülmüştü. Hemen İspanyol olsa da, Kubala resmî bir ma­ça çıkmak için aylarca bekle­yecekti. Cezasının tamamlan­masına beklerken sahne aldığı

hazırlık maçlarında rakipleri­ne gol olup yağan Kubala’nın çilesi 2 Nisan 1951’de bitiyor, Barcelona formasıyla resmen tanışıyordu. Ertesi sezon Spor­ting Gijon ağlarını bir maçta 7 defa sarsan forvetin rekoru bir ömürdür kırılamıyor.

Barcelona’da Macaristan’daki siyasi gelişmeleri müteakip buluşan üç Macar: Soldan sağa Kocsis, Kubala, Czibor.

Herkes kısa sürede sembol­leşen Macar asıllı yıldızı izle­mek istiyordu. Bordo-mavilile­rin o günlerdeki stadyumu Les Corts, kahramanlarını görmek için gelenlerle dolup taşıyordu. Bir anlamda Kubala, kulübün mabedi Camp Nou’nun temeli­ni atıyordu…

1952’de katıldığı irili-u­faklı organizasyonlarda 5 ku­pa kaldıran Barcelona, ilahını bulmuştu: 2 lig, 3 Kral Kupası şampiyonluğu… Ancak yine o dönemin efsane futbolcusu ve gol kralı Di Stefano başkentlilerin 21 yıllık şampiyonluk hasre­tini dindirecek; Real Madrid, Ferenc Puskás’ın da gelişiyle öne geçecekti. Madrid’in fendi Barcelona’yı yenmiş, Di Stefa­no 11 sezonda 8 lig, 5 de Şam­piyon Kulüpler şampiyonluğu yaşamıştı.

1961’de emekliye ayrılan Kubala, kısa bir süre sonra Barcelona’nın teknik direktörü koltuğuna oturmuştu. 1963’te yeşil sahalara dönen yıldız, Es­panyol’e oyuncu-antrenör ola­rak imza atacaktı. Ertesi yıl Di Stefano da takıma katılıyor, rü­yalar gerçek oluyordu; tabii ge­cikmiş bir şekilde. Daha önce İspanya Millî Takımı’nda be­raber oynayan ikili, büyük bir turnuvada asla sahne alama­mıştı. İkisi de 1962 Dünya Ku­pası’nı sakatlıkları yüzünden kaçırmıştı. Ancak bir sorun vardı; Macar yıldız artık 36’sın­da, Arjantinli ise 38’indeydi.

Kubala, 1960’da çocukları çalıştırırken (üstte)

Kubala, 12 yıl çalıştırdığı İspanya Millî Takımı’nı 1978 Dünya Kupası ve 1980 Avru­pa Şampiyonası’na götürmüş­tü. En son Paraguay’ı çalıştıran Kubala, 2002’de son nefesini Barcelona’da verdi.

20 defa sahne aldığı İs­panya Milli Takımı’nda 11 kez ağları sarsan Kubala, 1957’de Türkiye’ye karşı hat-trick yap­mıştı. İki ayağıyla da meşin yu­varlağa hükmedebilen yıldızın falsolu şutları dillere destan, frikikleri muazzamdı. Barcelo­na tarihinin gelmiş geçmiş en iyi futbolcusu seçilen Kuba­la için 1993’te bir jübile maçı düzenlenmiş, bizimkisi de tık­lım-tıkış tribünlerin önünde son defa da olsa 10 dakika sah­ne alma fırsatını tepmeyip, tri­bündeki eski dostları Di Stefa­no ile Puskas’a nanik yapmıştı.

Camp Nou’ya dikilen heykeli

BARCELONA’NIN MABEDİ

Camp Nou: Bir stattan daha fazlası

Futbolun en önemli mabetlerin­den biri şüphesiz Camp Nou. Kubala’dan Cruyff’a, Ronaldin­ho’dan Messi’ye futbolun en büyük yıldızlarına evsahipliği yapan Barcelona’nın yuvası, 24 Eylül’de 65. yaşını kutlayacak. Katalan diyarında yaşayan İsviçreli Joan Gamper tarafından 1899’da kurulan ilk stad, sadece 8 bin kişilik Carrer Industria’ydı. 1922’de açılan Camp Les Corts ise 35 yıl boyunca hizmet vermişti.

İspanya’da içsavaş yaklaşıyor­du. Kulübü, Katalan milliyetçiliği­nin kalesi haline getiren başkan sı­nırdışı edilmişti. 1930’da İsviçre’de sessizce intihar eden Gamper’den sonra kulübün başkanlık koltuğuna oturan ve dönemin iktidarını elinde tutan diktatör Primo de Rivera’yı eleştirmek için La Rambla gazete­sini kuran Josep Sunyol, 1937’de General Franco’nun askerleri tara­fından öldürülmüştü. Stat, yasaklı dil Katalancanın konuşulabildiği tek yer olmuştu. Kubala önderliğin­de Camp Les Corts’a artık sığmayan takıma yeni bir yuva lazımdı.

1954’te inşaatı başlayan “Yeni Saha”, 1957’de Legia Varşova ile oynanan maçla kapılarını açtı. Açılışta George Frideric Handel’in “Hallelujah”ı çalıyor, serüven 90 bin kişinin önünde başlıyordu. Birçok finale de evsahipliği yapan Camp Nou, Michael Jackson’dan Madonna’ya, Luciano Pavarot­ti’den Frank Sinatra’ya birçok müzisyeni de ağırlayacaktı. Bugün 99.354 kişilik kapasitesi bulunan stad, dijital müzik devi Spotify ile yaptığı 310 milyon dolarlık anlaş­ma doğrultusunda, artık Spotify Camp Nou olarak anılacak.