Anlamlarının aynı olduğunu sandığımız sözcüklerin kullanım yerleri çoğu defa farklı olabilir. Sözgelişi “baş-kafa-kelle” aynı anlamda gibi görünürler ama aynı yerlerde kullanılamazlar. “Yüreksiz” adam korkaktır; “kalpsiz” ise merhametsiz. “Gönülsüz” dersek isteksiz anlaşılır. İnsan insana “yaklaşır”, fakat gemi limana “yanaşır.
Epey sık duyduğumuz bir kalıp: “Filmin sonu kötü bitiyor”. Oysa “son” sözcüğü, bitiş anlamına gelir. “Filmin sonu kötü” veya “film kötü bitiyor” demek yeterlidir. “Barındırmak” fiili, barınmasını sağlamak, bir yerde yaşamasına izin vermek, ev-bark bulmak anlamlarını taşır ama; haber bültenlerinde, “ruhsatsız silah bulundurmak” yerine “ruhsatsız silah barındırmak” diye başlayan cümleleri duymayı artık kanıksadık. Anlamlarının aynı olduğunu sandığımız sözcüklerin kullanım yerleri çoğu defa farklı olabilir. Sözgelişi “baş-kafa-kelle” aynı anlamda gibi görünürler ama aynı yerlerde kullanılamazlar. İnsanın başı ağrır, kafası kızar; kelle ise işkembecide bulunur. “Yüreksiz” adam korkaktır; “kalpsiz” ise merhametsiz. “Gönülsüz” dersek isteksiz anlaşılır. İnsan insana “yaklaşır”, fakat gemi limana “yanaşır”.
Sözcük seçimini doğru yapabilmek, dili doğru kullanmanın, doğru yazmanın bir koşuludur. Yanlış sözcük seçiminden kaynaklanan anlatım bozukluğu, genellikle üzerinde yeterince düşünülmeden, aceleye getirilerek kurulan cümlelerde ya da bilgi yetersizliğinden ötürü benzer sözcükler arasında doğru seçimin yapılamadığı durumlarda karşımıza çıkar.
Aynı kökten türetilmiş sözcükleri sık sık birbirine karıştırıyoruz. İlk akla gelenler, ayrıntı-ayrım, olanak-olasılık, çokluk-çoğunluk, etkin-etken, öğretim-öğrenim, özgü-özel, özgü-özge, süre-süreç, yakın-yaklaşık, yaşam-yaşantı, yayım-yayın. Bazı sözcükler ise anlamca birbirine benzetilerek birbiriyle karıştırılabiliyor: Sağlamak-neden olmak (yol açmak), ekmek-dikmek, eğitim-öğretim, uyarmak-anımsatmak, izlemek-dinlemek, kabullenmek-kabul etmek. Ses benzerliği olan yabancı kökenli sözcükleri de karıştırıyoruz. Söyleyiş olarak aralarında küçük farklar vardır. Bu tür sözcükler doğru telaffuz edilmezse anlatım bozukluğu meydana gelir: Ebedi-edebi, nüfus-nüfuz, mahsun-mahzun, mütehassıs-mütehassis, muharebe-muhabere, hareket-harekât, mütevazı-mütevazi.
Bizler bilinçsizce sözcükleri birbirine karıştırıp dururken, söz ustası kimi şairler bilinçli bir şekilde o sözcükleri söküp yeniden teyelleyerek bambaşka yapılara dönüştürür ve kendi şiir dillerini inşa ederler. Bu, onlar için yaratıcılıklarını sergilemenin en eğlenceli yollarından biridir. Örneğin Ece Ayhan, ortak kullanımdaki sözleri dönüştürerek (yarına yarın, yüzükuylu, dimdoğru, kasık kasığa, ankabakışı, ayakyazısı, insankızı, oğlankızoğlan, üflemli, aparthan, cehennet) şiirlerine serpiştirirdi. Mor Külhani şiirinde sözcük yapılarını nasıl da allak bullak etmişti:
“…
Şiirimiz her işi yapar abiler
Valde Atik’te Eski Şair Çıkmazı’nda oturur
Saçları bir sözle örülür bir sözle çözülür
Kötü caddeye düşmüş bir tazenin yakın mezarlıkta
Saatlerini çıkarmış yedi dala gerilmesinin şiiridir
Dirim kısa ölüm uzundur cehennette herhal abiler …”
‘Korkunç iyi niyetli’ ve ‘feci derecede leziz’
Ben Gamze’ye adayım (Y). Ben Gamze’ye talibim (D).
Mesela takıkları vardır (Y). Mesela takıntıları vardır (D).
Sayenizde kovuldum. (Y). Sizin yüzünüzden kovuldum (D).
Dünkü yayın, korkunç iyi niyetli (Y). Dünkü yayın, son derece iyi niyetli (D).
Bu feci derecede leziz bir şey. (Y) / Çok leziz bir şey (D).
Ondan sebep… (Y). Bu sebeple… (D).
Bi tık dinleyelim mi? (Y). Kısa bir bölüm dinleyelim mi? (D).
İbrahim’in gitme şansı var (Y). İbrahim’in gitme ihtimali var (D).
Tavamıza gerektiği kadar yağı bırakıyoruz (Y). Tavamıza gerektiği kadar yağ koyuyoruz (D).