En unutulmaz James Bond oydu. Bu karakterden nefret etse de, onun ötesine geçen olmadı. “Bağımsız İskoçya” fikrinin yılmaz bir savunucusu olan Connery, daha sonra “Dokunulmazlar”, “İskoçyalı” ve “Gülün Adı” filmlerindeki müthiş performansıyla sinema tarihinde silinmez izler bıraktı.
Thomas Sean Connery, 25 Ağustos 1930’da Edinburgh’un fakir mahallesi Fountainbridge’te dünyaya geldi. Babası fabrika işçisi ve Katolik, annesi temizlikçi ve Protestandı. Sean Connery dairelerin bölüşüldüğü bir binanın tek odasında büyüdü. Tuvalet paylaşılıyordu ve sıcak su yoktu. 13 yaşında okulu bırakıp eve para götürmek için çeşitli işlerde çalışmaya başladı: Süt dağıtıcılığı, inşaat işçiliği, tabut cilalama… Sonra Kraliyet Deniz Kuvvetleri’ne yazıldı ama baba tarafındaki bütün erkeklerde olan mide ülseri onda da çıkınca askerliği bırakmak zorunda kaldı.
18 yaşından itibaren vücut çalışmaya başlamıştı. Uzun boyu, kasları ve güzel hatlarıyla çok yakışıklıydı. İyi de bir futbol oyuncusuydu Connery, Manchester United’ın antrenörleri tarafından farkedildi ve takıma katılması için haftalık 25 pound (günümüzün parasıyla yaklaşık 700 pound) önerildi. O zamanlar 23 yaşında olan Connery, futbol kariyerinin en fazla 30 yaşına kadar süreceğini hesaplayıp reddetti. O uzun bir kariyer istiyordu.
21 yaşında King’s Tiyatrosu’nda kuliste çalışmaya başlamış ve oyunculuğa gönlünü kaptırmıştı bile. Film kariyerine 1954’te Herbert Wilcox’un “Lilacs in the Spring/Bahar’da Leylaklar” isimli müzikalinde figüran olarak başladı. Hâlâ geçinmekte zorlandığı için bu arada bebek bakıcılığı yaptı. Sonra Oxford Tiyatrosu’nda ve bazı televizyon dizilerinde rol aldı. İlk başrolü 1957’de tuttuğu menajer Richard Hutton sayesinde oldu: Bir BBC dizisi olan “Blood Money”de kariyeri düşüşe geçmiş bir boksörü canlandırıyordu.
Ardından Sean Connery’i Sean Connery yapan Ian Fleming’in ölümsüz karakteri “James Bond” geldi. İlk beş Bond filminde Britanyalı gizli ajanı canlandırdı. Yönetmen arkadaşı Terence Young, Connery’i rol için çalıştırdı; pahalı lokantalara, kumarhanelere götürdü; sofistike bir ajanın nasıl yiyip içeceğini, nasıl konuşup davranacağını öğretti. Connery bu rolün üzerine yapışıp kalacağından korkuyor, sokakta ona “Bond” diye seslenenlere sinirleniyordu. Ancak karaktere getirdiği acımasızlıkla alaycı nüktedanlık karışımı tat, cinsel çekicilik ve o soğuk, mesafeli tarz, Bond’u tanımlayan evrensel özellikler halini aldı. Connery Bond’dan bıkmıştı. Ancak İspanya’da bir arazi yüzünden büyük para kaybedince “Never Say Never Again / Bir daha Asla Asla Deme”de oynamayı da kabul etti. Filmin adı Connery’in eşi tarafından kondu; çünkü bir daha asla Bond oynamayacağına yemin etmişti.
Onu büyük yıldız mertebesine yükselten, Bond karakteri için çektiği yedi film dışında Hitchcock’un “Marnie”si, Sidney Lumet’in “The Hill/Tepe”si; Brian De Palma’nın en iyi yardımcı erkek oyuncu Oscar’ı getiren “Untouchables/Dokunulmazlar”ı, “Gülün Adı”, “Highlander/İskoçyalı”ydı. Bir de Spielberg’ün “Indiana Jones: The Last Crusade/Son Macera”sında Jones’un babası rolü.
2000’de şövalyelik ünvanı alan Connery, iflah olmaz bir “Bağımsız İskoçya” yanlısıydı. 2006’da kariyerini bıraktı. “Hollywood aptalların eline geçti” diyordu. “Yaşayan en büyük İskoç”, 90 yaşında arkasında müthiş bir kariyer bırakarak aramızdan ayrıldı. Her ne kadar nefret etse de yarattığı James Bond’un ötesine kimse geçemedi.
Connery, Ekim’in son günü Bahamalar’da hayata gözlerini yumduğunda 90 yaşındaydı.