Biliyorsunuz, devletler cari açıklarını ihracatla kapat maya çalışır. Günümüzde de dünyanın en büyük devletlerinin cari açıklarını kapatmak için ihracatına en çok önem verdikleri şeylerden biri de demokrasidir. Öyle petrolmüş, doğalgazmış, otomobilmiş, çift kapılı buzdolabıymış, neodimyummuş hikâye. O kadar uğraş, topraktan çıkar, fabrikada üret, konteynıra yükle, gönder, konşimento monşimento derken resmen hamallık. Halbuki demokrasi öyle mi? Hatta elin kuvvetliyse, kendi vatandaşını bile bu işe bulaştırmadan, vatandaşın olmaya hevesli garibanlara üniforma giydirip gönderiyorsun, gittiğin yere demokrasi geliyor; sen de balyaları kemiksiz indiriyorsun.
Tabii her zamanki hastalığımız olarak, biz bunu günümüze özgü bir fenomen zannediyoruz. Ama ben diyeyim bin, siz deyin iki bin ama daha da net olmak gerekirse takribi iki bin beş yüz yıl önce Atina da “demokrasi sektörü”nün öncü şehriydi. Bizim bugün demokrasinin beşiği olarak andığımız Atina’nın meşhur demokrasisi sürekli olarak Yunanistan’da yayılıyor, ama yayıldığı yerleri özgürleştirmekten ziyade yeni köleler ve yeni sömürgeler içinde bırakıyordu. Tabii bu yayılma konusunda kendisinin azılı rakipleri de yok değil. Güneyde Sparta da diğer bir güç odağı olduğundan, Yunanistan iki kutuplu bir dünya, adeta bir soğuk savaş atmosferi içinde. Tabii “soğuk” dediysem lafın gelişi, zira sizin de bildiğiniz gibi bunlar sık sık kapışıyorlar. Eğer yanlış hatırlamıyorsam Sparta daha çok tarıma, tarımsal köleliğe ve askerî saldırganlığa dayalı ve baskıcı rejimiyle adeta bir demirperdeyken, Atina da zenginliğini ticarete borçlu bir fırsatlar ülkesi. Ama Atina da, Sparta’da olmayan bir şey var, işte o da demokrasi.
Spartalılar biliyorsunuz hayli savaşçı şahıslar. Hayatta bulaşılacak tipler değil. Piyade savaşını mükemmelleştirmiş bela arayan adamlar bunlar. Bildiğin kahvenin önünde duvarda çekirdek çitleyen mahallenin belalı denyoları gibi sağa sola sataşıp duruyorlar. Aklımda kaldığı kadarıyla bunların erkeklerinin hepsini daha sabi sübyanken yatılı askerî okula yazdırıyorlar, evlenecek çağa gelene kadar da kâh üst sınıflardan dayak yiyerek kâh alt sınıfları döverek yetişiyorlar.
Bildiğin yeni dönem bol vurdulu kırdılı yerli dizi gibi, ama kızlar ancak büyüyünce devreye giriyor. Hatta hayatı boyunca erkeklerle yaşamış adamlar ilk kez kız görünce şaşırmasın diye düğün gecesi kızların saçlarını kısacık kesip erkek gibi giydiriyorlar da çocuklar karşı cinsi alıştıra alıştıra tanıyor. Artık o askerîokullarda ne oluyordu, o kadarını bilmiyorum. Ama demokrasi yok; hatta Spartalıların demokrasiye karşı ciddi bir uyuzluğu da mevcut. Bunları tabii “300 Spartalı” filmi gibi ciddi kaynaklardan öğrenmek mümkün.
İşte bu, bizim de bir benzerini 70 sene öncesinden tanıdığımız çift kutuplu dünyada, Atina aşağı yukarı bir kuzey Yunanistan güvenlik paktı olan Delos Birliği’ni, yani dönemin NATO’sunu kuruyor. Ama tabii bu birlikten en büyük faydayı sağlayan da yine Atina oluyor. İkinci olarak fayda sağlayan da yine Atina oluyor. Üçüncü sıraya baktığımızda ise yine Atina’yı görmek bizi şaşırtmamalı.
Atina, birliğe bağlı diğer şehir devletlerine ihraç ettiği demokrasinin bedelini, yeri geliyor katkı payı olarak, yeri geliyor motorlu taşıtlar vergisi olarak alıyor; bir yandan da birliğin bütün üyelerinden zorla askerî destek alıyor. Hatta ikide bir “Daha fazla askerî yatırım yapmanız lâzım birliğe” diye söyleniyor. O devletler için neyin doğru neyin yanlış olduğuna Atina karar veriyor. E yine de Atina doymuyor, Atina’yı doyurmak mümkün olmuyor, Atina daha fazlasını istiyor. Eh ondan sonrası zaten malûmunuz… Peloponez Savaşı ve savaşın sonunda yıllardır üretmeyi falan bir kenara bırakıp sömürmeyi ön plana almış Atina’nın açlıkla imtihanı. Ama onu da başka bir zaman anlatırız artık.