Hayatı taklit etmeyen ve hayatın da taklit edemediği tek sanat eseri kategorisi çizgi filmdir. Ne geleneksel naif çizgi filmler hayatı ne de hayat bu çizgi filmleri taklit edebilir. Kafanıza örs düştüğünde hayatta kalma şansınız pek azdır. Üzerinizden silindir geçtiğinde kâğıt gibi incelip yere yapışmaz, presin altında kaldığınızda akordeona dönüşmezsiniz ve elinizde patlayan bir bombanın, yüzünüzü kapkara yapmakla kalmayacağına da emin olabilirsiniz…
Bizim, aklımda kaldığı kadarıyla rahmetli kaligraf Ferdi Sayışman’ın koyduğu isimle Red Kit olarak tanıdığımız Lucky Luke, Vahşi Batı’da haydutlardan başka herkesle iyi geçinen, beslenmede Canan Karatay prensiplerini benimsemiş, sırım gibi bir delikanlıdır. Kızılderililer de dostudur, siyahlar da, Meksikalılar da…
En zor anlarda, Kızılderililerin kuşatması altındayken, mavi gömlekli süvari ordusu beliriverir ufuktan. Her şey gerçek hayattan alınmadır: Kızılderililer, Avrupa’dan gelip Kuzey Amerika’yı yurt edinmeye çalışan yerleşimcilerle onların koruyucusu mavi gömlekli süvari alayı ve elbette bunlar arasındaki yıllar süren gerginlik ve çatışma.
Mesela Red Kit’in mavi gömlekli halaskâr süvarileri, yanlış hatırlamıyorsam çok eski de değil 19. yüzyılın son çeyreğinde, Kızılderilileri onlar için hazırladıkları toplama kamplarına gitmeye zorlamak için harekete geçer. Kendisini daha sonra çevrilen kovboy filmlerinden de tanıyabileceğiniz Yarbay Custer da komutası altındaki oniki süvari bölüğüyle toplama kampına gitmeyi reddeden Kızılderililerin peşindedir. Bu arada bu Yarbay Custer, bizdeki filmlerde falan nedense hep Albay diye geçer; bizimkiler adama erken terfi verdi herhâlde. Onun dışında aklımda yanlış kalmadıysa önceden de içsavaşta generallik yapmış ama içsavaş sırasında bankada bedelli askerlik yapana bile rütbe veriyorlar diye biliyorum (Hatta birara hatırlatın da, yine Red Kit bağlamında içsavaşta, özellikle istihbarat teşkilatı kurulurken itin, uğursuzun, hayırsızın nasıl toplandığını da anlatayım).
Her neyse bu bizim Yarbay Custer, komutası altındaki üç tabur, oniki bölüğü Kızılderililere sürpriz bir saldırı düzenlemek için hazırlar… Kızılderililer daha muharebenin ilk gününde Custer’ın birliklerini dağıtır… Bugün bu muharebeyi bu kadar ayrıntılı bir şekilde hatırlıyor olmamızın tek nedeni mavi gömleklilerin yenilmiş olması. Yoksa Kızılderililer yıllar süren savaş ve muharebelerde çok daha ağır kayıplar verdiler, sayısız insan hayatını kaybetti.
Bu tip çizgi filmlerin yerini günümüzde daha çok atari oyunları aldı. Üstelik oyunlarda insanlar öldürülüyor, kafaları uçuruluyor, kanlar dökülüyor. Ama yine gerçekten uzak bir şekilde, kafası uçurulan hayata puan kaybetmiş olarak yeniden başlıyor… Muharebe meydanında yediğiniz bir kurşundan sonra “restart” ya da “new game” butonuna tıklamanızın bir imkânı yok. Üstelik bu sadece ilk sonuç.
Custer’ın toprağa gömülen askerleri hemen o gün anıldılar, haklarında kitaplar yazıldı sonra da filmler çekildi ama Custer’ın askerlerinin öldürdüğü Kızılderililerin hayaleti yüz yıldan uzun bir süre Birleşik Devletler’i gölgeledi. Kızılderililer yerlerinden sürüldüler, toplama kamplarında ölümle ve açlıkla yüzleştiler, öldürüldüler ama yokolmadılar. Aradan yüz yıldan fazla bir zaman geçtikten sonra Birleşik Devletler, Custer kadar Custer’ın kurbanlarını da anmaya başladı ve uzlaşmak istedi. Custer’ın kurbanlarından Siyulara tazminat vermeyi de teklif etti ama Siyular tazminatı reddettiler ve bugün hâlâ kendilerinden çalınan toprakları geri almak için hukuk mücadelesi vermeye devam ediyorlar. Çünkü varlar. Çünkü ne kadar güçlü, vahşi, acımasız olursanız olun, hiçbir halkı bire kadar kırmak mümkün değil ve ne kadar çok kırmaya kalkarsanız düşmanlığı da o kadar keskinleştiriyorsunuz.