Sanıldığının aksine, hackerlar internet çağında ortaya çıkmadı. Bilgi öteden beri kıymetliydi. Kadim Çin’de, eski Mısır’da alimler bilgiyi korumak için şifreler geliştirdi. Şifre kırıcıların tarihi de şifrenin tarihine koşut olarak gelişti. Deyim dillere düşmek için 80’lere kadar beklese de, aslında birer şifre kırıcı olan modern hackerlar, bilgisayarın icadından çok önce tarih sahnesine çıktılar, II. Dünya Savaşı’nın gidişatında kilit rol oynadılar.
İngilizce “kesmek”, “doğramak”, “yontmak” gibi anlamlara gelen “to hack” fiilinden türeyen “hacker” kelimesi, Türkçe’ye “bilgisayar korsanı” şeklinde çevriliyor. Korsan ürkütücü bir kelime. Akla ganimet peşinde koşan, korkunç görünümlü, kaba saba haydutları getiriyor. Kavrama Türk gözlüğüyle baktığımızda işin doğasında kötülük olduğunu görüyoruz. Ama, gerçek her zaman böyle olmayabiliyor.
Sene 1903… O yıllarda iletişim gerçekten zahmetli bir iş. Zamanın en hızlı iletişim aracının telgraf olduğunu düşünün. Yani biri teller üstünden aktarılan mors kodlarını yazıya çeviriyor, bunu kağıda işledikten sonra postacıya veriyor, postacı yürüme hızıyla mesajı alıcıya götürüyor. Fakat bunun için bile dağları tepeleri aşan direkler dikmek, aralarına teller germek gerekiyor. Fırtınalar direkleri söküyor, rüzgar telleri koparıyor. Verinin iletilmesinin önüne sayısız engel çıkıyor, bunları aşacak yeni bir hamleye ihtiyaç var.
Tam o sırada, radyonun mucidi Guglielmo Marconi’nin iddiası büyük ses getiriyor: “Telgraf mesajlarını kablosuz bir düzenekle 500 kilometre öteye başkalarının erişemeyeceği şekilde gönderebilirim…”. Telsiz telgraf fikri inanılmaz derecede ilgi topluyor. İngiltere’de Cornwall’dan Londra’ya bir mesaj gönderilmesi planlanıyor. Mesajı almak ve şovu alkışlamak için büyük bir kalabalık toplanıyor. Mesaj havadan gelecek, Marconi’nin asistanı John Ambrose Fleming onu yazıya çevirecek, kurulan basit projeksiyon düzeneğiyle büyük ekrana yansıtacak.
Her şey hazır. İnsanlar büyük bir heyecan içinde mesajın gelmesini bekliyor. Mesaj geliyor gelmesine ama, bu beklenen mesaj değil. Çünkü mors kodları Marconi’yi halkı “kafalamak”la suçlayan muzip bir mesajı tekrarlayıp duruyor. İşin aslı kısa sürede anlaşılıyor: Zamanın gözde sihirbazlarından Nevil Maskelyne, mesaj kaynağıyla alıcı arasına girerek kendi mesajını gönderiyor salona. Ortalık karışıyor. Kablosuz telgrafın aslında o kadar da güvenli bir iletişim aracı olmadığı ortaya çıkıyor. Böylece Maskelyne, tarihin ilk hacker’larından biri olarak kayıtlara geçiyor.
Nevil Maskelyne, hayatını biraz da madrabazlığa kaçan sihir numaralarıyla kazanıyor olsa da aslında hiç de yabana atılamayacak amatör bir biliminsanı aynı zamanda. Derdi, Marconi ve ekibinin “çok güvenli” dediği kablosuz mesajların o kadar da güvenli olmadığını göstermek, insanlığa kendince bir katkı sağlamak.
II. Dünya Savaşı’nın kahraman hackerı
Her ne kadar kendilerini tanımlayan sözcük o zamanlar henüz tedavüle girmiş değilse de, hacker’lığın ilk yükselişi iletişim alanında önemli gelişmelerin kaydedildiği 1930’lu, 40’lı yıllara rastladı. İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte iletişim teknolojileri sözcüğün gerçek anlamıyla “hayati” bir önem kazandı. Savaşan ülkeler iletişimlerini gizli tutabilmek için şifre makinaları geliştirdi. Bu cihazların sakladığı gizemlerin çözülmesi binlerce insanın yaşaması ya da ölmesi anlamına geliyordu. Cihazlar insan yapımıydı. İnsanlar tarafından kurgulanmışlarsa, gizleri insanlar tarafından çözülebilirdi. Bugün tarihin en büyük beyinlerinden biri olarak hatırlanan İngiliz matematikçi ve kriptolog (daha sonra bilgisayar bilimcisi de olacaktı) Alan Turing ve savaşan bütün saflardan parlak zekalar, şifreleme cihazları geliştirerek ya da çökerterek savaşın gidişatında önemli roller oynadılar. İkinci Harp sırasında Alman haberleşme şifrelerinin kırılmasında gösterdiği büyük yararlılıklar nedeniyle İngiltere’de savaş kahramanı ilan edilecek olan Turing, harpten sonra Manchester Üniversitesi’nde geliştirdiği algoritma tanımıyla modern bilgisayarın kavramsal temelini atan kişi oldu. Onun ve diğer kod kırıcıların savaş boyunca sürdüğü çalışmalar bugün yapılmış olsaydı, kesinlikle hacker’lık olarak tanımlanırdı.
Islıkla telefon hackleme
1950’lerde iletişimde telefonun önemi arttı. Eski fişli soketli telefon santralları, yerini otomatik olanlara bırakmıştı. Telefon haberleşmesi, tıpkı bugün olduğu gibi çok ciddi bir sektör yaratmış, adeta para basıyordu. Santrallar o yıllarda kendilerini özel sesler çıkartarak otomatize ediyordu ve bu keşfedilmeyi bekleyen bir açıktı. Kaşifin tarih sahnesine çıkması gecikmedi. 1956’da, dört yaşından beri en sevdiği oyuncağı evin telefonu olan ve artık yedi yaşında koca bir adam (!) olan Josef Carl Engressia adında doğuştan kör Amerikalı bir çocuk, görme engelinin kendisine kazandırdığı hassas kulağıyla bu sesleri yakaladı. İşin daha da garibi, Carl 2600 hertz frekansındaki sesleri ıslıkla çıkartabiliyor ve telefon santrallerini harekete geçirebiliyordu. 1960’ların sonlarında Güney Florida Üniversitesi’nde öğrenim görürken Carl’ın adı “ıslıkçı”ya çıkmıştı. Uzun mesafeli uluslararası aramaları ücretsiz yapabilmek “mutlak kulağı” ve ıslığı sayesinde onun için çocuk oyuncağıydı. Engrassia çok pahalı aramaları okul arkadaşlarına 1 dolar karşılığında sattı ve epey para kazandı. Oyun, Kanadalı bir operatörün ıslıklı hilenin farkına varmasıyla son buldu. Ama Carl’ın suçunun bedeli gülünçtü: Genç adam paçayı sadece 25 dolar ödeyerek kurtardı. Yine altmışlı yıllarda, telefon şebekelerine gizlice sızmaya yarayan cihazlar olan “phreaking box”lar geliştirildi. Normal şartlar altında telefon operatörünün sahip olduğu yetkiler kullanılarak telefon şirketleri dolandırıldı. Carl Engressia bu yıllarda yeniden sahneye çıktı. Daha sonra “Captain Crunch” takma ismiyle tanınacak olan arkadaşı John T. Draper’la birlikte telefon şirketlerini bu tür cihazlar kullanarak zarara uğratmaktan başı FBI’la derde girdi. İkilinin öyküsü 1971’de Esquire dergisine konu oldu.
Masumiyet çağı
1980’lerde hacker’lık hikayesinde büyük kırılma noktalarından biri yaşandı. Çünkü bilgisayarlar yavaş yavaş evlere girmeye başlamıştı. ABD ve Fransa gibi yüksek teknoloji üreticisi ülkelerde bilgisayarlar birbirine telefon hatları üzerinden bağlanarak internetin atası olarak nitelenebilecek network’ler oluşturdu. Ağlarda gezinenlerin sayısındaki artış, hacker deyimini popülerleştirdi. 1980’de FBI’ın ABD’de NCSS (Ulusal Kompüter Yazılımı Sistemleri) firmasının bir sistem açığını araştırırken, The New York Times konu hakkında yaptığı haberde hacker’ları şöyle tanımlıyordu: “Tuhaf bir şekilde bilgisayar sistemlerinin açıklarını yoklayan, makinaların limitlerini ve olanaklarını araştıran yetenekli, çoğunlukla genç bilgisayar programcıları, teknik uzmanlar…”. Yalan da değildi. O yıllarda Hacker’lığın temelinde, öncelikle merak ve öğrenme açlığı vardı. Yakın teknoloji tarihinin bu renkli figürlerinin birincil motivasyonu, hayatımıza yeni giren ve her yönüyle test edilmemiş yüksek teknolojileri son suz bir merakla derinlemesine incelemekti. Birçoğu bunu kendilerini geliştirmek, övgü almak ya da ego tatmini için yapıyordu, ama niyetleri kötü değildi. Tabii bu böyle devam etmeyecekti.
80’li yıllar, hacker’ların ilk örgütlenmelerine de tanık oldu. Almanya’da kurulan Kaos Kompüter Kulübü, ABD’de faaliyete geçen Warelords, hacker’ları, telefon şebekesi avcılarını, kod kırıcıları çatıları altında bir araya getirdiler. Bu yıllarda televizyonda ve sinemada hacker teması yaygınlaştı, hacker’lar hakkında diziler ve filmler yapıldı. O zamanlar henüz kişisel bilgisayarlar yeterince gelişmemiş olsa bile hayal gücüne inanılmaz beceriler atfedildiği için, 1980’lerde çekilen hacker filmleri, belki de insanlık tarihinin en büyük korsanlık fikirleriyle bezendi. Hacker’lık vakalarının 1980’li yılların ortalarında artmaya başlaması, Amerikan devletini bu konuda hukuki düzenlemeler yapmaya mecbur bıraksa da, 18 yaşının altındaki hacker’lar kanun kapsamı dışında bırakıldı. Gerçekleşen saldırıların basın yoluyla popülerlik kazanması bilgisayar korsanlığı işini bir uzmanlık alanına hatta mesleğe dönüştürdü. Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok ülkede bilgisayarlara nasıl girilebileceğini anlatan basılı dergiler piyasaya çıkmaya başladı. 1980’lerin sonlarında solucan denen ve bir bilgisayardan diğerine atlayan virüsler binlerce bilgisayarı etkiledi. 1988’de Cornell Üniversitesi’nde okuyan 23 yaşındaki lisansüstü öğrencisi Robert T. Morris’in yazdığı kendi kendini kopyalayan bir solucan, internetin atası sayılan ArpaNet’e girerek 6 bin bilgisayara ulaştı. 1989 yılında NASA’nın uzaya gönderdiği araçlarda plütonyum kullanılmasını eleştiren gençler WANK adında bir virüsle hem NASA’yı hem de ABD Enerji Bakanlığı’nda etkin hale geldiler. Virüsü yazanların Avusturalyalı olması ve Yeni Zelanda’da nükleer enerji kullanılmadığı için WANK’ı bu bölgedeki bilgisayarları etkilemeyecek şekilde yazmaları hacker’lığa mevzi bir prestij kazandırdı.
Alan Turing’in hayatının bir bölümünün anlatıldığı Yapay Oyun (The Imitation Game) isimli 2014 tarihli filmde, ünlü biliminsanının Dünya Savaşı sırasında Almanların şifreli haberleşmelerinin kodlarını kırma başarısı anlatılıyor.
Karanlığın yükselişi
Bilgisayarların birbirine bağlı olmadığı bir dönemde ortaya çıkan hacker’lık 90’lara, yani bilgisayarların veri paylaşımının arttığı dönemlere gelindiğinde tam bir patlama yaptı. Bu yıllarda kredi kartı hırsızlıkları yaşanmaya başlayınca bilgisayara meraklı aklı evvel çocukların aklına kurt düştü. 1980’lerin sonunda da bankalara saldırılar yapılmış hatta Şikago Bankası 70 milyon dolarını çaldırmıştı ama bu bankanın parasıydı. Oysa artık bizzat bireylerin kredi kartlarından çalınan paralar söz konusuydu. 1990’larda dünyaya açılan Rus İnternet korsanlarından Vladimir Levin, İnternet’in devreye girmesiyle hemen hemen aynı zamanlarda, 1994 yılında Citibank’ın bilgisayarlarına girdi ve 10.7 milyon dolar çaldı. Levin yakalandı ve paranın büyük bir kısmını bankaya iade etti ama hacker’lı ğın karanlık yüzü iyiden iyiye belirmeye başlamıştı. Yine 90’ların ortalarında, bilgisayar korsanlığı halka indi. Piyasaya sürülen basit yazılımlarla artık herkes ücreti mukabilinde hacker’lığı tecrübe edebiliyordu. Hiçbir altyapısı olmayan gençlerin bile birilerini kandırabilmesi, başkalarının bilgisayarlarını bir süre için işlevsiz hale getirebilmesi, hatta elektronik posta kutularını birbiri ardına attıkları mesajlarla doldurup taşırabilmesi mümkündü. Korsan yetiştiren korsanlar türemiş, bunların ürettikleri yazılımlar metalaşmıştı. Bu yıllarda bilgisayar korsanları kişisel bilgisayarlara yüklenen Microsoft ürünlerinin kritik açıklarını çok fazla kullandılar. Açıkları kullanarak sisteme soktukları virüslerle çok fazla can yaktılar ve bilgi çaldılar. Microsoft, çıkardığı her işletim sistemi için yüzlerce yama yayınlamak zorunda kaldı.
Kaos büyüyor
2000’li yıllarda bilgisayardan bilgisayara iletişim oldukça hızlanmış, dosya paylaşımı artmıştı. 2000 yılında yazılan ve Filipinler’den yayılmaya başlayan ILOVEYOU isimli bir solucan birkaç saat içinde tüm dünyadaki milyonlarca bilgisayarı etkileyerek enfeksiyon riskinin boyutlarını tüm dünyaya gösterdi. 2001’de Amerikan devlet kurumlarına sızan Gary McKinnon adında 14 yaşından beri hackerlık yapan bir genç, mümkün olan en kaba dille “güvenliğiniz çok kötü” mesajları bıraktı ağlara. McKinnon, NASA’ya sızdığı sırada devletin sakladığı UFO görüntülerine de ulaştığını açıkladı. 2000’li yılların en gözde hack aktivitelerinden biri de “deface” (tipini kaydırmak diye çevrilebilir) adı verilen, bir sitenin görünüm ve içeriğinin değiştirilmesi olayıydı. O yıllarda özellikle hacktivistler, dünyanın önde gelen kurum ve kuruluşlarının sitelerini değiştirdiler, ana sayfalara kendi mesajlarını bıraktılar. Bu alanda rekor istorpitx takma isimli bir Türk hacker tarafından kırıldı: istorpitx eşzamanlı olarak 21 bin 549 internet sitesini bozmayı başardı. 2000’lerin en büyük kabusu zombi yazılımlar oldu: İnsanların bilgisayarlarına giren ve orada sessizliğini koruyan yazılımlar, dışarıdan kendilerine emir geldiğinde harekete geçerek saldırılacak siteye “merhaba” demeye başladılar. Ne en büyük şirketler, ne devlet kurumlar, ne de bizzat ülkeler bu saldırılara direnebildi. Suriye Elektronik Ordusu, Linkedin, Huffington Post ve New York Times gibi kurumların sitelerini kullanılmaz hale getirerek dikkatleri çekmeyi başardı. Bu yöntem Türkiye’de yaşanan bazı olayları protesto etmek için de kullanıldı, saldırıların durdurulması için tüm ülkenin ağları tek bir seferde kapatıldı. Ülkenin önde gelen kurumlarının web siteleri erişilmez hale geldi. Bu olaylarda; RedHack, Anonymous Turkey, Cyber Warrior, Ay Yıldız Tim gibi hactivist grupların isimleri ön plana çıktı. Türk hacker’ların en kayda değer girişimlerinden biri de, bir bilgisayar güvenlik sağlayıcısı olan Trend Micro’nun internet sitesinin ele geçirilmesi hadisesiydi. Alberto Gonzales takma isimli bir hacker, tam 170 milyon kredi kartı numarasını çalarak bu menfi alanda tarih yazdı.
Yeni tehditler
Hacker’ların çevreyi korumak, büyük devletlerin tekelleşme çabalarını engellemek, anti demokratik uygulamalara başkaldırmak için gerçekleştirdikleri dünya ölçeğinde ses getiren idealist sanal eylemlerin hızı son yıllarda kesilmiş görünüyor. Ne yazık ki yakın dönemlerde öncelikle kolay yoldan para kazanmak için hareket eden hacker’lar bilgisayar korsanı ifadesine gittikçe daha layık bir profil sergiliyorlar. Yeni trendlerden biri de bilgisayarları rehin almak. Bir bilgisayara giren hacker grubu buradaki bilgileri kullanılamaz hale getiriyor. Eğer bilgisayar sahibi belli bir zaman içinde istenilen fidyeyi öderse yazılımlar serbest bırakılıyor. Bu kirli işin dünya pazarının milyar dolarlara ulaştığı hesaplanıyor. Günümüzde hacker’lar işleri öylesine büyüttü ki, “daha iyi korsanlık hizmeti verebilmek adına” dünyanın dört bir yanında çağrı merkezleri kurdular, kuruyorlar. Yeni korsanlık yöntemlerinden bir başkası da, ülkemizde “oltalama” olarak da bilinen phishing. Bu yöntemle Türkiye’de büyük banka ve devlet kurumlarının (içlerinde e-devlet kapısı da var) sitelerinin kullanıcı bilgileri kopyalandı, meraklısına satıldı. Zarar yine kurumların değil son kullanıcıların hanesine yazıldı. Son on yıla damgasını vuran bir başka gelişme ise, akıllı telefonların yaygınlaşması oldu. Bu gelişme korsanlara ağız sulandırıcı yeni bir “avlanma alanı” sundu. Özellikle Android işletim sistemi olan telefonlara yapılan uzaktan müdahalelerle kullanıcıların kredi kartı bilgileri çalındı, özlük bilgileri ele geçirildi ve çok özel fotoğrafları basına sızdırıldı. Sonuç olarak, yazılım ve network güvenlik şirketleri açıkları kapatmak için ne kadar çalışırsa çalışsın, görünen o ki, hacker’lar hep bir adım önde olacak.
Enigma makinası
Savaşta ürettiği şifreler müttefiklerce hacklendi
Enigma makinasının öyküsü, II. Dünya Savaşı’ndan çok önce, 20’li yıllarda başladı. Özel şirketler için üretilen ve önceleri ticari başarı gösteremeyerek hayal kırıklığı yaratan cihaz, Alman ordusunun dikkatini çekince mucidi Albert Scherbius’un yüzünü güldürdü. Enigma makinası, elektrikle çalışan rotorları aracılığıyla gönderici operatöre yazdığı mesajın harflerinin yerini değiştirme, “karıştırma” imkanı veriyordu. Alıcı ise, yine aynı cihazı kullanarak mesajı çözüyordu. Alıcı operatörün bilmesi gereken tek şey, gönderici cihazın rotorlarının kesin konumuydu. Almanlar cihaza çok güveniyor, Enigma makinalarının şirfelediği telsiz mesajlarının Müttefikler tarafından çözülebileceği ihtimalini akıllarından bile geçirmiyordu. Oysa, Polonya Şifre Bürosu’nda ve İngiltere Bletchley Park’ta görev yapan Müttefik şifre kırıcılar boş durmuyordu. Bu merkezlerde çalışan biliminsanları ilk başarılarını, Alman ordusunun 1940’taki Norveç harekatı sırasındaki haberleşmelerini deşifre ederek elde ettiler ve arkası geldi. sonraki yıllarda Nazi iletişiminin şifrelerini diğer cephelerde de kırarak, Almanya’nın savaşı kaybetmesinde önemli rol oynadılar. Bazı askeri tarihçiler, savaşın onlar sayesinde iki yıl önce sona erdiğini savunurlar.
Hacker türleri
Şapka renkleriyle sınıflandırılıyorlar
Hackerlar bir internet sitesini veya yazılımı incelerken başlangıçta aynılar: Önce malzemenin sağlam ve eksik yönlerini çıkarıyor, sonra onun üstünde çizilen çerçeveden farklı neler yapılabilir onları tespit ediyorlar. Bu noktadan sonraki devam yolları, hacker’ların kendi aralarında nasıl sınıflanacaklarını belirliyor. Örneğin bir açık bulan hacker bunu kimseye söylemez, kendine buradan fayda sağlamak isterse, “siyah şapkalı” diye nitelendiriliyor. Bunlar kelimenin gerçek anlamıyla bilgisayar korsanları. Bir açık keşfedip bunu site ya da yazılım sahibine bildiren, hele hele açığı yamamak için ihtiyaç duyulan yolları raporlayan hacker’lara ise “beyaz şapkalı” deniyor. Tabii, tıpkı gerçek dünya gibi, sanal alem de sadece siyah ve beyaz renklerden oluşmuyor, ara tonlar da var. Şapkasının rengini tam olarak seçemediğiniz, her an her şeyi yapabilecek gri şapkalı hackerlar da var. Bunlara, şapka rengiyle tanımlanması olanaksız dördüncü bir türü daha eklemek lazım. Bu insanlar bazı internet sitelerinin açıklarını buluyor, ardından oraya politik gündeme ya da yaşama dair mesajlar bırakıyorlar. Herkesin görebileceği platformlara bırakılan sosyal içerikli mesajları oluşturanlara, “aktivist” sözcüğüne atfen “hacktivist” deniliyor. Para yerine ideallerini kovalayan hacktivistlerin tek kazancı, mesajlarını toplumun değişik kesimleriyle buluşturabilmek oluyor.
Yeni başlayanlar için kriptoloji
Şimdi hackleme sırası sizde!
MAARR EONEM RKALE HUSiS ARiBA BSFiJ
Bizden böyle bir mesaj aldınız ve muhtemelen hiçbir şey anlamadınız. Ama belirli bir yönteme göre harflerin okuma yönünü nasıl değiştireceğiniz hakkında aramızda önceden anlaştığımız bir şablon olsaydı, mesajı çözmeniz hiç de zor olmayacaktı. Örneğimizde aramızdaki anlaşma “kelimeleri dikey yaz, satırları yatay oku” olsaydı, siz 6 karakterli 5 satırdan oluşan aşağıdaki matrisi oluşturacaktınız:
M E R H A B
A O K U R S
A N A Ş İ F
R E L İ B İ
R M E S A J
Satırları yatay okuduğunuzda, yandaki sütunun başında yer alan metne ulaşacaktınız:
MERHABA OKUR SANA ŞİFRELİ BİR MESAJ
Bu şifreleme metodu “Sıra Değiştirme Yöntemi” olarak biliniyor. Kriptoloji tarihinin en eski ve basit yöntemlerinden biri olan Sıra Değiştirme, okuma yönlerinin izleyeceği geometrik şekillerin değiştirilmesiyle şifreyi biraz daha zor kırılır hale getirilebiliyor.