Epeydir beklenen “Oppenheimer” filmi, 21 Temmuz’da vizyona girdi. Film, atom bombasını tasarlamak için geliştirilen Manhattan Projesi’nin bilimsel direktörü dâhi fizikçi Robert Oppenheimer’la birlikte nükleer savaşın dehşetini de yeniden gündeme getirdi. Önce yıldızlaşan, sonrasında ABD tarafından casuslukla suçlanan bir dehanın gerçek hikayesi…
Geçen yüzyılın en etkili insanlarından, dâhi fizikçi ve atom bombasının mimarı J. Robert Oppenheimer’ın hayatını konu alan Christopher Nolan filmi “Oppenheimer”, 21 Temmuz’da vizyona girdi. Filmde Cillian Murphy tarafından tüm çelişkileri ve karmaşıklığıyla canlandırılan Amerikalı fizikçinin hikayesi, Kai Bird ve Martin J. Sherwin tarafından 2005’te yazılan, Pulitzer Ödüllü American Prometheus adlı biyografiye dayanıyor.
Oppenheimer’ın olağanüstü ve trajik başarısından önce, 1920’lerdeki gençlik yıllarından başlayan hikaye; 1945’te atom bombasının patlayış anında zirvesine ulaşıp, 1954’te ABD hükümetinin anti-komünist politikalarıyla şekillenen güvenlik soruşturmasıyla devam ediyor. Kamera, onu saçları ağarmış bir ihtiyar olana dek bütün kişisel dönüşümleri ve toplumsal dönüm noktaları sırasında takip ediyor.
Oppenheimer’ın kişisel hikayesi olduğu kadar, bir dönemin bilimsel keşiflerinin yarattığı heyecanın, bilim ve siyasetin kesiştiği/zıtlaştığı anların ve yarattığı tüm tehditlerle nükleer savaşın da hikayesi bu. Nolan, 100.000-200.000 arası insanın ölümüne neden olan Hiroşima ve Nagasaki bombalamalarını doğrudan göstermekten kaçınıyor; böylelikle savaşı yüceltme tuzağından da kurtulmuş oluyor. Atom bombasının daha önce Los Alamos çölleri üzerinde test edilmesi sırasında, Oppenheimer’ın aklından geçen Hindu kutsal kitabı Bhagavad Gita’dan bir dizeyle yetiniyoruz: “Şimdi ben ölüm oldum… Dünyaların yokedicisi”.
Ağustos sayısı tüm Türkiye’de bayide ve web sitemizde!