Ekim 2024 Sayımız Çıktı

Tıp literatüründeki tek Türk: Hulusi Behçet

Askerî Tıbbiye’yi 1910’da bitiren Hulusi Behçet, 1914’te Deri ve Zührevi Hastalıklar mütehassısı olmuş; 1. Dünya Savaşı’nda askerî hekim olarak görev yapmıştı. Cumhuriyetin sağladığı bilimsel özgürlük ortamında şark çıbanı ve frengi üzerine yaptığı çalışmalarla uluslararası tıp camiasının dikkatini çeken parlak hekim, literatürde kendi adıyla anılan Behçet Hastalığı’nı tanımlayarak bir tıp terimine adını veren ilk ve tek Türk oldu. 

Hulusi Behçet 20 Şubat 1889 tarihinde İstanbul-Üsküdar’da doğduğunda, Osmanlı ülkesinde II. Abdülhamit hüküm sürmekteydi. Devir Batılılaşma devriydi. Annesi Ayşe Hanım’ı erken yaşta kaybeden Hulusi Behçet, büyükannesi tarafından büyütüldü. Varlıklı ve kültürlü bu ailede eğitime önem verilir; ülkeyi geleceğe taşıyacak yeni neslin ancak bilim ve eğitimle yetişebileceğine inanılırdı. Babası Ahmet Behçet’in görevi dolayısıyla Şam’da bulundukları yıllarda Beyrut yatılı Fransız okuluna kaydettirildi. Burada 1895-1897 arasında iyi bir temel eğitim aldı; Fransızca, Latince ve Almanca öğrendi. 

İstanbul’a döndüklerinde, eğitimini 1898-1901 seneleri arasında Beşiktaş Rüştiyesi’nde sürdüren Hulusi Behçet, tıp eğitimine 1901’de askerî okulların Kuleli’deki idadi kısmında başladı, Askeri Tıbbiye’de tamamladı. 19. asrın son çeyreğinde, tıp uğraşı bilimsel yöntemlere yönelirken, pek çok hastalığın sebebi olan mikroorganizmalar da keşfedilmekteydi. Türkiye’de de 1889’da aşı müessesesi, 1893’de ilk bakteriyoloji laboratuvarı kurulmuştu. 

Gureba’da ekip arkadaşlarıyla Dr. Hulusi Behçet, yaklaşık 15 yıl görev yapacağı Gureba Hastanesi’nin tıp fakültesine ayrılan bölümündeki kliniğinde öğrencileriyle, 30’lu yılların sonları, 40’lı yılların başları. 

Hulusi Behçet, 1906’da 16 yaşındayken girdiği Askerî Tıbbiye’yi 1910’da, 21 yaşındayken, 4533/1065 numaralı diplomayla yüzbaşı olarak bitirdi. Rieder tarafından 1898’de mezuniyet sonrası tıp eğitim kurumu olarak kurulan Gülhane Tatbikat Okulu’nun Cildiye Seririyatı’nda (Deri ve Zührevi Hastalıklar Kliniği) önce bir sene stajyer, sonra da 1914’e kadar asistan olarak çalıştı; Deri ve Zührevi Hastalıklar Mütehassısı oldu. 

Özellikle frengi konusunda çalışmalara ve mikrobiyolojiye ilgi duyan Dr. Hulusi Behçet, 1914’ün Temmuz ayında Kırklareli Askeri Hastanesi Sertabip muavinliğine atandı; bu görevine ek olarak Edirne Askerî Hastanesi’nde de 1. Dünya Savaşı yıllarında tababet görevini cildiye mütehassısı olarak sürdürdü. 

Profesör unvanlı ilk akademisyen 

Dr. Hulusi Behçet Deri Hastalıkları ve Frengi Kliniği’ne profesör seçildiğinde, ülkemizde bu akademik unvana layık görülen ilk kişi olmuştu. 

Savaş henüz bitmeden, 1917’de mesleki bilgilerini geliştirmek ve ilerlemeleri takip etmek amacıyla önce Budapeşte’ye, sonra Berlin’e gitti; böylece hem mezuniyet sonrası eğitimini tamamlama fırsatı bulmuş, hem de dermatoloji alanındaki belli başlı şahsiyetlerle tanışarak akademik çevresini oluşturmaya başlamıştı. 

Dr. Hulusi Behçet, askerî bir tıp okulu olarak kurulduğu yer olan Berlin’de, sivil bir eğitim ve araştırma hastanesi olarak varlığını bugün de sürdüren meşhur üniversite kliniği Charité’de zamanın önde gelen hekimleri Blumenthal ve Schereschewsky’nin gönüllü asistanlığını yaptı. Zührevi hastalıklar birimi bağımsız bir disiplin olarak 1825’te ilk defa burada kurulmuştu ve Osmanlı döneminde askerî hekimlerin bilgi ve görgülerini arttırmak üzere gönderildikleri seçkin bir eğitim ortamıydı. Schereschewsky ise frenginin (sifiliz) etkeni olan mikroorganizmaları (treponema) deneysel şartlarda üretmeyi başaran ve tavşanlarda yaptığı bir çalışmayla da frenginin cinsel yolla bulaştığını gösteren biliminsanıydı. 

Müstesna bir hekim Tıbbı hasta tedavi etmekten ibaret bir meslek olarak değil, “cemiyetin ve beşeriyetin ıstırabına el uzatan yüksek bir uğraş” olarak gören Hulusi Behçet, İ.Ü. Çapa Deri Hastalıkları Kliniği’nin önünde mesai arkadaşlarıyla birlikte. Hocanın anısına 1996’da basılan beş bin hatıra parasından birinin ön ve arka yüzleri (altta). 

1921’de yurda dönen ve İstanbul Cağaloğlu’nda muayenehane açan Dr. Hulusi Behçet bir müddet serbest çalıştıktan sonra 1923’te Hasköy Zühreviye Hastanesi başhekimliğine tayin edildi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923 senesinde devrin ünlü diplomatlarından Suat Bey’in kızı Refika Hanım ile evlendi. Bu evlilikten tek çocuğu Güler doğdu. 1924’te Gureba hastanesi cildiye mütehassıslığına nakledilirken, aynı zamanda dermatoloji ve veneroloji kliniği şefi olarak da atanmıştı. Dermatolojiyi patoloji ve deneysel çalışmalarla bütünleştiren Dr. Menahem Hodara ile on iki yıl birlikte çalıştığı bu hastanede, bilhassa “şark çıbanı” üzerindeki araştırmaları uluslararası tıp literatürüne girdi. 

1933’teki üniversite reformu ile ülkemizde bugün varolan modern dermatoloji biliminin de temeli atılmıştı ve Dr. Hulusi Behçet Deri hastalıkları ve Frengi Kliniği’ne profesör seçildiğinde, aynı zamanda bu akademik unvanın verildiği ilk kişi olmuştu. Uluslararası akademik düzeye ve başarıya 1933’te Gureba Hastanesi’nin tıp fakültesine ayrılan bölümünün küçük bir kısmında çalışılarak ulaşmış; on beş yıl boyunca tıp öğrencilerinin yetiştirilmesi, halk eğitimi, genç hekimlere verilen frengi kursları ve tüm akademik çalışmalar bu dar ve sıkışık ortamda gerçekleştirilmişti. 

Dr. Hulusi Behçet 1939’da ordinaryüs unvanını alacak; Deri ve Zührevi Hastalıklar Kürsüsü’nün başkanlığını ise hayatının sonuna kadar sürdürecekti. 

1934’te soyadı kanunu çıktığında, yeni bir soyadı almak yerine tıp neşriyatında tanındığı Behçet adını kullanmaya devam etmek istedi. Bu durumun yaverlerinden Cevdet Abbas tarafından kendisine intikal ettirilmesi üzerine Atatürk, Behçet kelimesinin Türkçe menşeli olduğunu kendi elyazısı ile beyan ettiği bir belgeyi Dr. Hulusi Behçet’e vermiş; böylece soyadı kendisinin ve babasının ikinci ismi olan parlak ve zeki anlamındaki Behçet olarak kalmıştı. Oysa genel uygulama ilk adları soyadı edinmeye engeldi ve istisnai bu durum dış neşriyatta karışıklığa sebebiyet vermemek için ona tanınmış bir imtiyazdı. Dr. Hulusi Behçet, Atatürk’ün el yazısı ile yazarak imzaladığı bu belgeyi çerçeveleterek muayenehanesinin duvarına asmış, hayatı boyunca da muhafaza etmişti. 

Hoca ve selefi İstanbul Üniversitesi Deri Hastalıkları ve Frengi Kliniği’nin başkanlığına Hulusi Behçet’in vefatından sonra Profesör Cevat Kerim İncedayı getirilecekti. Halef ile selef bir arada, 40’lı yıllar. 

35 sene süren meslek hayatına 137 bilimsel makale, 2 kitap, 12 monograf, 17 tercüme eser sığdıran Dr. Hulusi Behçet, mesleki hayatında son derece titiz ve seçici, beşerî hayatında münzevi ve mütevazı bilinirdi. Çiçeklere çok meraklıydı; İstanbul’da Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde cumbalarından çiçeklerin sarktığı bir muayenehanesi vardı. 

Tıbbı yalnızca hasta tedavi etmekten ibaret bir meslek değil; “cemiyetin ve beşeriyetin ızdırabına el uzatan yüksek bir uğraş” olarak kabul etmişti. Bu doğrultuda, frengi mücadelesini zamanın bilimsel seviyesine ulaştırmak için çok büyük emek sarfetti ve ulusal sağlık mücadelemizin temel taşlarından birini kurmakta başrolü oynadı. Frengi mücadelesinde, tertip ettiği kurslarda hekimleri yetiştirdiği gibi, gazete ve mecmua mülakatları, radyo programları ve konferanslarla halkı eğitiyor; bu sebeple de takdir görüyordu. 

1944 sonlarından itibaren sağlık sorunları başgöstermiş; hipertansiyondan ve anjina ağrılarından muzdarip olmuştu. Zayıf ve netameli sağlık durumu giderek bozulmaya başlamış ve bu sebeple hastanede yatarak tedavi görmek durumunda kalmıştı. Takip eden senelerde kronikleşen kalp rahatsızlığına ve buna bağlı nefes darlığına rağmen cebinde taşıdığı Aminokardol ile hep çalışmaya devam eden Dr. Hulusi Behçet, 8 Mart 1948 tarihinde geçirdiği ani bir kalp krizi sonucu henüz 59 yaşında iken hayata veda etti. 

Şark Çıbanı ve frengiyle mücadele 

Hulusi Behçet, askerî hekim olduğu dönemde, 1916’da Edirne’ye gelen Halep fırkasında çok sayıda askerde şark çıbanı vakasının bulunduğuna şahit olmuştu; bu vakalarda yara kabuğunun kaldırılması esnasında deri üzerinde “çivi arazı” olarak isimlendirdiği dikensi çıkıntıları gözlemlemiş ve bu bulgunun klasik bilgiler içine girmesini sağlamıştı. Hastalığın tedavisinde bir elektrokoterizasyon olan diyatermi tedavisini başarıyla uygulamış; bu uygulama Annales Dermatologie Paris’te (1923) çıkan Le traitement des boutons d’Orient par Diathermie (Şark Çıbanlarının Diyatermi ile Tedavisi)” başlıklı yayınla uluslararası literatüre girmişti. 

Türk meşhurları pul serisinde Hulusi Behçet’in öğrencilerinden Dr. Ali Arban’ın girişimiyle PTT Posta Dairesi Pul Şubesi Başkanlığı’nın 1980’de üçlü seri halinde çıkardığı Türk Meşhurları Hatıra Pulu Serisinde, Hulusi Behçet de yer almıştı. 650 bin tirajlı ve 26 x 41 mm boyutlarındaki pullar, Ankara Güzel Sanatlar Matbaası’nda ofset olarak basılmıştı. Bunlar serinin en pahalı pullarıydı, nominal değerleri 20 TL olarak belirlenmişti. 

Hulusi Behçet’in ilgi duyduğu mesleki konular arasında frenginin özel bir yeri vardı. Çünkü hekimlik hayatının büyük bölümünde antibiyotikler henüz yoktu ve frengi ciddi bir halk sağlığı sorunu olarak kuşaktan kuşağa geçiyor, sosyal yapıyı derinden etkileyen bir felaket boyutuna ulaşıyordu. Bu durum bütün dünya için geçerliydi. Türkiye’de de mücadele için bir yandan resmî bir kurum olan Frengi Savaş Teşkilatı kurulmuş, diğer yandan Deri ve Zührevi Hastalıklar Derneği bünyesinde gerçekleştirilen örgütlenme ile mücadelenin daha etkili ve kontrollü yapılması amaçlanmıştı. 

Sağlık eğitiminde topluma yönelik eğitim toplantılarına önem veren Hulusi Behçet, halka açık konferanslarının yanısıra dönemin en etkili kitle iletişim aracı olan radyoda yaptığı konuşmalarla da kitlelere ulaşmayı ve eğitmeyi başarmıştı. Hulusi Behçet’in çok büyük emek verdiği frengi mücadelesi cumhuriyet döneminde hız kazanmış, 1925’te frengi komisyonu kurularak Frengi Tedavi Talimatnamesi düzenlenmişti. 1940 senesinde yazdığı Klinik ve Pratikte Frengi Teşhisi ve İlgili Dermatozlar adlı eseri hâlâ kıymetli bir kaynak olma vasfını korumaktadır. 

Bugün de birçok yönü ile tıp dünyasının aktüel konularından biri olma özelliğini sürdürmekte olan Behçet Hastalığı, ataklarla birlikte uzun süreli bir seyir gösteren, çok sayıda organı tutabilen ve temel patolojisi vaskülit (damar iltihabı) olan sistemik bir hastalıktır. 

Hulusi Behçet’in tabiriyle “birinci vaka” olarak anılan kişi, 1917’den itibaren ağızda ve genital bölgede çıkan yaralar ve bunlara eşlik eden göz bulguları, bacaklarda ağrılı nodüller, ateş ve eklem ağrıları şikayetleriyle, 25 yıl İstanbul hekimleri ve 22 yıl Viyana’nın en tanınmış göz, cildiye, dâhiliye hekimleri tarafından tetkik edilmişti. Göz doktorları göz bulgularını, romatizma, tüberküloz, frengi ve lepra ile açıklamaya çalışmış, cildiye uzmanları ağız yaralarını sindirim bozukluklarına bağlamıştı. Türkiye’de uygulanan hiçbir tedaviye yanıt alınamayınca, hastanın Viyana’ya gitmesinin uygun olduğuna karar verilmişti. Orada da bunun Avrupa’da bilinmeyen bir nevi parazit kaynaklı bir hastalık olabileceği öne sürülmüştü. İstanbul’daki ve Viyana’daki hekimlerin ortak hastası olan “birinci vaka”, seneler boyunca tekrarlayan ataklardan sonra görmesini hemen tamamen yitirmişti. 

Hulusi Behçet’e 1930’da yönlendirilmiş olan, onun tabiriyle “ikinci vaka”, ağız ve genital bölgelerinde ağrılı ülserler ve bir gözünde kanlanma bulunan, daha önce de buna benzer birkaç atak geçirdiğini belirten bir kişiydi. Hastanın 1935’e kadar geçirdiği tüm ataklarda yapılan tahlillerinde herhangi bir hastalığa delalet eden kaydadeğer hiçbir bulguya rastlanmamıştı. 

Reçete değil, tarihî belge

Dermatolog Hulusi Behçet açtığı muayenehanesinde de hastalarına şifa dağıtmıştı. Hocanın elyazısıyla yazılmış ve Kadıköy Merkez Eczanesi’nde yaptırtılmış bir reçete.

Hulusi Behçet’in “üçüncü vaka”sı 1936’da tıp fakültesinin diş hekimliği biriminden dermatolojiye yollanan, ilk iki vaka ile benzer klinik tablo arzeden bir kişiydi. Ağız içinde ülserleşmiş yaralar, yüzünde ve sırtında akne benzeri lezyonlar mevcuttu ve genital bölgesi tamamen ülserleşmiş yaralarla doluydu. Bir gözü kanlıydı ve görmesi yok olmuştu. Akşam saatlerinde ateşi yükseliyordu ve bacaklarında kas ağrıları vardı. Klinikte yattığı sürede yapılan tahliller ve konsültasyonların hiçbiri sonuç vermemişti. 

Hipokrat tarzı bir hekim olan Hulusi Behçet, titiz ve sabırlı bir gözlemciydi; senelerce takip ettiği bu üç hastada ağız ve genital bölgede aft tarzında yaralar, gözde de çeşitli bulgular bulunduğunu gözlemiş ve bunun yeni bir hastalık olduğuna hükmetmişti. Bunun, müsebbibi muhtemelen bir virüs olan mikrobiyolojik bir hastalık olduğunu, yani hastalık tablosunun sistemik bir enfeksiyondan ileri geldiğini ve sui generis (kendine özgü) olduğunu düşünüyordu. Hulusi Behçet’in bu ilk üç vakanın ayrıntılı dökümünü yaptığı makale 1937’de Dermatologische Wochenechrift’de (cilt 105, sayı 36) yayınlandı; aynı yıl Paris’te dermatoloji toplantısında da bu vakaları sundu. Tablonun yeni bir hastalık olarak tanımlanışı tıp çevrelerinde kısmen kabul edilmiş, kısmen itiraz konusu olmuştu. Bu çekişme bir süre devam etmiş, giderek farklı ülkelerden yapılan yayımlarla bu yeni hastalığın aslında pek de nadir olmadığı ve dünyanın her tarafında görüldüğü anlaşılmıştı. Hastalık tanımlanma ve tanınma sürecinde iken, adı konusunda henüz bir uzlaşma yoktu; bazı yazarlar Trias’ı ya da Syndrome’u, bazıları Tri-symptomes complex’i, bazıları ise doğrudan Morbus Behçet adlandırmasını tercih ediyordu. 

Nihayet 1947’de İsviçre’nin Cenevre kentinde yapılan Uluslararası Dermatoloji Kongresi’nde, Zürih Tıp Fakültesi’nden Prof Mischner’in önerisiyle hastalığa “Morbus Behçet” adı verilmesi kararlaştırıldı. Hastalık halen uluslararası tıp literatüründe Behçet Hastalığı (Behçet’s Disease) olarak geçmektedir ve bu, buluş sahibi olarak bir Türk’e atfedilen tek tıp terimidir. 

ÖDÜLLER VE ONUR ÜYELİKLERİ

İnsan hayatına adanmış bir kariyer

• Société Française de Prophylaxie Sanitaire et Morale’in büyük kongresinde, kuruluşun onursal üyesi seçildi, 31 Mart 1931. 

• Atina Üniversitesi Deri ve Frengi Komitesi fahri üyesi oldu, 1933. 

• Budapeşte dermatoloji kongresinde mikozlar konusundaki çalışmaları nedeniyle ödüllendirildi, 1935. 

• Uluslararası Dermatoloji Kongresi komitesince diploma ve madalya ile taltif edildi, 1935. 

• Macar Dermatoloji Cemiyeti muhabir üyeliğine seçildi, Dermatologische Wochenechrift mecmuası tahrir heyetine dahil edildi, 1935 

• Avusturya Dermatoloji Cemiyeti’ne muhabir aza olarak kabul edildi, 25 Kasım1937. 

Dermatologica (International Journal of Dermatology) dergisinin yayın kuruluna da seçildi, 1 Ocak 1939. 

• Frengi konusundaki çalışmaları ve Behçet Hastalığı’nı tanımlamadaki çabaları nedeniyle 1975’de anısına TÜBİTAK Hizmet Ödülü konuldu. 

• İstanbul Üniversitesi Behçet Hastalığı Araştırma ve Uygulama Merkezi çalışmalarına başladı, 1977. 

• PTT Genel Müdürlüğü Posta Dairesi Pul Şubesi Başkanlığı’nın üçlü seri halinde çıkardığı Türk Meşhurları Hatıra Pulu serisinde Hulusi Behçet de yer aldı, 1980. 

• İsmi, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Kütüphanesi’ne verildi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi merkez kütüphanesi de “Hulusi Behçet Kitaplığı” adını taşımaktadır. 

• Eczacıbaşı Bilimsel Araştırma Kurulu onu Türkiye Cumhuriyeti Tıp Ödülüne layık görmüştür, 1982. 

• İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı, 1983’te Hulusi Behçet anısına ölüm yıldönümünde ‘8 Mart Behçet Günü’ düzenledi. 

• 3. Akdeniz Romatoloji Günleri ve Geografik Oftalmoloji Derneği 9. Kongresi münasebetiyle Tunus’ta basılan Prof. Dr. Hulusi Behçet konulu iki pul 1986’da emisyona çıktı, aynı yıl İstanbul Tabip Odası, Hulusi Behçet araştırma ödülü verdi. 

• Anısına beş bin adet hatıra parası basıldı, 1996. 

• Uluslararası Behçet Hastalığı Derneği kuruldu, 2000. 

• New York Üniversitesi Eklem Hastalıkları Hastanesi’ne bağlı Behçet Sendromu Merkezi açıldı, Mart 2005. 

• 30-31 Mart 2006 tarihlerinde İstanbul Harbiye Askerî Müzesinde düzenlenen 10. Ulusal Behçet Hastalığı Kongresi’nin sosyal programı çerçevesinde, Hulusi Behçet’in bir dönem oturduğu Maçka Caddesi-Berna Apartmanı’nın girişine bir plaket asıldı. 

• Çeşitli tarihlerde hakkında yazılan makale ve biyografiler, uluslararası saygınlığa sahip birçok tıp dergisinde yer aldı.