17. yüzyıldan itibaren felsefeye ve eğitime damgasını vuran René Descartes, döneminde Katolik düşünce ve hakim sistemin önderleri tarafından yıllarca sansürlendi. Doğa yasalarından astronomiye, biyolojiden ahlak felsefesine, fizik ve matematike kadar çeşitli alanlarda eserler verdi. Doğumunun 428. yılında, büyük bir düşünürün kısa hayat hikayesi.
René Descartes, Avrupa’da Katolik-Protestan mücadelesinin zirve yaptığı 30 Yıl Savaşları’nın (1618-1648) gerçekleştiği müstesna bir dönemde yaşadı. Descartes, ortaya attığı düşünceler ve ürettiği bilimsel eserlerle yaşadığı döneme ve sonrasına damga vuracaktı. Yüzyıllardır üniversitelerde okutulan Aristocu müfredatın yerine yeni bir müfredat oluşturmak gibi iddialı bir göreve soyunmuştu. Öyle ki kendisiyle birlikte, Kartezyen felsefenin olmadığı bir entelektüel tartışma artık düşünülemez hâle gelecekti. Bunda Descartes’ın fikirlerinin ve bilimsel çalışmalarının orijinalliği kadar; epistemolojiden metafizike, biyolojiden ahlak felsefesine, estetikten fizike ve matematikten fizyolojiye birçok farklı alanda eserler üretmesi de etkendi.
Yaşadığı dönemde deist olmakla itham edildi; oysa koyu bir Katolik’ti
Descartes, Meditationes de Prima Philosophia in qua Dei existentias et animae immortalitas demonstratur (Tanrı’nın Varlığının ve Ruhun Ölümsüzlüğün Kanıtlandığı İlk Felsefe Üzerine Meditasyonlar – 1641) başta olmak üzere birçok eserini Tanrı’nın varlığını ve Katolik inancını savunmak için yazdı. Buna karşılık eserlerinde varoluşu, akılcı ve mekanik bir anlatımla yorumlaması nedeniyle hem çağdaşları hem de sonraki düşünürler tarafından deistlikle itham edildi veya teolojik yorumları o şekilde yaftalandı. Aynı dönemde yaşayan Fransız düşünür Blaise Pascal, “Tanrı’yı dışarıda bırakan, onu sadece dünyayı yaratıp sonra kenara çekilen bir varlığa dönüştüren” felsefeyi ürettiği için Descartes’ı deist olmakla suçlamıştı. Halbuki ömrü boyunca koyu bir Katolik olarak yaşayan ve kendini bu şekilde tanımlayan Descartes, hiçbir döneminde kiliseyle ters düşmek istemedi.
Önce savaştı, sonra Fransa’da çalıştı; son 2 senesi Hollanda’daydı
Descartes, Fransa’da daha çok Huguenotlar’ın (Fransız Protestan cemaati) kontrolünde olan bir bölgede (Poitou) fakat Katolik bir ailede doğmuştu. Babası dahil olmak üzere ailesinde birçok kişi, üst düzey bürokrat olarak Fransa’ya hizmet etmişti. Ailenin, René’nin büyükdedesi olan komutan “Büyük René”den gelme -alt seviye de olsa- bir soyluluk unvanı mevcuttu. Descartes, eğitimini Fransa’da tamamladıktan sonra 1618’de Protestan Hollanda Cumhuriyeti’nin başı Maurits’in yanına paralı asker olarak girdi ve burada aldığı eğitim sonrası subay oldu. Hemen ardından Katolik Bavyera Dükü Maximilian’ın komutasına girdi ve Katolik-Protestan mücadelesinin yaşandığı 30 Yıl Savaşları’nın ilk büyük muharebelerinden Beyaz Dağ’da (1620) yine dükün yanında yer aldı.
1628’e kadar çoğunlukla Fransa’da bulunan Descartes, bu tarihten sonra o sıralar altın çağını yaşayan Hollanda’ya geçti. Burada da 1649’a kadar yaşadı ve dönemin ünlü kişileriyle tanıştı/ yazıştı, okullarda ders verdi ve en önemli eserlerini yine Hollanda’da kaleme aldı. 1649’ta ise İsveç Kraliçesi Kristina’in ısrarları sonucu ve bir bilim akademisi kurma teklifiyle, kitaplarıyla beraber İsveç’e geldi. Kraliçe ile anlaşmazlığa düşene kadar onun bilimsel konulardaki akıl hocası oldu.1650’de ise, çok büyük bir ihtimalle zatürreden, az bir ihtimalle ise arsenikle zehirlenerek öldü.
Şüphe ediyorken, aynı anda varlığımızdan şüphe edemeyiz
Descartes’ın felsefesinin ilk prensibi olan “düşünüyorum, öyleyse varım” sözü, yaygın olarak alıntılandığı gibi Latince cogito, ergo sum olarak değil; akademiden ziyade genele hitap etsin diye yazdığı ve 1637’de yayımladığı Discours de la méthode (Metot Üzerine Konuşma) eserinde Fransızca “Je pense, donc je suis” olarak geçmekteydi. 1641’de Meditationes’te Latince olarak bu ifade geçecek, ardından bu iki eserin bir tür bileşimi olan Latince Principia’da (1644) ego cogito, ergo sum derken, buna “şüphe ediyorken varlığımızdan şüphe edemeyiz” diye ekleyecekti. Ölümünden sonra Fransızca yayımlanan Le Recherche de la vérité par la lumière naturelle eserinde Latince olarak dubito, ergo sum, yani “şüphe ediyorum öyleyse varım” diyecek; bunun da aslında cogito, ergo sum ile aynı olduğunu belirtecekti.
Engizisyon korkusuyla Le Monde adlı eserini yayımlamaktan vazgeçti
Descartes 1629’da Hollanda’ya yerleştiğinde, Fransa’da Aristocu müfredatın yerine geçmesi düşüncesiyle felsefi eseri Le Monde’u (tam ismiyle Traité du monde et de la lumière) hazırlamaya başladı. Kitap büyük ölçüde günmerkezli (heliosentrik-dünya ve diğer gezegenlerin Güneş’in çevresinde döndüğü astronomik model) bir bakışaçısına dayanmaktaydı. 1633’te bu eseri tamamladığında, Galileo Galilei 1632’de yayımladığı ve günmerkezliliği temel alan Diologo eseri nedeniyle engizisyonun hışmına uğrayarak yargılanmış ve ardından evhapsine mahkum edilmişti. Bunun üzerine Descartes, Katolik Kilisesi ile ters düşme endişesi ve korkusuyla Le Monde’u yayımlamaktan vazgeçti. Bu eseri yeniden gözden geçirip Principia’yı yayımladı (1644) ve Dünya’nın Güneş etrafında döndüğü vurgusunu hafifletti. Le Monde ise orijinal hâliyle ancak ölümünden 14 yıl sonra, 1664’te yayımlanacaktı.
14. Louis ve Papalık, Kartezyen müfredatı tüm Fransa’da yasakladı
Descartes’ın İsveç’te ölümünün ardından notları, Fransa kralının İsveç’teki temsilcisi Claude Clerselier’ye kaldı. Clerselier, Descartes’ın yazmış olduklarını “kiliseye uygun duruma getirmek için” hayli kırparak yayımladı. Ancak buna rağmen Descartes’ın yapıtları, 1663’te Katolik Kilisesi’nin Index Librorum Prohibitorum’una yani “Yasaklı Kitaplar Listesi”ne girdi. 1671’de ise Fransa’nın mutlak güce sahip kralı 14. Louis, Başpiskopos Harlay de Champvallon’un girişimiyle, Fransa’da Kartezyen müfredattan en ufak bir parçanın dahi öğretilmesini yasakladı. 1691’de ise yine Champvallon’ın öncülüğünde, Descartes’ın sadece doğa felsefesi değil metafizik önermeleri de akademide sansürlendi.
Öksüz/yetim mezarlığına gömüldü. Sonra Fransa’ya getirildi
Bugün Descartes’ın naaşı Paris’te, Saint-Germaines-des-Prés Manastırı’ndaki bir şapelde bulunuyor. Burası aslında naaşının üçüncü durağı. Descartes, annesinin o henüz bebekken ölmesi, babasının ise evden uzak yaşamı ve ardından başka bir kadınla evlenmesi nedeniyle anneannesinin yanında büyüdü (babası Joachim’in 1640’ta ölümü sonrası cenazesine katılmamıştı). Kendisinin 1650’deki ölümünden sonra, Adolf Fredrik Kilisesi’ndeki öksüz/yetim mezarlığına gömüldü. Naaşı bu mezarlıkta 16 yıl kaldıktan sonra, Paris’teki Saint-Etienne-du-Mont Kilisesi’ne götürüldü. Ardından Fransız Devrimi sonrası 1792’de Panthéon nakledilmek istense de bu gerçekleşmedi. 1816’ya gelindiğinde ise bugünkü yerine taşındı.