Kasım
sayımız çıktı

Düşünüyordu, demek vardı sansürü aştı, bugüne ulaştı

RENE DESCARTES (31 MART 1596 - 11 ŞUBAT 1650)

17. yüzyıldan itibaren felsefeye ve eğitime damgasını vuran René Descartes, döneminde Katolik düşünce ve hakim sistemin önderleri tarafından yıllarca sansürlendi. Doğa yasalarından astronomiye, biyolojiden ahlak felsefesine, fizik ve matematike kadar çeşitli alanlarda eserler verdi. Doğumunun 428. yılında, büyük bir düşünürün kısa hayat hikayesi.

René Descartes, Avrupa’da Katolik-Protestan müca­delesinin zirve yaptığı 30 Yıl Savaşları’nın (1618-1648) ger­çekleştiği müstesna bir dönemde yaşadı. Descartes, ortaya attığı düşünceler ve ürettiği bilimsel eserlerle yaşadığı döneme ve sonrasına damga vuracaktı. Yüz­yıllardır üniversitelerde okutulan Aristocu müfredatın yerine yeni bir müfredat oluşturmak gibi id­dialı bir göreve soyunmuştu. Öyle ki kendisiyle birlikte, Kartezyen felsefenin olmadığı bir entelek­tüel tartışma artık düşünülemez hâle gelecekti. Bunda Descartes’ın fikirlerinin ve bilimsel çalışma­larının orijinalliği kadar; episte­molojiden metafizike, biyolojiden ahlak felsefesine, estetikten fizike ve matematikten fizyolojiye bir­çok farklı alanda eserler üretmesi de etkendi.

Yaşadığı dönemde deist olmakla itham edildi; oysa koyu bir Katolik’ti

cem_akogul_1

Descartes, Meditationes de Prima Philosophia in qua Dei existentias et animae immortalitas demons­tratur (Tanrı’nın Varlığının ve Ruhun Ölümsüzlüğün Kanıtlan­dığı İlk Felsefe Üzerine Meditas­yonlar – 1641) başta olmak üzere birçok eserini Tanrı’nın varlığını ve Katolik inancını savunmak için yazdı. Buna karşılık eserle­rinde varoluşu, akılcı ve meka­nik bir anlatımla yorumlaması nedeniyle hem çağdaşları hem de sonraki düşünürler tarafından deistlikle itham edildi veya teolo­jik yorumları o şekilde yaftalandı. Aynı dönemde yaşayan Fransız düşünür Blaise Pascal, “Tanrı’yı dışarıda bırakan, onu sadece dünyayı yaratıp sonra kenara çekilen bir varlığa dönüştüren” felsefeyi ürettiği için Descartes’ı deist olmakla suçlamıştı. Halbuki ömrü boyunca koyu bir Katolik olarak yaşayan ve kendini bu şekilde tanımlayan Descartes, hiçbir döneminde kiliseyle ters düşmek istemedi.

Önce savaştı, sonra Fransa’da çalıştı; son 2 senesi Hollanda’daydı

Descartes, Fransa’da daha çok Huguenotlar’ın (Fransız Protes­tan cemaati) kontrolünde olan bir bölgede (Poitou) fakat Katolik bir ailede doğmuştu. Babası dahil olmak üzere ailesinde birçok kişi, üst düzey bürokrat olarak Fran­sa’ya hizmet etmişti. Ailenin, René’nin büyükdedesi olan ko­mutan “Büyük René”den gelme -alt seviye de olsa- bir soyluluk unvanı mevcuttu. Descartes, eği­timini Fransa’da tamamladıktan sonra 1618’de Protestan Hollanda Cumhuriyeti’nin başı Maurits’in yanına paralı asker olarak girdi ve burada aldığı eğitim sonrası subay oldu. Hemen ardından Katolik Bavyera Dükü Maxi­milian’ın komutasına girdi ve Katolik-Protestan mücadelesinin yaşandığı 30 Yıl Savaşları’nın ilk büyük muharebelerinden Beyaz Dağ’da (1620) yine dükün yanın­da yer aldı.

1628’e kadar çoğunlukla Fransa’da bulunan Descartes, bu tarihten sonra o sıralar altın ça­ğını yaşayan Hollanda’ya geçti. Burada da 1649’a kadar yaşadı ve dönemin ünlü kişileriyle tanıştı/ yazıştı, okullarda ders verdi ve en önemli eserlerini yine Hollanda’da kaleme aldı. 1649’ta ise İsveç Kraliçesi Kristina’in ısrarları sonucu ve bir bilim akademisi kurma teklifiyle, kitaplarıyla beraber İsveç’e geldi. Kraliçe ile anlaşmazlığa düşene kadar onun bilimsel konularda­ki akıl hocası oldu.1650’de ise, çok büyük bir ihtimalle zatürre­den, az bir ihtimalle ise arsenik­le zehirlenerek öldü.

Şüphe ediyorken, aynı anda varlığımızdan şüphe edemeyiz

cem_akogul_3
1637’de Hollanda Cumhuriyeti’nin Leiden kentinde yayımlanan Descar­tes’ın Discours de la Méthode eserinde ilk defa “düşünüyo­rum, öyleyse varım” cümlesi geçmişti.

Descartes’ın felsefesinin ilk pren­sibi olan “düşünüyorum, öyley­se varım” sözü, yaygın olarak alıntılandığı gibi Latince cogito, ergo sum olarak değil; akademi­den ziyade genele hitap etsin diye yazdığı ve 1637’de yayımladığı Discours de la méthode (Metot Üzerine Konuşma) eserinde Fransızca “Je pense, donc je suis” olarak geçmekteydi. 1641’de Meditationes’te Latince olarak bu ifade geçecek, ardından bu iki eserin bir tür bileşimi olan Latince Principia’da (1644) ego cogito, ergo sum derken, buna “şüphe ediyorken varlığımızdan şüphe edemeyiz” diye ekleyecek­ti. Ölümünden sonra Fransızca yayımlanan Le Recherche de la vérité par la lumière naturelle eserinde Latince olarak dubito, ergo sum, yani “şüphe ediyorum öyleyse varım” diyecek; bunun da aslında cogito, ergo sum ile aynı olduğunu belirtecekti.

Engizisyon korkusuyla Le Monde adlı eserini yayımlamaktan vazgeçti

Descartes 1629’da Hollanda’ya yerleştiğinde, Fransa’da Aristo­cu müfredatın yerine geçmesi düşüncesiyle felsefi eseri Le Monde’u (tam ismiyle Traité du monde et de la lumière) hazırla­maya başladı. Kitap büyük ölçüde günmerkezli (heliosentrik-dünya ve diğer gezegenlerin Güneş’in çevresinde döndüğü astrono­mik model) bir bakışaçısına dayanmaktaydı. 1633’te bu eseri tamamladığında, Galileo Galilei 1632’de yayımladığı ve gün­merkezliliği temel alan Diologo eseri nedeniyle engizisyonun hışmına uğrayarak yargılanmış ve ardından evhapsine mah­kum edilmişti. Bunun üzerine Descartes, Katolik Kilisesi ile ters düşme endişesi ve korkusuyla Le Monde’u yayımlamaktan vaz­geçti. Bu eseri yeniden gözden ge­çirip Principia’yı yayımladı (1644) ve Dünya’nın Güneş etrafında döndüğü vurgusunu hafifletti. Le Monde ise orijinal hâliyle ancak ölümünden 14 yıl sonra, 1664’te yayımlanacaktı.

cem_akogul_2
Descartes, İsveç’te ölmüş, naaşı ise Adolf Fredrik Kilisesi’nin öksüz/ yetimler mezarlığına defnedilmişti. Bugün Descartes’ın naaşı Paris’te, Saint- Germaines-des-Prés Manastırı’ndaki bir şapelde bulunuyor.

14. Louis ve Papalık, Kartezyen müfredatı tüm Fransa’da yasakladı

Descartes’ın İsveç’te ölümü­nün ardından notları, Fransa kralının İsveç’teki temsilcisi Claude Clerselier’ye kaldı. Clerselier, Descartes’ın yazmış olduklarını “kiliseye uygun duruma getirmek için” hayli kırparak yayımladı. Ancak buna rağmen Descartes’ın yapıtları, 1663’te Katolik Kilisesi’nin Index Librorum Prohibitorum’una yani “Yasaklı Kitaplar Listesi”ne girdi. 1671’de ise Fransa’nın mut­lak güce sahip kralı 14. Louis, Başpiskopos Harlay de Champ­vallon’un girişimiyle, Fransa’da Kartezyen müfredattan en ufak bir parçanın dahi öğretilme­sini yasakladı. 1691’de ise yine Champvallon’ın öncülüğünde, Descartes’ın sadece doğa felse­fesi değil metafizik önermeleri de akademide sansürlendi.

Öksüz/yetim mezarlığına gömüldü. Sonra Fransa’ya getirildi

Bugün Descartes’ın naa­şı Paris’te, Saint-Germai­nes-des-Prés Manastırı’ndaki bir şapelde bulunuyor. Burası aslında naaşının üçüncü durağı. Descartes, annesinin o henüz bebekken ölmesi, babasının ise evden uzak yaşamı ve ardından başka bir kadınla evlenmesi nedeniyle anneannesinin ya­nında büyüdü (babası Joachim’in 1640’ta ölümü sonrası cenaze­sine katılmamıştı). Kendisinin 1650’deki ölümünden sonra, Adolf Fredrik Kilisesi’nde­ki öksüz/yetim mezarlığına gömüldü. Naaşı bu mezarlıkta 16 yıl kaldıktan sonra, Paris’teki Saint-Etienne-du-Mont Kili­sesi’ne götürüldü. Ardından Fransız Devrimi sonrası 1792’de Panthéon nakledilmek istense de bu gerçekleşmedi. 1816’ya gelindiğinde ise bugünkü yerine taşındı.