Bundan tam 39 yıl önceydi. 1985 Mart’ında ABD’de 46 ünlü müzisyen, Afrika’da yüzbinlerce insanın ölümüne yol açan kıtlık ve açlık sorununa dikkati çekmek için biraraya gelerek “We Are the World” adlı şarkıyı kaydetti. Tüm dünyaya yayılan şarkı, Afrika’da açlıktan ölen insanları gündeme taşıdı. Kamera önünde ve arkasında yaşananlar…
Dünya yayıncılık tarihinde, 7 Mart 1985’te eşine nadir rastlanan bir gün yaşandı. Gezegenin dörtbir yanında 5 binin üzerinde radyo istasyonu aynı anda aynı şarkıyı çalıyordu. Sonraki 3 gün, o dönemin en büyük rekorlarından birine sahne olacaktı.
Aralarında Michael Jackson, Lionel Ritchie, Bob Dylan, Bruce Springsteen, Paul Simon, Ray Charles, Stevie Wonder gibi isimlerin yer aldığı 46 kişilik dev şöhretler karması tarafından USA For Africa (United Support of Artists for Africa -Afrika İçin Sanatçılar Birliği) adı altında kaydedilen “We Are the World” adlı şarkının 45’liği, 3 günde 800 binin üzerinde bir satış rakamına ulaşarak ABD tarihinin en hızlı satan plağı olmuştu. 1985 sonunda plağın tüm dünyadaki satışının 20 milyonu aştığı ve 63 milyon USD (bugün 160 milyon USD) gelir elde ettiği açıklandı.
Şarkının işaret fişeğini “Day-o” parçasıyla Türkiye’de de iyi tanınan, calipso müziğinin efsanevi ismi Harry Belafonte ateşlemişti. Belafonte, ABD koşullarında hayli Sol fikirlere sahip, tüm hayatını ırkçılık karşıtlığının yanısıra işçi hakları mücadelesiyle geçirmiş, saygın bir isimdi. O sırada 58 yaşındaydı.
Belafonte, 1984’te Afrika’da 400 binin üzerinde insanın hayatını kaybetmesine yol açan kıtlık karşında bir şeyler yapmaya karar vermiş ve düşüncesini birçok ünlü müzisyenin menajerliğini yapan Ken Kragen’a açmıştı. 1984’ün Kasım ayında İngiliz ve İrlandalı yıldızlar Boomtown Rats’ten Bob Geldof ve Ultravox’tan Midge Ure öncülüğünde biraraya gelmiş, açlıktan kırılan Etiyopya için “Do They Know It’s Christmas?” şarkısını kaydetmişlerdi. Sting, Boy George, Bono, Simon LeBon, Paul Young gibi isimlerin yer aldığı 45’lik, piyasaya verilmesinin ilk haftasında milyonu aşan satışa ulaşmıştı. Belafonte, “Neden aynısını biz de ABD’de yapmayalım?” diye düşünüyordu.
Kragen teklifi çok beğendi ve Belafonte’yi ABD’de her tarzdan ünlü isimlerin yer alacağı çok geniş popüler bir kadroyla bir şarkı kaydetme konusunda ikna etti. Elbette önce şarkının yapılması gerekiyordu. Ünlü menajer bu işi de Michael Jackson ve Lionel Ritchie’ye havale etmişti. Ortaya çıkan beste Amerikan popüler müziğinin en saygın prodüktör ve aranjörü Quiny Jones’a emanet edilecekti. Jackson ve Ritchie eve kapanıp çalışmalarına başlarken Kragen da tanınmış isimleri arayıp böyle bir projede yer almaları için ikna çabasına girişti.
Müzik dünyasının en büyük isimlerini razı etmenin zorluğunun yanısıra bir başka teknik problem mevcuttu: Böyle bir kadroyu kayda girmeleri için aynı gün aynı yerde toplayabilmek. Kragen’ın aklına bunun için pratik bir çözüm geldi. 28 Ocak 1985’te Los Angeles’ta Amerikan Müzik Ödülleri dağıtılacak ve neredeyse tüm yıldızlar ödül törenine katılacaktı. O yıl ödül töreninin sunuculuğu için Lionel Richie seçilmişti. Bu da törene katılan ünlülerin kulis arkasında tören sonrası stüdyoya geçmeleri için ikna etmekte bir avantajdı. Tabii henüz ortada şarkı yoktu.
Söylenenlere bakılırsa, Jackson ve Richie ikilisi tüm dünyada kolayca algılanıp eşlik edilebilecek “bir nevi marş” yazmaları gerektiğine karar verdikten sonra, oturup farklı ülkelere ait bazı ulusal marşları dinlemişlerdi. Önce mırıldanma şeklindeki sözlerle müziği tamamladılar; sonra Michael Jackson’ın yazdığı sözlerle ilk Quincy Jones’a emanet edilecek ilk demo’yu kaydettiler. Quincy Jones ortaya çıkan işi beğenmişti. Bu arada menajer Ken Kragen da büyük başarıyla dev bir kadroyu ikna etmeyi başarmıştı. Özellikle Bob Dylan ve Bruce Springsteen’in dahil olması, geri kalan birçok ismin ikna edilmesinde büyük etkendi.
“We Are the World” adlı popüler müzik tarihinin bu en ilginç ve aynı zamanda tartışmalı şarkısı, stüdyoda 46 isim tarafından kaydedildiğinde, tarih 28 Ocak 1985’ti.
39 yıl sonra Netflix’in yayınladığı “Pop Müziğin Muhteşem Gecesi” adlı belgesel, hem Türkiye’de hem de tüm dünyada ilgiyi yeniden bu hikayeye çekti. 80’lerin ortasında her biri apayrı bir kariyere ve şöhrete sahip yıldızın yaptığı bir kaydın aşamalarını, bazı isimlerin o geceye dair tanıklıklarını içeren, ilgi çekici ve izlenesi bir yapım. Ancak hem Türkiye’de hem de dünyada sosyal medya kullanıcılarının belgeseli izledikten sonra yaptıkları paylaşımlar da belgeselin kendisinden daha düşündürücü. Çoğunluğun ilgisini çeken, büyük şöhretlerin eğlenmeyi de ihmal etmeyerek, zaman zaman da gayet çocuksu tavırlarla bir şarkı kaydetmiş olmaları. Artık Afrika’dan bahseden pek yok. Aslında basit bir Google araması, Afrika’nın çeşitli bölgelerinde açlık sorununun o günden bu yana hiçbir zaman tam olarak bitmediğini, hâlen sürdüğünü gösteriyor. Sosyal medya paylaşımlarında övgüyle en çok yer verilen ayrıntı ise, Quincy Jones’un stüdyonun kapısına astığı yazı: “Egolarınızı girerken kapıda bırakın!”
“We Are the World” plak olarak yayınlandığında ek gelir elde etmek için anahtarlık, tişört, kahve fincanı gibi hatıra eşyaların yanısıra “We Are The World: The Story Behind the Song” başlıklı VHS formatında bir de video kaset satışa sunulmuştu. Stüdyodaki kayıt gecesine ait görüntüleri içeren bu yapım 1985’in en çok satan video kasetleri listesinde 9. sırada yer almıştı. ‘60’lı yıllardan itibaren politik tutumu, Vietnam Savaşı karşıtı söylemleriyle dikkati çeken, ‘80’lerde “aerobik akımı”nın öncüsü olarak yeni bir kimlik edinen Jane Fonda’nın anlatıcılığı üstlendiği videoda, bugün gündemde olan belgeselden daha fazlası izleyiciye sunulmuştu. YouTube üzerinden tamamına ulaşılabilen bu 1 saatlik kaydı izleyince en dikkati çeken ayrıntı; şarkının kaydına girilmeden önce Amerikalı yıldızlara motivasyon desteği yapmak üzere içeri giren Bob Geldof’un konuşması.
Sonradan sızan bilgilere göre Geldof, stüdyoya geldiğinde biraz şaşkınlık ardından da epey öfke yaşamıştı. Stüdyoyu tepeden gören loca mahiyetindeki ayrı bir bölümde gösteri ve moda dünyasının ünlüleriyle dolu, havyar ve ıstakozun da olduğu zengin açık büfeden yemek yenilen, pahalı şampanyalar içilen bir partiyle karşılaştığında sinirlenmişti. Stüdyoya konuşma yapmaya indiğinde de ufaktan bir dokundurma yapmayı ihmal etmemişti. 1985’te yayınlanan kayıtlarda Geldof’un konuşması bugün izlediğimiz belgeseldekinden bir parça daha uzun. O an kaydedilmeye çalışılan şarkıyı gerekli kılan şeyin, büyük oranda Batı toplumunun suç olduğunu söylüyor; Batılı ülkelerin silolarında milyarca ton tahıl ihtiyaç fazlası olarak dururken birilerinin “hiçbir şey”e sahip olmadığını belirtiyor; “hiçbir şey derken, sarhoş olmak için içecek bir şey olmamasından değil, hayatta kalmak için içilecek su olmamasından bahsediyorum” diye ekliyor. Stüdyoyu dolduran bütün o yıldızların Geldof’u dinlerkenki hâlleri, ne hissetmesi gerektiğini bile bilemez haldeki bakışları, konuşmanın tamamını dinleyince daha da etkileyici oluyor.
Şarkının hem yayınladığı dönemde hem de sonraki yıllarda dile getirilen eleştirilerde önemli bir nokta var. Michael Jackson, Beyaz Saray’da Reagan gibi bir başkan tarafından ağırlanan, gençliğe örnek gösterilen bir isimdi. Politik herhangi bir tavırdan öte, bir pop yıldızından beklenebilecek gençlik yaramazlığı kabilinden bile bir aşırılığı yoktu. Reagan’ın eşi Nancy Reagan ve diğer bazı senatör eşleri, “gençleri popüler müziğin zararlı etkilerinden korumayı” amaçlayan bir dernek kurmuşlar, pop şarkılarındaki müstehcenlik, argo ya da aşırı Sol olarak görülebilecek sözleri sansürlemeye çalışıyordu. Aseksüel görünümüyle, siyah kimliğinden kurtulmaya çalışmasıyla Jackson, Beyaz Saray için ideal bir pop yıldızıydı. “We Are the World”ün sözleri, atıf yaptığı dinsel vurgularla Amerikan Sağı’nın tam aradığı kıvamdaydı. Paranoyak düzeyde bir anti-komünist olan Reagan için “We Are the World”, ABD’nin dünya üzerinde kurmasını düşlediği kültürel hegemonyanın mükemmel bir ifadesiydi. Afrika’nın yüzyıllara yayılan ve Anglo-Sakson dünyanın büyük pay sahibi olduğu sorunlarını soyut bir şekilde ele alıp, içi boş bir sevgi temasına çevirmekten başka bir işe yaramıyordu.
O dönemde yayımlanan birçok eleştiride dile getirilen bir konu da, şarkının kaydına girmeyi kabul edenlerin büyük bir çoğunluğunun aslında bir lütuf göstermedikleri; hatta birçoğunun ticari sebeplerle bizzat talip oldukları; içlerinden kimilerinin Afrika’da büyük bir açlık sorunu olduğunu o gün stüdyoda öğrendikleri yolundaydı. Netflix belgeselinde Kenny Loggins’in çok rahat bir şekilde “Afrika’dan haberim yoktu, Michael’ın yaptığı bir iş önemlidir nihayetinde diye düşündüm” minvalli bir konuşma yapması, bu eleştirilerin pek de isabetsiz olmadığını gösteriyor.
2005’te Rolling Stones dergisi Billy Joel ile uzun bir söyleşi yapmış. Daldan dala atlayan görüşmede kendisine yöneltilen sorulardan biri de “USA For Africa’da yer aldın. O günlerden bize aktarabileceğin bir dedikodu var mı?” şeklinde. Joel şöyle cevaplamış: “Orada olanların çoğunun şarkıyı hiç sevmediğini hatırlıyorum. Bir de Cyndi Lauper kulağıma eğilip ‘Bu ne böyle Pepsi reklamı gibi’ demişti”.
İlginçtir, ünlü müzik yazarı Greil Marcus da 1985’teki yazısında “Pepsi Cola reklam müziği” eleştirisinde bulunmuş. Marcus’un takıldığı nokta şu: 1984 Amerikan Müzik Ödüllleri’nin sunucusu Michael Jackson’dı, 1985’te sunuculuk Lionel Richie’ye verilmişti. Hem Jackson hem de Richie o yıllarda Pepsi’nin reklam kampanyasında, astronomik ücretler karşılığı yer alıyorlar, ödül töreni gecelerinde Pepsi reklamları uzun uzun gösteriliyordu. O dönemdeki reklamlarda kullanılan “Yeni kuşağın tercihi. Biz seçimimizi yaptık” gibi cümlelerle “We Are the World”de şarkıda yer alan “Bir seçim yapmalıyız” dizesi Marcus’a göre masumane bir benzerlik değildi.
“We Are the World” istediği kadar reklam koksun ya da gerçeklikten uzak olsun, o günün dünyasında insanlar, Afrikalı aç çocukların görüntülerinden etkilendiler. Ancak bugün sosyal medyada, büyük pop yıldızlarının biraraya gelmesinden “çok duygulandığı” yazanlar arasında; “Egonuzu kapının dışında bırakın” cümlesini samimi olarak hisseden ve aç insanları umursayan kaç kişi var?