0,00 ₺

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

KÜRESEL ISINMA VE ÇEVRE SORUNU

‘Entel-dantel’ meseleydi ama tüm insanları eşitledi

Dünyanın önde gelen haber ajansları, geçen yılın sonunda küresel ısınmayla ilgili 2023 verilerini yayımlayan biliminsanlarına yer ayırdı. Buna göre 2023’teki ısı artışı 1.54 dereceyle üst sınırı aştı ve 1850’den bu yana en sıcak yılı yaşadık. Endüstri çağından bugüne gezegenimizin sağlık sorunları ve farklı kesimlerin buluşması.

Yerküremiz ateşi her gün biraz daha yükselen bir hastayı andırıyor. İklim değişikliği sorununa eğilen araştırma enstitüleri (Copernicus Climate Change Service/ECMWF, Berkely Earth California), 2023’ün Avrupa ve Japonya’da 1850’den bu yana en sıcak yıl olduğu konusunda hemfikir. Amerikalı uzmanlara göre, 1.54 derecelik artış ile BM Paris Antlaşması ile üst sınır kabul edilen 1.5 derece sınırı aşılmış bulunuyor. Tüm veriler, sorunun önümüzdeki yıllar­da devam etmekle kalmayıp, atmosferin ve okyanusların giderek daha sıcak sınırları zorlayacağı yönünde.

Hava ısısının dünya çapında ölçülmeye başlandığı ve en­düstri çağı öncesi olarak anılan 1850, bugün hayal edilemeye­cek bir tarih artık. Avrupa’da Fransız Devrimi sonrası mo­narşilerin yıkılmaya başladığı, parlamenter demokrasilerin doğum sancıları yanında sos­yal hareketlerin ve sosyalist partilerin doğduğu bir dönem bu. Teknik bakımdan endüstri henüz bebeklik çağını yaşıyor; buharla çalışan lokomotif ve gemiler yeni bir çağın gelmekte olduğunu söylüyor. Şehirlere akın eden onbinler, modern yaşam arayışında. Kömürün ana yakıt olduğu bu dönemde hava kirliliği veya çevre diye bir sorun olmadığı gibi; teknik devrimlere hayran kitleler için “tabiatı yenmek ve denetlemek” ilerici-modern olmak demek! Kömür ve çelik eksenli endüstri devrimi, son 150 yılda dünya­mızı hayal edemeyeceğimiz bir hızla dönüştürdü. Bugün kıtalararası seyahat birkaç saate indiği için, o dönem aylar süren yolculukların haftalara inmesinin önemini pek idrak edemiyoruz.

Küremizin sağlık sorunları, ilk defa 1970’lerde gündeme geldi. Gençler nükleer sant­ralleri sorguluyor, doğanın dengesinin bozulduğunu söylüyordu. Nehirlerde akan sular kirlenmişti; yeşil alanlar yokoluyor, birçok canlı türü­nün varoluşu, göç yolları tehdit ediliyordu. O dönem pek ciddiye alınmayan bu hareket, ilerleyen yıllarda çevre bilinci diyebile­ceğimiz bir toplumsal olguyu ortaya çıkardı. Türkiye bile bu gelişmelerden kısmen de olsa nasibini aldı ve Çevre Bakanlığı kuruldu.

Gundem_Iklim_1
2023, “uzun yıllar ortalaması”ndan (1991-2020) 0.60 derece, 1850-1900 sanayi öncesi seviyesinden 1.48 derece daha sıcak geçti.

Çevreciler ve siyaset sahne­sine çıkan “yeşil parti”ler, uzun süredir artık marjinal, ciddiye alınmayan olgular değil Avru­pa’da; iktidarlarda koalisyon ortağı oluyor, çevre bilinci için çalışıyorlar.

Çevre hareketinin doğuş yıllarında iklim sorunu ön planda değildi. Nehirler, büyük şehirler­de hava kirliliği, endüstri toplu­mu, teknolojinin zirvesi sayılan nükleer enerji ve atom santralleri eleştirilerin merkezindeydi. Tüm bu sorunların ortak özelliği, ya toplumun eğitimli dar bir kesimi tarafından dillendirilip tartışıl­ması ya da boyutları ile küresel değil bölgesel sorunlar kabul edilmesiydi.

Böylelikle iklim sorunu böl­gesel veya politik, hatta sosyal sınıflar olgusunu aşan ilk küresel çevre sorunu olarak dünya gün­demine oturdu; zira toplumun en fakir sosyal tabakalarından en zenginlerine kadar tüm kesimler bununla ve sonuçları ile karşı karşıyaydı. İklim sorunu, bir anlamda herkesi eşitlemişti!

Artık günümüzde yıkım gücü ile her yıl daha sık yaşanan fırtı­nalar, tayfunların bıraktığı ola­ğanüstü yıkımlar, görülmemiş sel felaketleri veya aylarca süren kuraklıklar eşiğinde dehşet verici orman yangınları… Türkiye veya Batı Avrupa gibi ılıman bölgelerde bile ısının 40 derece veya üstüne çıkmaya başlaması… Sıklaşan bu felaketler, toplumla­rın “hızlı unutan” kesimlerinde (hatta bizde bütün kesimlerde!) bile “bir şeyler yolunda gitmiyor” hissi uyandırıyor.

İsveç, Almanya gibi çevre hareketinin etkin olduğu ülkeler yanında, Çin, Rusya, Hindistan gibi otoriter ülkelerin elitleri de iklim sorunu ve olası sonuçları konusunda hassas artık. Yıllık küresel ısınmayı 1.5 derecenin altında tutmayı hedefleyen Paris Antlaşması, bu bakımdan dünya çapında destek bulmuş durumda.

Gundem_Iklim_2
Küresel ısınma; yıkım gücü gittikçe artan fırtınalara ve görülmemiş sel felaketlerine sebep oluyor.

Nedir bu +1.5 derece?

Paris Antlaşması’nın hedef koyduğu +1.5 derece sınırı, bilim dünyasının paylaştığı ortak bir analizden kaynaklanıyor. Küresel ısınmanın yıllık +2 dereceye ulaşması durumunda kontrolden çıkacağını ve dönüşü olmayan hızlı bir sürecin tetikleneceğini söylüyor araştırmalar. Denizlerin ısınıp Kuzey ve Güney kutuplarda birikmiş buz dağlarının eriye­ceği; Golf Stream gibi okyanus akıntılarının duracağı; kimi böl­gelerin yükselmekte olan deniz seviyesi ile sular altında kalırken, birçok bölgenin çöle dönüşece­ği; İskandinavya coğrafyasının buzullar altında kalabileceği düşünülüyor. Sanat-edebiyat dünyası da bu tartışmayı 20 yıl önceki “The Day After Tomor­row” filminden bu yana ekran­lara-sayfalara taşımaya devam ediyor.

Sorunun kaynağı yanında, çö­zümü de artık sır değil. İnsanlık her gün fabrika, kalorifer bacala­rından veya otomobil egzozların­dan atmosfere atılan milyonlarca ton karbondioksit (CO2) ve ozon gazının üretimini hızla azaltmak zorunda. Tabiatta yaygın bu gaz­lar, endüstri çağı öncesi denizler ve ormanlar ile dengeleniyordu. Giderek yükselen enerji tüketimi ile insan faktörü girdi devreye.

İnsan türü sadece yükselen nüfusu ve enerji tüketimiyle CO2 üretimini arttırmakla kalmıyor; dünyamızın akciğeri diyebile­ceğimiz Amazonlar gibi tropik ormanları da yokediyor. Çocuk­larımıza yaşanabilir bir dünya bırakmak istiyorsak bu süreci durdurmak, hatta geriye sarmak zorundayız.

EUROPE-WEATHER-GREECE-WILDFIRE
Artan sıcaklıklar ormanları etkiliyor. 2023 için açıklanan son verilere göre, Türkiye’de Eylül ayına kadar 12 binin üzerinde orman yangını yaşandı ve 14 bin hektar orman zarar gördü.

Ormanları korumak yanında en önemli görev, CO2 üretiminin kaynağı olan kömür, petrol, gaz temelli enerji kaynaklarından çıkıp, güneş, rüzgar, su gibi enerji kaynaklarına geçilmesi. Bu sanıldığı kadar kolay değil tabii ama, başka seçeneğimiz de yok. Sürdürülebilir enerji kaynakları­na dönmek tek seçenek. Kömür, petrol gibi ucuz, kolay ulaşılır enerji kaynağı dururken, insan­ları ve kâr peşinde olan üreticileri daha pahalı, teknik olarak eri­şilmesi zor enerji kaynakları için ikna etmek kolay değil şüphesiz; ama mümkün. Paris Antlaşması, Dubai’den sonra Bakü’de devam edecek küresel çabalar (COP28 Birleşmiş Milletler Çevre Konfe­ransı) umut verici.

Sorunun siyasi boyutunu da gözardı etmemek gerek. Ener­ji tüketimindeki eşitsizlik en önemli sorun. Mesela bir Hint vatandaşı, bir Amerikan veya İngiliz vatandaşının 10’da 1’i biri kadar bile enerji tüketmiyor; bu nedenle enerji tüketiminde sür­mekte olan eşitsizliği aşmadan, Hindistan’ı, Çin’i ve diğer ülkeleri uluslararası antlaşmalarla ka­zanmak kolay değil. Bu noktada, devreye sokulan ve “CO2 vergisi” diyebileceğimiz emisyon ticareti bir çözüm olabilir. Sadece üretim teknolojileri üzerinde değil, CO2 üretimi düşük olan ülkelere mali transfer kaynağı olacağı için de iki yönde caydırıcı bir özelliği var bu verginin.

Daha yeni sayılabilecek bir siyasi tehdit de şu: Özellikle Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da “iklim yalanı” sloganı ile seçmen kazanmaya çalışan popülist, aşırı sağcı hareketler güçleniyor. ABD’de Trump ile seçim kaza­nan bu siyasi akım, ne yazık ki Avrupa’da da yükselişte. Trump seçilir seçilmez, ABD Paris Ant­laşması’ndan çekilmişti. Benzer bir gelişme Avrupa’da aşırı Sağ’ın iktidarlarda daha etkin hâle gel­mesiyle de mümkün. Yakın ABD seçimlerinde Trump’ın bir defa daha kazanma ihtimali de, küre­sel ısınma tehlikesini arttıracak bir olgu.

Gundem_Iklim_4
+2 derecenin, Kuzey ve Güney kutuplarda birikmiş buz dağlarını eriteceği ve bazı bölgelerin sular altında kalacağı düşünülüyor.

Devamını Oku

Son Haberler