Askerî antropolog Dr. Aynur Onur Çifci, Ben Türk adlı kitabında Kore’deki Türk esirlerin hikâyesini anlatıyor. Türk, Amerikan ve İngiliz arşivlerinden elde edilen askerî belgelere ve esir düşen Türk askerlerle yapılan mülakatlara dayandırılan araştırma, üstün esaret performansları örnek gösterilen Türk askerleriyle ilgili filmlere konu olacak detaylar içeriyor.
Kore Savaşı’nda esir düştükten sonra Kuzey Kore’deki kamplarda 4-32 ay arası esaret hayatı yaşayan 244 Türk askerinin üstün esaret performansları, ABD ordusunun 1955’te yayımladığı ve günümüzde halen kullanılan Muharip Kuvvetler için Davranış İlkeleri Rehberi’ne emsal teşkil etmişti. Resmî kaynaklara göre Kore Savaşı süresince (Kuzey) Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (KDHC) ve Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) kuvvetleri tarafından esir edilen 7.190 Amerikan askerinin yaklaşık yüzde 38’i, 1,148 İngiliz askerinin ise yüzde 15’i esir kamplarında öldü. Fakat aynı esir kamplarında tutsak olan 244 Türk askeri arasında kampta ölen olmadı. Buna ek olarak, yine resmî kaynaklara göre, Çin Halk Gönüllü Ordusu’nun esir kamplarında yürüttüğü zorunlu komünist endoktrinasyon sonucunda Amerikalı esirlerin yüzde 15’i ve İngiliz esirlerin ise yüzde 12’si esaretleri boyunca düşmanlarıyla işbirliği yaptılar. Savaş sonunda 21 Amerikalı ve 1 İngiliz karşı tarafa iltica etti. Buna karşın, savaş sonunda iltica eden Türk askeri olmadı. Esir kampında düşmanla işbirliği yapan bir Türk çavuş ve bir Türk er diğer Türk esirlerin kampta kurdukları divan-ı harpte yargılandı; ağır şekilde darp edildi ve esaretlerinin sonuna kadar göz hapsinde tutulmuştu. Bu iki Türk işbirlikçi savaş bittiğinde silah arkadaşları tarafından öldürülecekleri korkusuyla Amerikan Ordusu’ndan himaye istediler.
Amerikan Kara Kuvvetleri’nin talebi üzerine George Washington Üniversitesi’nin Psikolojik Savaş Departmanı tarafından Türk esirler üzerine yapılan bir araştırma, yaşları 21-35 arası değişen 244 Türk esirden 6’sının subay (2 yüzbaşı, 3 üsteğmen ve 1 teğmen), 3’ünün astsubay (2 başgedikli ve 1 üstçavuş) ve 235’nin vatani görevini yerine getiren erbaş ve erler olduğunu günyüzüne çıkarmıştı. 244 Türk esirin yüzde 57’si hiç okula gitmemişti; okuma-yazma bilmiyorlardı. Yüzde 4’ü profesyonel askerken yüzde 96’sı er-erbaştı. Fakat ABD’deki yayınlarda Amerikan millî ve askerî prestijini onarmak için Türk esirlerin tıpkı Amerikan Deniz Piyadeleri gibi özel bir askerî eğitimden geçirilmiş “profesyonel” ve “elit” askerler oldukları iddiası yayılmıştı.
ABD Kara Kuvvetleri, hazırladıkları raporlarda Türk esirlerin üstün esaret performansının güçlü bir disiplin, emir-komuta zinciri ve birlik ruhuna dayandığını anlatıyordu. Amerikalı askerî doktorlar Türk esirlerin hastalarına birer bebek gibi baktıklarını, subay-astsubayların er-erbaşı koruyup kolladıklarını ve er-erbaşın da subay-astsubaya mutlak surette itaat ettiklerini yazıyorlardı.
Kitabın ismine de ilham olan “Ben Türk”, Kore Savaşı’na katılan Türk askerlerinin, özellikle de esirlerin, muharebe alanında ve esir kamplarında yaşadıkları çaresizlik ve gurur gibi acı-tatlı birçok duyguyu içinde barındıran bir ifade olmuştu. Kore’deki Türk personelin büyük çoğunluğu İngilizce bilmiyordu. Amerikalı bir doktor ameliyat masasında yatan Türk askerine İngilizce canının yanıp yanmadığını sorduğunda Türk askeri bu soruya “Ben Türk” diye cevap vermişti. Ağır yaralı bir Türk askeri ona yaklaşan bir Amerikalı askerden yardım isterken ağzından çıkan tek söz “Ben Türk” olmuştu. Yüzbaşı Hamit Yüksel’in anılarında ifade ettiği üzere “millî şerefe halel getirmemek” Türk esirler için muharebe alanında olduğu gibi esir kamplarında da önemli bir meseleydi. Bu nedenle yazar, Türk esirlerin kimliklerinden güç alarak ölüme ve siyasî endoktrinasyona meydan okudukları esaret hayatlarını anlattığı çalışmasına “Ben Türk” ismini uygun gördüğünü ifade ediyor.
Kitapta Türk esirler hakkında filmlere konu olacak birçok hikâye ve anekdot var. Bu hikayelerden biri Kuzey Koreli askerlerin esir aldıkları BM askerlerinin üstlerindeki değerli eşyalara el koymasıyla başlıyor. Kunu-ri Muharebeleri’nde esir düşen ve Türk esirlere 8 ay boyunca liderlik edecek olan Üsteğmen İsmail Oknas kendisini binlerce kilometre uzaktaki evine bağlayan tek obje olan altın evlilik yüzüğünü vermediği için Kuzey Koreli askerler Üsteğmen’i parmağını kesmekle tehdit etmişlerdi. Üsteğmen Oknas sert ve gözükara bir karaktere sahipti; geri adım atmayı sevmezdi. Türk esirlerden Sıhhiye Onbaşı Veli Atasoy sağduyu göstererek genç Üsteğmen’e “Kumandan, senin ölün değil, dirin lazım hanımına” demiş ve onu altın yüzüğü vermeye ikna etmişti.
Sıhhiye Onbaşı Atasoy, tutsak edildikten sonra cephe gerisinden esir kamplarına nakil sürecinde ve esir kamplarında yüzlerce esirin sağlık durumlarıyla yakından ilgilenmiş, hastaları ayırarak karantina uygulamasına gitmiş ve bit salgınına karşı başarılı bir mücadele yürütmüştü. Esir takaslarındaki sorgularında çok sayıda Türk, Amerikalı ve İngiliz esir, hayatlarını Sıhhiye Onbaşı Atasoy’a borçlu olduklarını ifade etmişlerdi. Atasoy, Kore’deki Türk er ve erbaş arasında Üstün Hizmet Madalyası (Legion of Merit) ile ödüllendirilen yegâne kişi oldu.
15 yaralı ve hasta Türk esir, 1953 Nisan’ında, geriye kalan 229 esir ise Ağustos-Eylül aylarında gerçekleştirilen esir takaslarında özgürlüklerine kavuştular. Bazıları askerî uçaklarla, büyük çoğunluğu ise Jutlandia gemisi ile Türkiye’ye döndüler.