İngilizler buldu ama İspanyollar yüceltti. Futbolun kalbi, rengi, heyecanı, rekabeti İspanya’da gelenekselleşti. Ülkenin iki büyük takımı Real Madrid ile Barcelona arasındaki 115 yıllık rekabet, bir dizi siyasal, sosyal ve parasal mücadeleyle beraber bugünlere geldi. Sahada kalmayan ezeli rekabetin satır başları…
Dünyada zamanı adeta durduran kaç olay var ki… Şüphesiz El Clasico onlardan biri; hattâ belki de en sık tekrarlananı. Tarihten beslenen, çimlerde sahneye konan modern zaman tragedyası. Bambaşka bir rekabet onlarınki, iki kulübün öyküsünden çok daha fazlası…
Aslında her şey İngiltere’nin seçkin üniversitelerinde eğitim alan İspanyolların Madrid’e dönmesiyle başlamıştı. Cambridge ve Oxford mezunu mektepli çocuklarla kimi akademisyenler, Ada’da sevdalandıkları oyunu doğdukları topraklara taşımıştı. 1897’de Pazar sabahları futbol oynamak için kurdukları Sky kulübü, beş yıl sonra nurtopu gibi bir takım doğuruyordu.
6 Mart 1902’de Madrid Futbol Kulübü resmen kapılarını açıyor, Juan Padros başkanlığa seçiliyordu. Bayrağı ondan kardeşi Carlos teslim almıştı. Kaderin cilvesi, bu Katalan biraderler Barcelona’da doğmuş; iş için ikâmetgâhlarını başkente aldırmışlardı.
Bir gün dayısını ziyaret etmek için Barcelona’ya giden gencecik bir İsviçreli, o şehre aşık olup kalmaya karar verince olaylar gelişmişti. Düzenli futbol oynamak isteyen Hans Gamper’in Los Deportes gazetesindeki ilanı şöyleydi: “Eski İsviçre (futbol) şampiyonu şehirde futbol maçları düzenlemek istiyor. Bu oyun hakkında heyecan duyan herkesi gazetenin binasında herhangi bir Salı ya da Cuma akşamı 9-11 arasında bekliyor”. İlana bir hafta sonra 11 kişi cevap vermiş ve 29 Kasım 1899’da Barcelona kurulmuştu.
Hans ismi, Katalanlar tam telaffuz edemiyor diye Kans, soyadı da Kamper olmuştu; daha sonra isminin Katalancası Joan’ı kullanıldı.
Futbolun emekleme günlerindeki ilk randevu 13 Mayıs 1902’deydi. Madrid’e yıllar sonra unvanını kullanma onurunu bahşedecek VIII. Alfonso’nun taç giymesi şerefine düzenlenen kupada, Katalanlar çiçeği burnundaki başkentlileri 3-1 yenerken, skoru Gamper ilan etmişti. Bu maçtan sonra tarihte iki takım arasındaki ilk transfer de gerçekleşiyordu. Ünlü besteci Isaac Albeniz’in oğlu Alfonso, 2002’de domuz kafası atılacak Luis Figo’dan bir asır evvel Barcelona’dan Real Madrid’e transfer olmuştu.
1920’de ise adeta silahlar çekildi. Birileri tam adlarının Katalancasını (Futbol Club Barcelona) kullanmaya başlarken, diğerleri kralın himayesine giriyordu. VIII. Alfonso buyurmuş, “kraliyet” manasına gelen Real, başkentlilerin adlarına eklenmişti. Artık kraliyete aittiler; onu sahada temsil edecekler, logolarında tacı bulunduracaklardı. Başarı alınyazılarıydı. Ötekiler ise Katalan milliyetçiliğinin kalesiydiler. Onlar da kazanmak zorundaydı.
266 maçlık amansız rekabet
Real Madrid ve Barcelona bugüne kadar 266 maç yaptı. Maçlardan 110’unu Katalan ekibi, 97’sini Başkent ekibi kazandı. Real Madrid’in hem ilk maçı hem rövanşı 3-1 aldığı 1960 Avrupa Kupası Yarı Finali’nin yankısı uzun yıllar sürmüştü.
Hayat memat meselesi
Camp Nou’dan önceki yuvaları Les Corts’ta 1925’te yapılan bir maçta İspanyol Millî Marşı ıslıklanıp İngilizlerinki alkışlanınca, diktatör Primo de Rivera’nın sabrı taşmıştı. Stadın kapısına altı ay kilit vuruldu, Gamper sınırdışı edildi. Kulüple ilişkisi kesilen işadamının bir süre sonra kente dönmesine izin verilse de kara bulutlar üzerinden hiç eksik olmuyordu. Büyük Buhran nedeniyle bütün malvarlığını kaybeden Barça’nın kurucusu 30 Temmuz 1930’da intihar etti, cenazesine binlerce insan katıldı.
Aynı yıl muhalif La Rambla gazetesini kuran Josep Sunyol, 1935’te Barcelona’nın başkanı oldu. Bir koltuğa birçok karpuz sığdıran hukukçu, İspanya İç Savaşı’nın ilk günlerinde Franco taraftarlarınca öldürüldüğünde, tarihler 6 Ağustos 1936’yı gösteriyordu. Kulüp giderek sol entelektüellerin desteğini alırken, 1957’de açılan yeni yuvaları Camp Nou, Katalanca’nın özgürce konuşulabildiği tek yer olmuştu. Çok sonraları Katalunya’ya özerklik verilmesi kampanyasının kalbi de olan mabet, 38 yıllık sürgünden 1977’de dönen Josep Tarradellas’ın ilk ziyaret ettiği yerlerden biriydi. Katalan politikacı ancak Franco’nun ölümünden iki yıl sonra doğduğu topraklara ayağını basabilmişti.
İspanya İç Savaşı’nın bitimiyle birlikte 1939’da ligler yine demir alıyordu. Başta bugünün Atletico Madrid’i, o günlerin Athletic Aviación’a destek veren Franco, sonradan Real Madrid’e yakınlaşmıştı. 1941’de çıkarılan bir kararnameyle takımlar millîleştirildi. Buna göre kulüplerin adlarında yabancı sözcük kullanılamayacak, isimleri İspanyolca olacaktı. İşte bu yüzden bordo-mavililerin adı Club de Futbol Barcelona olmuştu.
13 Haziran 1943’te dünün General, bugünün Kral Kupası’nda buluşmuştu ezeli rakipler. Yarı finalin ilk ayağında 3-0 kazanan Barcelona, Madrid’e rahat gidiyordu. Tevatüre göre organizasyona rütbesini veren Franco’nun Katalanlara reddedemeyecekleri bir teklifi vardı. Ailelerinin ve kendi hayatlarından korkan futbolcular, eski Chamartin Stadyumu’nun çimlerinde bozguna uğramıştı. O gün tabelada yazan 11-1’lik skor, tahmin edebileceğiniz gibi en farklı El Clasico!
İntikam için bordo-mavililer otuz yıl bekledi. 17 Şubat 1974’teki mücadele öncesinde Barça’nın beyni Johan Cruyff, oğlu Jordi için gün sayıyordu. “Total futbol”un mimarı teknik direktör Rinus Michels, Ajax’tan sonra Barcelona’da da çalıştığı maestrosundan doğumun erkene çekilmesini rica edince olaylar gelişmişti. “Sarı Fare” Santiago Bernabeu çimlerinde şiir yazınca, Real Madrid paramparça olmuştu: 5-0. Ertesi yıl Franco ölmüş, İspanya’da iklim değişmişti.
Tarihi değiştiren imza
1939-1953 arasında şampiyon olamayan Real Madrid’in yazgısı bir transferle değişmişti. Tarihin en iyi oyuncularından biri olan Alfredo Di Stefano, eflatun-beyazlılara olaylı bir şekilde imza atıyor; başkentte hasat mevsimi başlıyordu. Bordo-mavililer yıldız futbolcuyla anlaşıp onu hazırlık maçında sahaya sürse de, haklarına sahip Güney Amerika ekipleriyle uzlaşamamıştı. Tam bu noktada başkentliler devreye girince işler arapsaçına dönmüştü. İşin içinden çıkamayan İspanya Futbol Federasyonu gol makinasının her iki kulüpte de ikişer sene oynamasına karar verdi. Katalan milliyetçiliğinin iyiden iyiye alev aldığı günlerde bordo-mavili camia da adeta yanıyordu. 23 Eylül 1953’te resmen imzayı atan Di Stefano’nun golleriyle coşan “Beyaz Şimşekler”, bir ay sonraki El Clasico’da ezeli rakiplerini “beşlemişti”.
Bu transferden sonra şaha kalkan Real Madrid önce lig, ardından da Avrupa’da fırtına estirdi. 1955-56’dan itibaren Şampiyon Kulüpler Kupası’nı adeta tekeline alan başkentliler üstüste beş kez zafere ulaşırken, tüm bu finallerde Di Stefano gol atmıştı! Ruh ikizi Ferenc Puskas ile birlikte camiayı uçuran efsanenin transferi adeta bir milattı. O güne kadar oynanan 22 sezonda sadece iki defa mutlu sona ulaşan Beyaz Şimşekler, onun boy gösterdiği 11 sezonun sekizinde şampiyonluğa ulaşmıştı.
Peki Pele’nin “tarihin en iyisi” dediği futbolcu ya Barcelona’ya gitseydi! Kuvvetle muhtemel bugün Real Madrid dünya devi değildi.
Bir kulüpten daha fazlası
Rekabet kızışmaya başlarken, bordo-mavililer direksiyonu biraz daha farklı bir yöne kırıyordu. İlk olarak 1968’de başkan Narcis de Carreras’ın konuşmasında yer verdiği kulübün mottosu “Més que un club” (Bir kulüpten daha fazlası), camianın genlerine işlemişti. Formasına uzunca bir süre reklam almayan Barcelona, 2006’da UNICEF ile imzaladığı sözleşme doğrultusunda onların logosunu taşımış; ayrıca projelere senede 1.5 milyon euro vermişti. Dünyanın birçok kıtasında yoksulluğa, açlığa, hastalıklara dikkati çeken kulüp, Ekvador, Nepal ve Ruanda’daki mülteci çocuklara yardım eli de uzatmıştı. Formalarına reklam aldıklarında, tartışılan tek onlardı!
1973’te Gaudi’nin şehrine ayak basan Cruyff, futbolculuk döneminde bir lig, bir de kupa şampiyonluğuna imza atabilmişti. 1978’de başkanlık koltuğuna oturan ve tam 22 yıl görev yapan Josep Lluis Nunez, yavaş yavaş Barcelona’nın çehresini değiştiriyordu. Birçok tesise imza atmış, Barcelona Müzesi’ni açmış, La Masia çiftlik evini satın almıştı. İşte stadın dibindeki o yer altyapıya tahsis ediliyor, meyveleri sonradan alınıyordu.
Bir röportajında Franco’nun kendisi de dahil bazı Katalan işadamlarına verdiği maddi- manevi desteğin altını çizen Nunez, İspanya’nın değişik bölgelerinin de bu kredilerle geliştiğini vurgulamıştı.
Topun ağzındayken son çare olarak 1988’de Cruyff’u takımın başına geçiren başkan huzura kavuştu. Hollandalı futbol filozofu hem üst, hem de altyapıyı mükemmelleştiriyordu. Pasa dayalı oyun anlayışı gelişiyor, kulübün gençleri topla yatıp kalkmaya başlıyordu. Artık teknik önemliydi; fizik ikinci plana atılmıştı. Daha önceden ıskartaya çıkarılacak çelimsiz Xavi, Andres Iniesta, Lionel Messi gibi futbolcular bu zihniyet doğrultusunda güneş gibi parladılar.
80’lerde kendi yetiştirdiği değerlerle şampiyonluklara ulaşan Real Madrid, 2000’lerde yıldızlar topluluğuna dönmüştü. Bir pazarlama stratejisinin de sonucu olan Los Galacticos forma sattırıyor, fakat ezeli rakibinin gölgesinde kalıyordu. 29 Kasım 2010’da Barça, Real Madrid’i beşlerken; oynayan 14 futbolcudan 10’u La Masia çıkışlıydı. İki yıl sonraki Levante maçında sakatlanan Dani Alves’in yerine Martin Montoya geçtiğinde tarih yazılıyordu; sahadaki 11’in tamamı o altyapıdandı!
Habil ile Kabil’in çimlerdeki dansları daha uzun süre milyarları ekranları başına mıhlayacak gibi gözüküyor. Randevuların saati belirlenirken yer yer futbol pazarının Uzakdoğulu güçlü aktörleri de ihmal edilmiyor. Zamanın ruhu elbette bunu gerektiriyor.
RAKAMLARLA EL CLASİCO
Amansız mücadelenin satırbaşları
BUGÜNE dek toplam 266 El Clasico oynandı. Barcelona’nın 110, Real Madrid’in 97 galibiyeti var. Resmî randevularda ise başkentlilerin üstünlüğü bulunuyor. Resmî 233 randevunun 93’ünü eflatun-beyazlılar, 91’ini ise bordo-mavililer kazandı.
LIGDE Real Madrid’in 32, Barcelona’nın ise 24 şampiyonluğu bulunuyor. Katalanlar 27 Mayıs’ta Alaves ile 29. Kral Kupası zaferi için, başkentliler ise 3 Haziran’da 12. Kupa zaferi için Juventus ile kozlarını paylaşacak (dergimiz basılmış olacak). Bugüne dek Beyaz Şimşekler’in kazandıkları arasında 19 Kral Kupası, 2 UEFA Kupası, 3 Avrupa Süper Kupası, 3 Kıtalararası Kupa, 2 FIFA Dünya Kulüpler Kupası dikkat çekiyor. Bordo-mavililerin ise eski adıyla Şampiyon Kulüpler, bugünkü adıyla Şampiyonlar Ligi’nde 5, Kupa Galipleri’nde 4, Fuar Şehirleri Kupası’nda 3, Avrupa Süper Kupası’nda 5, FIFA Dünya Kulüpler Kupası’nda da 3 zaferi var.
REKABET tarihinin en golcüsü Lionel Messi. Son buluşmanın uzatmalarında takımını galibiyete taşıyan Arjantinli yıldız 23 defa Real Madrid ağlarını havalandırmış durumda. Başkent cephesinde ise Di Stefano’nun 18, Cristiano Ronaldo’nun da 16 golü bulunuyor.
EZELİ rekabette en çok boy gösteren Manuel Sanchis. Real Madrid’in altyapısından yetişen savunma oyuncusu 43 Barcelona mücadelesinde sahne almış. Kupa koleksiyonerlerinden beyaz şimşek Fransisco Gento ile bordo-mavililerin unutulmaz kaptanı Xavi 42 El Clasico’da sahne almış. Şimdilik Iniesta 35, Messi ile Sergio Ramos ise 34 defa bu büyük heyecanı yaşamış.
DEVLER bugüne kadar dört kez Kupa1’de eşleşmiş. Eski adıyla Şampiyon Kulüpler, bugünkü ismiyle Şampiyonlar Ligi’ndeki buluşmaların ikisinde Real Madrid, ikisinde ise Barcelona yoluna devam etmiş. Şimdiye kadar üç defa yarı finalde buluşan ezeli rakiplerden turlayan o sezon zafere ulaşmış. (1960 ve 2002 Real Madrid, 2011 Barcelona)
İSPANYA’DA şampiyonu iki tarafa dizilip alkışlayarak karşılama geleneğine “pasillo” deniyor. Buna göre lig yarışını en önde göğüsleyen takım eğer bunu sezon içinde başarırsa rakipleri tarafından onurlandırılıyor. Tarihte üç kez taraflar El Clasico’ya şampiyon olarak çıkmıştı.
BU amansız rekabette taraftarların da rakip futbolcuya hakkını teslim ettiği anlar mevcut. 1989’da 33 yaşında trajik bir kazada ölen İngiliz Laurie Cunningham, 1980’de döktürdüğü El Clasico’da Camp Nou tarafından onurlandırılmıştı. Sonradan Maradona, Ronaldinho ve Iniesta Santiago Bernabeu’da ayakta alkışlanacaktı.
BUGÜNE kadar iki takımda da oynayan 33 futbolcu var. Tarihte ilk Alfonso Albeniz 1902’de, son olarak da Javier Saviola 2007’de bunu gerçekleştirmişti. Rekabetin iki kıyısında da sahne alanların en ünlüleri Figo, Bernd Schuster, Gheorghe Hagi, Michael Laudrup, Brezilyalı Ronaldo ve Luis Enrique olsa gerek.
FIKSTÜRÜN azizliği 2011’de tüm dünyayı mest etmişti. Devler 18 gün içinde dört kez karşı karşıya gelmişti. Ligde berabere kalmışlar, kupa finalinde ise uzatmalarda Madridliler gülmüştü. Şampiyonlar Ligi yarı finalinin ilk ayağında deplasmanda Messi’nin golleriyle gülen Katalanlar, rövanşta da berabere kalarak tur atlamıştı.
EZELİ rekabet sosyal medyaya da yansımış durumda. Real Madrid’in Facebook’taki hayran sayısı yaklaşık 200 bin daha fazla. Başkentlilerin 102 milyondan fazla hayranı bulunuyor. İspanyol devlerinin yanına yaklaşmak uzun süre mümkün görünmüyor.