Geçmişten aldığı mirası bugüne getiren, onu yeniden şekillendiren, geleceğe uzanan büyük bir miras bırakan sanatçı Timur Selçuk. Şarkılarının her biri ayrı güzel. Amiyane tabiriyle “boş yok”. Hepsini ince ince işlemiş, özenle süzgecinden geçirmiş. Yaptığı bütün şarkılarıyla hayatımıza etki etmiş bir ikinci isim yok. Hep yaşayacak.
Kimi onu romantik şarkılarından tanır, kimi alanlarda söylediği devrimci marşlardan. 60’ların ikinci yarısında “Münir Nurettin Selçuk’un yetenekli oğlu” olarak girdiği müzik piyasasında ana arteri şekillendiren isimlerden biri oldu. Çağdaşları yabancı şarkılar üzerine söz yazılarak oluşturulmuş “aranjman”ları söylerken, Timur Selçuk kendi besteleriyle dinleyici karşısına çıktı ve bu yolda uzun süre tek başına yürüdü.
Sözlerini kendi yazmıyor, bir söz yazarıyla çalışmıyor, çağdaş şairlerin şiirlerini besteliyordu. Tek istisna, Ümit Yaşar Oğuzcan. Başta onun şiirlerini de bestelerken aralarında başlayan abi-kardeş ilişkisi, ilerleyen yıllarda Oğuzcan’ın Selçuk bestelerine söz yazmasıyla sürdü.
Onu tanıdığımız dönemde Fransa’dan Türkiye’ye gelmiş, eğitimini sürdürürken iki plak yapmış ve hızla Paris’e dönmüştü. “Ayrılanlar İçin” ve “Sen Nerdesin”, adını duyduğumuz ilk şarkılar. Her iki plağın diğer yüzünde birer Fransızca şarkı var -ki bu, aslında Fransa’da Timour adıyla şansını denediği dörtlü plaktaki şarkılardı.
1969’da yayımlanan üçüncü plağı, iki yüzünde iki ayrı şaheser barındırıyor: “İspanyol Meyhanesi” ve “Beyaz Güvercin”. Sonrasında art arda yaptığı 45’lik plaklarla -ki bunların neredeyse her biri klasikler arasında yerini aldı- bir anda büyük bir hayran kitlesi oluşturdu. Bu noktada şunu söyleyelim: Yayımlanmış Timur Selçuk şarkılarının her biri ayrı güzel. Amiyane tabiriyle “boş yok”. Hepsini ince ince işlemiş, özenle süzgecinden geçirmiş. Bu, bizim şansımız. Bu ince eleyiş şarkılarının sayısını sınırlıyor belki ama, yaptığı bütün şarkılarıyla hayatımıza etki etmiş bir ikinci isim yok.
Çiğdem Talu’yla çalışmaya başlaması bambaşka bir macera. Onunla birlikte devrimci şarkılara yöneldi. Ankara Sanat Tiyatrosu’nca (AST) sahnelenen oyunlar için yaptıkları şarkılar tiyatro sahnesinden alanlara çıktı ve özgürlük sloganları atan gençlerin sesine ses kattı; bir yandan onlara güç verirken seslerini duyulur kıldı.
“Nereye Payidar” oyunu için yazdıkları aynı adlı şarkı, hâlâ alanlarda söylenir. Aynı oyunda yer alan “Kasa Şarkısı”, “Kasa Can Çekişiyor” ve “Direniş Türküsü”, güncelliğini yitirmeyen şarkılar. Yine Çiğdem Talu’nun dokunuşuyla dillere düşen “Türkiye İşçi Sınıfına Selam”, onun, sendikalarla yakınlaşmasını sağlayan şarkı. 1977’de yaptığı mavi kapaklı albümde bu şarkıları yanyana getirdi ve dinleyiciye sundu belki ama aslında şarkılar, sendikaların düzenlediği dayanışma gecelerinde yine onun piyanosu eşliğinde kitlesini çoktan oluşturmuştu.
Piyanosunu her zaman devrimci bir enstrüman olarak kullandı. 1976-78 arasında ODTÜ’de düzenlenen konserlerde bu durum öğrencilerce tartışılmış, yapılan forumlarla emperyalist piyanonun devrimci amaçla kullanılabileceğine kanaat getirilmişti!
Yıllar sonra, 1991’de yinelenen ODTÜ konserinde, bu dönemde söylediği şarkıların bir kısmını “derin derin düşünelim” diyerek söylemiş, başlamadan önce şu konuşmayı yapmıştı: “Bizim 1976-78’de burada okuduğumuz şarkılardan bazıları bunlar; tümünü sunmak mümkün değil. Kanımca doğruların ve yanlışların iyi ayırtedilebilmesi için en doğru yol, geçmişten korkmamak, çekinmemek ve gençlerin anlayışına, bilincine güvenmek. Bu şarkıların nereleri ne kadar doğru, sözlerin hangi kısmı bugün için de geçerli, hangi kısmı değil, müzikleri ne dereceye kadar başarılı… Hepsini sizler bugünkü berrak bakışınızla, kafalarınızla değerlendireceksiniz. Ancak bir şey doğrudur sevgili arkadaşlar, ona bugün imzamı atarım, yaşadığım sürece de imzamı atacağım: Bu şarkıların hazırlanışındaki ortamda bu şarkılara inanan tüm insanların coşkusu ve namusu kusursuzdur”.
1983’te yayımlanan “Dünden Bugüne”de 1977’de kurduğu İstanbul Oda Orkestrası eşliğinde romantik şarkılarını yeniden söylerken devrimci duruma yakışan oyun müziklerini bunların arasına serpiştirdi. 1992’de, “25 Yıl” başlıklı albümünü “Genç Timur’a veda” notuyla yayımladı. Sonrasında, Münir Nurettin Selçuk bestelerini kendince yorumladığı “Babamın Şarkıları”nı ve yeniden yayımlanan albümlerini saymazsak yeni bir albüm yapmadı ama konserlerinde bu şarkıları her zaman söyledi.
1984’te 12 Eylül sonrası mecburen yaşanan sessizliğini Nükhet Duru’yla çıktığı “Bizim Şarkılarımız” başlıklı bir turneyle bozdu. Yıllar sonra aynı konserleri biraz daha farklı bir repertuvarla yeniden tekrarladıklarında büyük ilgi görmeleri şaşırtıcı değil. Nükhet Duru, kariyerinin hemen başında “Beni Benimle Bırak”ı plak yaparken tek bir şart koşmuştu: “Şarkımı Timur Selçuk düzenlesin”. Doğru yerden başlamak, biraz da böyle bir şey.
Timur Selçuk çok iyi bir besteci, kendine yeten bir piyanist, özgün bir yorumcu. Geçmişten aldığı mirası bugüne getiren, onu yeniden şekillendiren, geleceğe uzanan büyük bir miras bırakan bir sanatçı.
Bununla kalmıyor ama: Düzenlemesini yaptığı, orkestrasıyla eşlik ettiği şarkılar, şarkıcılar, saymakla bitmez. Tiyatro ve film müzikleri, oda müziği eserleri ve 90’lı yılların hemen başında İstanbul Devlet Opera ve Balesi tarafından sergilenen “Bir Uzay Müziği” başlıklı pop-opera, yaptığı “iş”lerden sadece birkaçı. Yazılarını hesaba katmıyorum bile.
1977’de açtığı Çağdaş Müzik Merkezi’nde yetiştirdiği öğrencileri ve kullandığı enteresan eğitim sistemi pek çok ismi tanımamıza sebep. Dokunduğu herkesin üzerinde iz bırakmış.
Peki hiç kötü tarafı yok mu? Bir dönem çok çektiği TRT Hafif Müzik Denetleme Kurulu’nun başına geçtiğinde başkalarına çok çektirdi belki ama, koyduğu yasakların hepsini, altını doldurduğu açıklamalarla insanlara anlattı. Yasak, kabul edilebilir bir durum değil şüphesiz ama, onu bile en iyi şekilde yaptı.
Çok nadir bir sanatçıyı kaybettik. Tesellimiz, şarkılarının kuşaklarca dinlenecek olması. Biz gideceğiz, adımız unutulacak belki ama Timur Selçuk şarkılarıyla hep yaşayacak.