Türk sporunun buluşma noktası, unutulmaz zaferlerin, büyük sevinçlerin ve hüzünlerin, futbolda ilklerin mekanı… Büyük futbolcuların, Baba Hakkı’ların, Lefter’lerin, Metin’lerin, Süleyman Seba’ların efsaneleştiği stadyum, 70 yıl önce yine bir Kasım ayında açılmıştı. Sadece futbolun ve Beşiktaş’ın değil tüm Türkiye’nin, sanatın, müziğin, insanın buluştuğu bir efsane mekan.
İstanbul’un incilerindendi İnönü Stadı. Baba Hakkı’ydı, Lefter’di, Metin’di. Millî takımdı, Üç Büyük’tü. Yıllarca futbolseverlerin buluşma noktasıydı. Sonraları Beşiktaş’ın yuvasıydı; siyahla beyazdı. Hayatın bir parçasıydı; bir kentin önemli duraklarındandı. Yeşilçam’ın pek sevdiği fondu; uluslararası yıldızlar yıllarca üstüne kondu.
Müsaadenizle bir semtin simgesine bakmalı; önemli kilometre taşlarını anımsatmalı… Türkiye’de statların tarihi, futbolunki kadar eskiye uzanmıyor. Bir zamanlar İstanbul’daki meşin yuvarlak meftunlarının neredeyse tek adresi Taksim Stadı idi. Onun 1939’da yıkılmasıyla birlikte futbolseverler bir manada yuvasız kalmıştı. Kurulan stadyum komitesi, yer olarak Dolmabahçe Sarayı’nın ahırlarının bulunduğu noktayı seçmişti. O zamanlar şehrin nüfusu sadece 600 bindi…
Dönemin valisi Lütfi Kırdar, Paolo Vietti-Violi’ye İstanbul’un yeni sahasını yapma görevini bahşetmişti. İki de Türk mimar kendisine yardım edecekti. Onlardan Fazıl Aysu’yu 31 Ekim 2013’te yitirmiştik. Ölümünden sekiz ay önce 3 Mart 2013’te Radikal gazetesine röportaj veren 101 yaşındaki Aysu, şunları söylemişti: “Proje İtalyan mimar Vietti Violi’ye verilecek dendi. Kendisi daha önce Manisa’da bir stad yapmıştı. Valiye gittik, ‘Türk mimarı hiç stat yapamayacak mı?’ dedik. Onun üzerine vali, Şinasi Şahingiray’la beni Vietti’nin yanında görevlendirdi. Ben o zaman 28 yaşındayım, lisan bildiğim için seçildim. Şinasi’yle kalktık, 1939’da Milano’ya gittik, bir ay Vietti’nin bürosunda çalışıp avanprojeyi tamamladık. Harp başlayınca konsolos ‘Güvenliğinizi sağlayamam’ deyip bizi Türkiye’ye geri gönderdi. Bir süre bekledik, sonra vali ‘Stadın bitmesi lazım, siz mimar değil misiniz?’ deyince projeyi ikimiz tamamladık. Stat 1947’de açıldı. 1930’ların Hitler mimarisinden etkilenmiştik”.
Patlayan 2. Dünya Savaşı, hayatı olduğu gibi inşaatı da durdurmuştu. 19 Mayıs 1939’ta atılan temel, dört yıl sonra yine bir 19 Mayıs’ta hayat bulmuştu. Çalışmalar hızlanmış, Gazhane tarafı dışında İtalyan mimarın planına sadık kalınmıştı. Fakat stadın Dolmabahçe Sarayı’na bakan yüzüne gömülecek tunç rölyefler yapılamamış, deniz tarafındaki kulelere dikilecek heykeller tamamlanamamıştı.
Stadyum komitesinin koyduğu şartlara riayet ediliyor, at nalı şeklinde, Dolmabahçe Sarayı, camii ve saat kulesiyle uyumlu bir tasarım hayat buluyordu. Silüet bozulmasın diye de Dolmabahçe tarafı açık bırakılmış, “deniz tarafındaki kale” böylece doğmuştu. Aysu’ya göre şehrin ortasında stadyum olması o gün de yanlıştı; bugün de: “Bugün daha büyük bir yanlış, çünkü nüfus o zamanlar 600 bindi, bugün 15 milyon. O zaman da plancı Henri Prost ‘Kapasiteyi 25 bin kişiyle sınırlayın’ demişti. Bugün bu kadar ahaliyi şehrin göbeğinde toplamak yanlıştır”. Aynı röportajda “Hiçbir mimar, eserinin yıkılmasını görmek istemez. Ben de görmeyeyim istiyorum” diyen Aysu, son nefesini vermeden işmakinaları İnönü’ye çoktan girmişti. Beklediği gibi 2014’ü görmemiş; haliyle Vodafone Park’ın 11 Nisan 2016’daki açılışını kaçırmıştı.
Onun eserlerinden Ali Sami Yen’in yerinde lüks gökdelen yükseliyor; bir zaman basketbolun kalbinin attığı Spor ve Sergi Sarayı, Lüfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı olarak anılıyor. Mesleği öğrendiği Fatih’teki stadyum ise dimdik ayakta duruyor. Oraya Vefa Stadyumu dense de maçlarını orada yapan Karagümrüklüler bunu asla kabul etmiyor.
İlk heyecan
23 Kasım 1947’de top ilk defa Dolmabahçe Sarayı’nın arka bahçesine kaçıyordu. Futbolun yeni yuvası kapılarını Beşiktaş ile AIK Solna arasında oynanan özel karşılaşmayla açıyordu. Kazanan İsveçliler de olsa, ilk gole imzasını atan Süleyman Seba, yıllar sonra siyah-beyazlı camianın başına geçecekti…
Ülkedeki siyasi gelişmeleri müteakip, stadın adı da değişiyordu. Demokrat Parti’nin 1950’de iktidara gelişinden sonra İnönü’nün resmi devlet dairelerinden, paralardan kaldırılmıştı. Tam stadın adı değiştirilmesi düşünülünürken, ilk Osmanlı Anayasası’nı hazırladıktan sonra sürgüne yollanan ve Taif’te 1884’te öldürülen Mithat Paşa’nın kemiklerinin Türkiye’ye getirilmesi sözkonusu oldu. İstanbul Belediye Meclisi’nde konu görüşülmüş ve karara bağlanmıştı.
Mithat Paşa Stadyumu böyle doğmuştu. Sayısız zafere tanıklık etmiş; Millî Şef’in 25 Aralık 1973’teki ölümünü müteakip stadın ismi yine İnönü olmuştu.
Millî Takım’dan İstanbul’un devlerine herkesin yuvasıydı o. Farklı renklerin birbirine karıştığı bir gökuşağıydı; harcı, dökülen gözyaşlarında saklıydı…
Macaristan zaferi
19 Şubat 1956’da Puşkaş ve arkadaşlarının ayak bastığı mabet, yıllarca anlatılan bir destana tanıklık ediyordu. 31 maçlık yenilmezlik serisi, 1954 Dünya Kupası finalinde Almanya karşısında sona eren, o tarihten sonra yine mağlubiyeti unutan o günün süper futbol gücü, Lefter ve Metin Oktay ile müşerref oluyor, ama adeta çimlere gömülüyordu. Biricik Ordinaryus’un iki, “futbolumuzun tavanındaki en güzel avize”nin bir golüne, Macaristan sadece futbol ilahıyla cevap verebilmişti.
Aslında Macar kafilesi 3 Şubat akşamı Türkiye’ye gelmişse de 70 santimi bulan kar, maçın ertelenmesine neden olmuştu. Karaborsada yüz liraya peynir-ekmek gibi satılan biletler manşetleri süslerken, karda sahne almak istemeyen yıldızlar topluluğu rahatlamıştı. Hattâ büyük usta Halit Kıvanç kararı memnuniyetle karşılayan Czibor’un tellendirdiği sigarayı yazıyordu. Sürekli şehir karmalarıyla hazırlık maçları yapılıyor; İzmir, Ankara derken rakip ayın 15’inde İstanbul’a ayak basıyordu. Nefesler tutulmuş, tüm Türkiye 19’unda iki millî takımı buluşturacak mücadeleyi bekliyordu.
O gün alınan 3-1’lik galibiyet, tüm dünya basınını hayretlere düşürmüştü. Yenilmez armada 1950’lerde ikinci kez boyun eğmişti.
Millî Takım’ın uzun yıllar en büyük zaferi buydu. Ne olursa olsun, Puskas ve arkadaşları sahadan boynu bükük ayrılmıştı. 19 maçlık yeni yenilmezlik serisi de bu sefer İstanbul’da çimlere gömülmüştü.
O takım Eylül’de 100 bin kişinin önünde Moskova’da kazanacak, ertesi ay da Sovyet tankları Budapeşte’de cirit atacaktı. Sonrası malumunuz… Takım ikiye bölünmüş; İspanya’ya gidenler Real Madrid ile Barcelona’nın kanatlanmasını sağlarken, Macarların futbol rüyası tank paletlerinin gölgesinde son bulmuştu.
Ağları yırtan Metin!
1959’da ülke futbolu millî lige merhaba demişti. Artık kentin değil, ülkenin şampiyonu olacaktı takımlar. Gruplarını lider bitiren Fenerbahçe ile Galatasaray unvan için Dolmabahçe’ye iki kere ayak basmıştı. 10 Haziran 1959’da Aslan, dört gün sonrasında ise Kanarya gülmüş, kupa Kadıköy’ün yolunu tutmuştu. Metin Oktay ilk maçta ağları yırtmış, ikinci karşılaşmada ise sarı-kırmızılı kaleye esen Fener fırtınası dört gol biçmişti.
Taçsız Kral’ın tarihe geçen golü çok tartışılmıştı. Kimilerine göre ağlar yırtıktı; bazılarına göre sapasağlam. Cemal Süreya, Metin Oktay’ın ölümsüzleştiği o anı şöyle yazmıştı: “Fenerbahçe’ye attığı çok ünlü bir gol vardır. ‘Uçan Manda’ olarak anılan Özcan’ın beklediği kalenin ağlarını yırttı. Ayıp olmasın diye ve rakip takıma bir cemile olarak şemsiyesiyle örttü orayı. Şemsiyenin bugün hâlâ orda olduğu söylenir”.
Yıllar sonra katıldığı bir televizyon programında bu golün bu kadar konuşulmasının Fenerbahçe’nin büyüklüğünden geldiğini söyleyen efsane futbolcu, derbi tarihinin en zarif hareketlerinden birine imza atmıştı. Rakip öteki değil; hayatın anlamıydı…
Fener alayı
Fenerbahçe tarihinin de yıllarca anlatılan en büyük destanı İnönü Stadı’nda yaşanmıştı. 1968’de İngiltere şampiyonu Manchester City ile eşleşen sarı-lâcivertliler, deplasmanda golsüz berabere kalmış, 2 Ekim’de Dolmabahçe’de tarih yazmıştı. İstanbul’daki maç öncesi sarı-lâcivertli yönetim, Eskişehirspor’a başvurmuştu. Evet, Es-Es’e! O zamanlar Türkiye’nin tek amigosu Orhan, kırmızı-siyahlıları bir filarmoni orkestrası şefi edasıyla yönetiyordu. O ve 40 arkadaşı, daveti millî mesele olarak nitelendirip Mithatpaşa Stadyumu’nun yolunu tutmuştu. Amigo Orhan sinemadaymışçasına sessiz futbol izlemeye alışık taraftara, adeta “başka bir dünya mümkün” demişti. Coleman’ın karşılaşmanın başında attığı gol moralleri bozmamış, ikinci yarıda City kalesine esen Fener fırtınası iki gol biçmiş, Abdullah Çevrim ve Ogün Altıparmak’ın sayıları İstanbul’a bayramı getirmişti.
Yeşilçam’ın vazgeçilmezi
Televizyondan naklen (canlı!) yayınlanan ilk derbi, 3 Mart 1974’te oynanmıştı. Dönemin TRT Genel Müdürü İsmail Cem, “500 bin Lira+ boş kalan koltukların bilet parası” formülüyle Fenerbahçe ile Galatasaray’ı ikna etmiş, mücadele, çiçeği burnundaki Telespor programı içinde izleyicilerle buluşmuştu. Kanarya’nın 2-1 kazandığı müsabaka, Ertem Eğilmez klasiklerinden Salak Milyoner’de de kullanılmıştı.
Bu meşhur filmde Kemal Sunal, Zeki Alasya, Metin Akpınar ve Halit Akçatepe define peşinde koşarken İnönü’ye çıkmıştı. Sahada Galatasaray-Fenerbahçe kapışsa da, kardeşler sarı-kırmızılıları karıştırıp Kayseri’nin oynadığını sanmışlardı. Metin Akpınar’ın yaptığı “Kayseri ıh ıh” tezahüratı anında kültleşmişti.
Şehrin göbeğindeki stada Yeşilçam sık uğramıştı. Asaf Tengiz’in yönettiği Gönül Kimi Severse filminde Cilalı İbo, sarı-lâcivertli renklere duyduğu aşkı ilan ederken, görüntüleri prodüksiyonun mezesiydi. Galatasaray’ın sembolü Metin Oktay ise bir manada 1965’te taçlandırılıyor ve hayatını konu alan Taçsız Kral filmi çekiliyordu. Söylemeye gerek yok, fonda yine İnönü vardı.
Kaleci Varol ile Fatma Girik’in başrollerini paylaştığı avantür filmlerinden “Kavgasız Yaşayamam”, Mahmut Hocalarından kaçan “Hababam Sınıfı, Ya Ya Ya Şa Şa Şa”da İnönü’nün çimlerine gömülen İlyas Salman, “Neşeli Hayat”ta terlik olarak çok sevdiği stadına ayak basan Yılmaz Erdoğan hâlâ zihinlerde. Hattâ Kemal Sunal sadece “Hababam Sınıfı”nda değil, “İnek Şaban”, “Gol Kralı” ve “Garip”te de soluğu Dolmabahçe’de almıştı. Doğrusu siyah-beyazlı forma da ona çok yakışmıştı.
Fenerbahçe’nin Kadıköy’e, Galatasaray’ın da Mecidiyeköy’e taşınmasıyla birlikte, İnönü Stadı, Beşiktaş’ın mabedine dönüşüyordu. Semtte buluşup yavaş yavaş Dolmabahçe’ye yürümek, adeta bu ayinin parçası oluyordu.
Konserler çağı
Yabancı ülkelerde gördüğümüz dev stat konserleri, 1990’larda Türkiye’ye de uğramıştı. Zamanın ruhu statların varoluşunu değiştirmiş, ruhun gıdası bir endüstrinin doğuşuna yardım etmişti. Büyük gelirler kazanılıyor, konserler görsel şölenlere dönüşüyordu. İlk Bryan Adams’la 1992’de başlayan gelenek, ertesi yılki bayramın müjdecisiydi. Guns N ‘Roses, Elton John, Bon Jovi, Metallica, Madonna, Michael Jackson 1993’te İstanbul’un incisiyle tanışmış, rock müziğin yaşlanmayan babaannesi Tina Turner da 1996’da Dolmabahçe havası almıştı.
Kartal Yuvası
İnönü Stadı, Beşiktaş’ın sayısız zaferine şahitlik etmişti. 19 Eylül 2000’de Barcelona, İstanbul’a “Kapalıçarşı’dan halı alırım” rahatlığıyla gelmiş, 3-0’lık bozguna şükrederek dönmüştü. Şampiyonlar Ligi’nden 1028 gün uzak kalan mabet öyle bir zafere evsahipliği yapmıştı ki… İbrahim Üzülmez’in yedek oksijen tüpüyle oynadığı maçta, Ahmet durmamış, İspanyol devini iki kere vurmuştu. Nouma skoru ilan etmiş, Nihat’ın direkte iz bırakan şutu hafızalara kazınmıştı.
Dolup taşan kalabalıklar
İnönü, İstanbul’un merkezindeki şehir stadyumu olarak bugünkü gibi kitlelerin kolay ulaşabildiği bir spor kompleksiydi. Fotoğraf 1953’ün Mart ayında oynanan bir maçın bilet kuyruğuna ait.
Kuruluşunun 100. yılında takipçisi Galatasaray’ı konuk eden Kartal, sekiz yıllık hasreti dindirmek istiyordu. Ev sahibine beraberlik yetse de baştan sona üstün oynayan Beşiktaş, mücadelenin son anlarında muradına eriyor; Sergen atıyor, şampiyonluk geliyordu!
24 Ekim 2007’de de bir başka dev Liverpool’u deviren siyah-beyazlılar, desibel rekorlarını altüst ediyordu. Tüm Avrupa sahadakilerin değil, tribündekilerin performansını konuşuyordu.
Kazmaların vurulacağı geçen sezon 3 Mart 2013’te oynanan derbi, muhteşem bir finale sahne olmuştu. Fenerbahçe ile girilen gol düellosunda son sözü söyleyen Olcay Şahan, Dolmabahçe’yi havalara uçurmuştu. Uzatmaların da son anlarında gelen bu zaferden sonra stada kazma vurulsa yeriydi…
Ve tarihler 11 Mayıs 2013’ü gösterdiğinde, Kartal yuvasında son kez kanat çırpıyordu. Rakip Gençlerbirliği de o gün stattaki muhteşem coşkunun bir parçası oluyor, farklı kazanan siyah-beyazlılar gözyaşlarıyla İnönü’yü terk ediyordu. Fakat sadece onlar mı, belli bir yaşın üstündeki birçok futbolseverin içi cız ediyordu. Peki sadece futbolseverler mi, müziğin devlerini Dolmabahçe’de izlemişler de… Birçoklarının ilk gittiği stattı o, ilk aşk unutabilir miydi ki…
İlk golü Süleyman Seba atmıştı, sonuncuyu Holosko. İlk konser Bryan Adams’dı, son Iron Maiden. Açılışı Seba yapmıştı, kapanışı Iron Maiden. Kimbilir, erken yıkılsa, yenisinde de ilk golü ölümsüz başkan atacaktı. Önce mimarı göçmüştü, ardından Seba. Bir şey kesinse, adı ne olursa olsun, birçokları ona İnönü demeye devam edecek. O, herkesin İnönü’süydü. Siz de her önünden geçtiğinizde, sayısız anı gözünüzün önünden akmıyor mu?