“Neolitik paket” dediğimiz silsile, insanoğlunun yerleşim–tarım–hayvancılık ve sonrasında kap-kacak üretimiyle gelişen 10 bin yıllık tarihini ifade ediyordu. Göbeklitepe bunlara uymadı. Bunlardan hiçbiri yoktu, ama 13 bin yıllık gelişkin bir mimari ve din vardı. Pakete sığmayan hikaye…
İnsanlar genellikle görmek istediklerini görürler. Arkeologlar ve tarihçiler de böyledir. Bizler yakın bir zamana kadar insanlık geçmişi ile ilgili gerçek bilgilerimizin 10 bin yıllık bir süreci kapsadığını görüyorduk. Başka bir deyişle, uygarlık yaklaşık 10 bin yaşındaydı. Bizlerin, homo sapiens sapienslerin ataları, yani insanlık öncesi atalarımız, bugünkü anlamda insan olmadan yaşadıkları 2 milyon yıl boyunca taş, kemik alet ve silahtan başka bir şey bırakmamışlardı geride.
Uygarlığın yiyecek üretimi ve teknolojik ilerleme artışı ile eşzamanlı olduğu düşünüldüğünde, bu 2 milyon yıllık geçmişin “uygar olmadığı” düşüncesi oldukça mantıklıdır.
Peki 10 bin yıl önce ne olmuştu? İnsanlar yerleşime geçmiş, tahıl tarımı başlamış, bazı hayvanlar evcilleştirilmişti. Çömlek yapımı keşfedilmişti ve belki dokumacılık bile biliniyordu. Bu kadar önemli gelişmelerin olduğu sürece bir isim verilmeliydi. Toplumda Cilalı Taş Devri olarak bilinen bu döneme arkeologlar Neolitik dediler, yani Yeni Taş Çağı. Neolitik, önceleri yalnızca Filistin, Suriye ve Mezopotamya’dan biliniyordu. Uygarlık nasıl yavaş ilerlediyse, arkeoloji bilimi de yavaş ilerliyordu. Neolitik sanki ilk keşfedildiği toprakların, Filistin, Suriye ve Mezopotamya’nın kültürüydü, oralarda kalmıştı ve kalmalıydı. Bereketli Hilal yani tarımın doğduğu topraklar ve onun ekosistemi, sözkonusu bölgelerin malıydı. Türkiye uzantısı ya da bir periferi yoktu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve Atatürk’ün teşvikleri ile Batılı ülkeler Osmanlı döneminde başladıkları arkeolojik faaliyetlerine devam ettiler, arkeoloji enstitülerini hayata geçirdiler. Bu olumlu ortama karşın, 1940 ve 50’li yıllarda Anadolu Erken Öntarihi hakkında yazılmış önemli kitaplarda, Anadolu’da Neolitik bir kültür olmadığı sonucuna ulaşılmış ve bu sonuçlar prehistorya kürsülerinde ders olarak okutulmuştu. Ancak 1950’li yılların ikinci yarısından sonra, özellikle James Mellaart’ın üstün çabalarıyla, önce Burdur yakınlarındaki Hacılar’da, daha sonra da bugün Önasya’nın önemli ve yüksek kültürlü Neolitik yerleşmelerinden biri olan Çatalhöyük’te kazılar gerçekleştirilmiş ve masa başı tahminlerinin aksine, Anadolu’nun Neolitiksiz olmadığı anlaşılmıştı.
Anadolu arkeolojisi için herşey yoluna girmiş görünüyordu. Hacılar ve Çatalhöyük’ün kazandırdığı prestij ilgiyi arttırmış, Neolitik dönem kazılarının sayısı giderek çoğalmaya başlamıştı. Yerleşim–tarım–hayvancılık insanlık tarihinde sıradan aşamalar değildi. Bir kere olmuşlardı ve insanoğlunun kaderini değiştirmişlerdi. Neolitik için dönem ya da kültür demek, hafif kalmaya başlamıştı artık. Bu bir devrimdi. Neolitik öncesi insanı bir avcıydı. Neolitik Devrim bu avcıyı “doğanın paraziti” olmaktan çıkarmış, etkin bir ortağı haline dönüştürmüştü. Hatta bazı arkeologlara göre yiyecek üretiminin yiyecek toplayıcılığının yerini aldığı Neolitik Devrim, makinenin kas gücü yerine geçtiği Sanayi Devrimi ile aynı kategoride bir değişimdi.
Kazılar arttıkça, Neolitik Devrim’in kazanımlarına ait bulguların da artması ve Neolitik dönemle ilgili tüm sorunların çözülmesi bekleniyordu. Oysa öyle olmadı. Neolitik sürecin başlangıcı kültürel gelişim açısından bir türlü algılanamıyordu. Günümüzden yaklaşık 10 bin yıl önce meydana gelmiş değişimlerin hangisi daha önceydi? Yerleşimleri tarım ve hayvancılık mı izlemişti, yoksa insanlar doğada kendiliğinden yetişen yabani buğday ve arpanın yoğun olarak bulunduğu bölgelere mi yerleşmişlerdi? Bitkilerin kültüre alınması mı önce gerçekleşmişti, hayvan evcilleştirilmesi mi? Bir de bunlara kazılan yerleşmelerin karakter ve zamansal farklılıkları eklenmeye başlamıştı.
Mimari her yerleşmede ayrı özelliklere sahipti. Kimilerinde köşeli konutlar inşa edilmişti, kimilerinde yuvarlak ve çukur tabanlı evler. C14 gibi mutlak tarihlendirme yöntemleri 10 bin yıllık Neolitik geçmişin sınırlarını zorlamaya başlamıştı. 11-12 bin yıl önce kurulmuş Neolitik köylerden bahsediliyordu artık. Bir de çanak-çömlek sorunu eklenmişti Neolitik Devrim’e. Kilden kap üretimine dair bir iz yoksa, çanak-çömleksiz bir yerleşimdi kazılan merkez. Belki ağaçtan ya da deriden kaplar yapmışlardı ama organik oldukları için bu kaplar günümüze ulaşmamıştı. Ancak bunlar çanak-çömleksiz toplumun kap üretim teknolojisine sahip olduğuna ikna edemiyordu bazı arkeologları. Diyarbakır’ın Bismil ilçesi yakınlarındaki Körtiktepe’de açığa çıkarılan onlarca mezarda iskeletlerle birlikte bulunan yüzlerce bezemeli taş kap bile, çanak-çömleksiz toplum kavramını arkeoloji literatüründen çıkaramamıştı.
Sorunlar giderek çoğalıyordu, acil bir şeyler yapılmalıydı. Aslında her şey ortadaydı, yerleşim–tarım–hayvancılık ve sonrasında kilden kap üretimi ve dinsel objeler. Buna yalnızca bir isim bulunmalıydı ve sonunda o isim bulundu: “Neolitik Paket”. Kronolojik sorunlar taşısa da, içinde Önasya ve Anadolu uygarlığının başlıca ögelerini içeren bir paket ya da takım çantamız vardı artık.
Neolitik paketin gündeme düştüğü sıralarda Şanlıurfa yakınlarındaki Göbeklitepe kazıları ilk sonuçlarını vermeye başlamıştı. Burada- ki kazılarda yuvarlak planlı, duvarları işlenmemiş ya da yarı işlenmiş moloz taşlarla oluşturulmuş anıtsal yapılar ortaya çıkarılıyordu. Yapıların duvarlarının içine ya da ortalarına, yükseklikleri 3 ile 5 m. arasında değişen, ağırlıkları ise 8 ile 10 ton arasındaki “T” biçimli dikilitaşlar yerleştirilmişti. Yüzeyleri kabartma tekniğinde oluşturulmuş hayvan figürleri ve nadiren de olsa bitkisel motiflerle bezenmiş bu dikilitaşlar anıt karakterinde eserlerdi.
Göbeklitepe yapılarının günümüzden yaklaşık 13 bin yıl önce yapılmış olabileceğinin açıklanması, arkeoloji dünyasında büyük bir şaşkınlık yarattı. Arkeojeofizik araştırmalar ise şaşkınlığı hayranlığa dönüştürdü. Henüz kazılmayan alanlarda çapları 15 m. ile 25 m. arasında değişen 20 adet yuvarlak yapı daha yer alıyordu. İkamete uygun olmayan mimari karakterleri, doğal bir üslupta betimlenmiş hayvan figürleri içeren bezemeli dikilitaşlar, Göbeklitepe yapılarının tapınma amaçlı inşa edilmiş olduğunu göstermeye başlamıştı. Göbeklitepe sakinleri müthiş bir iş yapmışlardı. Doğayı gözlemlemişler ve metal kullanmadan Önasya anıt sanatının başlangıcını oluşturan kabartmalı dikilitaşlarla tapınaklar inşa etmişlerdi. 13 bin yıl önce Güneydoğu Anadolu’da yaşayan hayvanların türleri ve bunların fiziksel özellikleri dikilitaşlara sanatsal temelde yansıtılmıştı.
Göbeklitepe’nin gündeme gelmesi, Neolitik paket ile sorunlarını aşmış Neolitik dönem arkeolojisinin bir kez daha hareketlenmesine neden oldu. Neolitik paket içindeki hiçbir şey Göbeklitepe ile uyuşmuyordu. Göbeklitepe’de yerleşme yoktu, tarım yoktu, hayvancılık başlamamıştı ve çanak-çömlek yoktu. Üstüne üstlük tarihsel süreç de uyuşmuyordu. 10 bin yıllık uygarlık geçmişi aşılmıştı.
Göbeklitepe insanları en az 13 bin yıl önce anıtsal bir mimari ortaya koymuşlardı. Mimari ilkel değil, gelişkindi. Peki bu insanlar ne zaman mağaradan çıkmışlar, ne zaman ve nerede bu gelişmeyi gerçekleştirmişlerdi? Bazı uzmanlara göre Göbeklitepe yapıları ve anıtsal dikilitaşları en az 1000 yıllık bir gelişim sürecini yansıtmaktaydı. Yani Göbeklitepe sakinleri günümüzden 14-15 bin yıl önce tapınak yapımına başlamış olmalıydı. Bu insanlar nerelerde yaşıyorlardı? Konutları olmalı mıydı? Konut yapamayan insan anıtsal tapınak yapabilir miydi? Belki de bunlar hâlâ Paleolitik kültürün avcı insanlarıydı? Bereketli Hilal’in kuzeyindeki ekosistem zenginliğinden mi faydalanıyorlardı?
Hiç kuşku yok ki Göbeklitepe insanı yetiştirici değildi. Yetiştiricilik, avcılık ve toplayıcılığın başaramayacağı ölçüde büyük bir nüfusu besleme yeteneğine sahipti. Neolitik pakete göre yetiştiricilik, yiyecek üretimini, yiyecek üretimi de kendine yetmeyi ve zaman ayırmayı sağlıyordu. Kendine zaman ayıramayan, sürekli yiyecek peşinde koşan insanların mimari ile bugün sanat dediğimiz olguları başlatması ve geliştirmesi mümkün değildi. Bu bağlamda tabii Göbeklitepe’nin de oluşmaması gerekiyordu.
Göbeklitepe’nin arkeologları açmazda bırakan en önemli yanı, Neolitik Devrim denilen değişimin yalnızca teknolojik ve ekonomik terimlerle anlatılmasının yetersizliğini göstermesi olmuştur. Neolitik paketin hiçbir yerine sığmayan Göbeklitepe, kutsallık temelinde mimari bir başlangıca ve ivmeye açık biçimde işaret etmektedir. Paleolitik dönemde ilkel bir sistem temelinde yaşandığı gözlenen dinlerin, Göbeklitepe ile birlikte yüksek bir niteliğe eriştiği anlaşılmaktadır. Göbeklitepe ile birlikte insan hayatının basit bir parçası durumundaki dinin, tüm toplumsal ve kültürel faaliyetleri kapsamaya başladığı gözlenmektedir.
Göbeklitepe’nin yalnız olmadığını yeni arkeolojik araştırmalar göstermeye başlamıştır. Göbeklitepe’nin gösterdiği ise paketlere ve çantalara sığacak Neolitik bir devrimin olmadığı, bu sürecin büyük olasılıkla günümüzden 15 bin yıl önce başlayan ve 7-8 bin yıl silsile halinde devam eden yüksek din, mimari, tarım – hayvancılık gibi aşamaları kapsadığıdır.