1979 Devrimi’nden günümüze gerek ülke içinde gerekse Irak’la yaşanan mücadeleler ve sıcak savaş, İran yakın tarihinde büyük kayıplara yol açtı. Geçen ayki cumhurbaşkanlığı seçimlerini rakibine yaklaşık 3 milyon oy fark yaparak kazanan Mesud Pezeşkiyân, İran’daki klasik “reformcu-muhafazakar” karşıtlığında yeni bir evreye işaret ediyor.
İran’da 28 Haziran ve 5 Temmuz’da yapılan iki turlu seçimlerde Mesud Pezeşkiyân’ın yeni cumhurbaşkanı olarak seçilmesi, hem ülkede hem dünyada reform hareketi ve reformcuları yeniden tartışmaya açtı. Pezeşkiyân’ın cumhurbaşkanı olmasıyla, ülkedeki reformcular 20 yıl aradan sonra iktidara gelme fırsatını elde etti.
Reformcuların analizi, İran’ın geleceğini anlamak açısından bir zorunluluk; zira onların başarısı veya başarısızlığı ülkedeki siyasal sistemin kaderini ve muhtemel siyasal değişimin içeriği ve rotasını belirleyecek. Süreci ve bugünü anlamak için en azından yakın tarihe, 1979’a dönmemiz gerekir.
11 Şubat 1979’daki İran Devrimi’nin hemen ardından, dinî lider Ruhullah Humeyni tarafından Mehdi Bazergan’a “geçici hükümet” (Dolet-e Movveget) kurma görevi verildi. Hükümetin temel görevleri yeni siyasi rejimin kimliğinin belirlenmesi, anayasa yazımı, cumhurbaşkanlığı seçimi ve meclisin kurulması idi. Ancak Bazergan’a bu fırsat verilmedi; kendisi Humeyni yandaşlarından farklı şekilde, devrim sonrası her tür değişimin adım adım olmasını, sert ve yıkıcı davranışlardan uzak durulmasını istiyordu. Devrimden hemen sonra kurulan Devrim Mahkemeleri’ni kapatmak ve bütün siyasal faaliyetleri yasal bir çerçevede yapmak taraftarı idi.
Mehdi Bazergan’ın demokrasiyi önceleyen siyasal davranışları devrimin sert ortamına uygun olmadığı için nerdeyse tüm radikal grupları öfkelendirdi. Humeyni yandaşları, Bazergan’ı teslimiyetçilik, hainlik ve ABD karşısında zayıf olmakla suçladı; onun çalışma imkanlarını sınırladı ve yaptıklarını sabote etti. Bazergan 4 Kasım 1979’da ABD Büyükelçiliği’nin basılmasının ardından istifa etmek zorunda kaldı.
Hemen ertesinde, Ocak 1980’de halkın oyu ile cumhurbaşkanı seçilen Abulhasan Benisadr da Bazergan’ın kaderini paylaşacaktı. Humeyni yandaşları ona da çalışma imkanı vermeyecek; 1981’de Humeyni tarafından cumhurbaşkanlığı görevinden azledilecek; hatta ülkeden kaçmak zorunda kalacaktı.
1981 aynı zamanda İran İslâm Cumhuriyeti tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı, iktidar alanının tam anlamıyla Humeyni ve yandaşlarının eline geçtiği yıldır. “Devrim karşıtı” ve “öteki” olarak gördükleri grupları tasfiye ettikten sonra siyasal ve ideolojik anlamda birlik ve beraberlik elde edeceklerini düşünüyorlardı. “Çürük elmalar” çöpe atılmıştı ve İslâm cumhuriyetini destekleyen grupların sağlayacağı güç, hedef ve eylem birliği, dış düşmanlar karşısında da daha etkin bir direnme olanağı sunmuş olacaktı. Ancak bekledikleri türde bir “birlik-beraberlik” durumunun olanaksız olduğu kısa sürede ortaya çıkacaktı.
24 Temmuz 1981’de Muhammed Ali Recai’nin cumhurbaşkanı olarak seçilmesiyle ihtilaflar kendini göstermeye başladı. Bu dönemde, 1980’de Irak ile başlayan savaş bütün şiddetiyle sürüyor; Halkın Mücahitleri gibi rejim muhalifi örgütlerin silahlı eylemleri de siyasi süreci etkiliyordu. Nitekim Cumhurbaşkanı Recai, 30 Ağustos 1981’de Halkın Mücahitleri tarafından ofisine yerleştirilen bombanın infilakıyla öldürüldü.
2 Ekim 1981’de, günümüzde İran’ın dinî lideri olan Seyid Ali Hamaney cumhurbaşkanı seçildi. Hamaney bu görevine Humeyni ile yaşadığı ihtilafla başladı. Hamaney, daha sonra Dışişleri Bakanı olacak Ali Akbar Velayeti’nin Başbakan olmasını istiyordu; ancak Humeyni’nin baskısı ile Mir Hüseyin Musavi’nin Başbakanlığını kabul etmek zorunda kaldı. Musavi’nin başbakan olması, Hamaney’le aralarındaki nefret ve çatışmanın da başlangıcı olacaktı.
İşin en ilginç tarafı -“öteki” denen “çürük elmalar”ın tasfiyesine rağmen- radikal İslâm savunucuları kendi aralarındaki politik ve ideolojik düşünce farklılıklarının çok daha derin ve çeşitli olduğunu anladı! Humeyni yandaşları arasında; din devletinin yetki sınırları, dış politika ve ekonomi gibi çok çeşitli alanlarda uzlaşmaları mümkün olmayan ihtilaflar olduğu ortaya çıktı. 1981’den itibaren devlette ve mecliste gittikçe belirginleşen bu ayrışmaların en önemli kalemini iktisadi konular oluşturuyordu. “Ekonominin devlet kontrolünde olup olmaması, anayasanın 44. Maddesi’nin yorumu, kooperatiflerin dinî hükümlere uygun olup olmaması, özel sektörün çalışma alanı, dış ticareti devletleştirme, sanayinin millîleştirilmesinin dine uygun olup olmaması …” tartışmaları giderek alevlendi.
Humeyni yandaşları arasında devletin ekonomik modeli konusunda düşünce farklılığı vardı. Devletçi-halkçı ekonomiyi savunanlar ile piyasa ekonomisini destekleyenler ikiye bölündü. 1981’den itibaren birinci gruba “Sol” (Çep) ve ikinci gruba “Sağ” (Rast) denilmeye başlandı. İran’daki siyasal gelişmeler de bu “Sağ” ve “Sol” bölünme ekseninde seyredecekti. Humeyni, sistem içinde dengeyi korumaya çalışsa da “Sol” kesime eğilimi açıkça belli idi ve bu kesim Mir Hüseyin Musavi liderliğinde 1982’de iktidarı tamamen ele geçirdi. 1989’da onun ölümüne kadar yasama, yürütme ve yargı organlarının büyük bölümünü kontrol etti.
Humeyni’nin ölümü İran siyasal sistemi içindeki dengeyi değiştirdi. Haşimi Rafsancani cumhurbaşkanı (1989-1997) ve Hameney dinî lider seçildi. Sözkonusu gelişmeler İran siyasal sistemi içinde “Sağ” kesimin güçlenmesine neden oldu. Ancak 1981’den beri İran siyasal sisteminde “Sol” olarak adlandırılan gruplar, 1997’de Muhammed Hatemi’nin cumhurbaşkanlığını kazanmasıyla “reformcu” kimlikleriyle öne çıktı. Reformcular, kendilerini İran Devrimi’nin gerçek amacını gerçekleştirecek akım olarak nitelendiriyordu. Onlara göre, devrimden sonra gerçekleştirilemeyen hedeflere bu dönemde ulaşılmalıydı. Reform hareketi “demokratikleşmeyi” siyasal tartışmaların merkezine koydu. Sivil toplum, yasa, özgürlük, çoğulculuk kavramları İslâmi bir çerçeve içinde yorumlanmaya başladı.
Reformcular, muhafazakarların tersine din ile demokrasi arasında çelişki bulunmadığına, dinin önemli ögesinin hoşgörü olduğuna inanıyordu ve “velâyet-i fakîh” konumunu yasal bir çerçeve içine oturtmaya çalıştılar. Devleti ve bütün siyasal sistemi halk karşısında sorumlu olarak görüyorlar, halkın bu siyasal sistemi sorgulama hakkı bulunduğunu savunuyorlardı. Onlara göre, halka hesap vermek kaygısını yaşamayan iktidar sahipleri yasal olmayan bir siyasal sistem kurmuştu ve bu sistem halk nezdindeki meşruiyetini kaybetmişti.
1997’de İran halkının geniş desteğini alarak iktidara gelen reformcular, İran siyasal sisteminde köklü bir değişim olacağı umudunu oluşturmuştu. Ancak onlar da kendilerinden beklenen değişimi gerçekleştirmede başarılı olamayacaklardı. Bunda, dinî lider Hamaney’in elindeki tüm kurumlarla reformcuları sınırlandırmaya çalışması çok etkiliydi. Hamaney ve muhafazakarlar, reform hareketini İslâm Cumhuriyeti’ni dönüştürme ve seküler bir rejim kurma girişimi olarak yorumlayıp lanse ettiler.
Reform yanlılarının başarısız olmalarının diğer bir nedeni de siyasal kararlılıktan yoksunluktu. Hamaney ve muhafazakarların baskılarına karşı direnme ve halka sarılmak yerine sürekli geri adım attılar. Toplum ile Hamaney karşıtlığında, hep Hamaney’e yakınlaşmayı seçtiler. Toplumla rejim arasındaki ihtilafta rejimin yanında yer almaları, onların toplumsal meşruiyet ve nüfuz alanlarına ciddi zarar verdi. Nitekim 2005’te radikal muhafazakar Mahmud Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmasıyla reformcuların dönemi sona erdi.
Reformcular 2009’da Mir Hüseyin Musavi ile yeniden cumhurbaşkanlığı seçimlerini hedefledi. Musavi seçimlerin galibi olduğunu ilan ettikten sonra, yönetim Mahmud Ahmedinejad’ın seçimleri kazandığını duyurdu. Bu durum İran’da toplumsal protestolara neden oldu. Seçimlerde hile yapıldığını düşünen insanlar “benim oyum nerede?” sloganıyla barışçıl bir yürüyüş başlattı. Bu protestolar, “Yeşil Hareketi” olarak adlandırılacaktı.
İran rejimi “Yeşil Hareketi”ni “fitne” olarak adlandırdı. Protestolara katılan çok kişi öldürüldü; reformcuların etkin isimleri dahil binlerce protestocu tutuklandı. “Yeşil Hareketi” liderleri olarak bilinen Mir Hüseyin Musavi ve Mehdi Kerrubi ev hapsine alındı ve bu durum günümüzde de hâlâ devam ediyor!
Mesud Pezeşkiyân’ın geçen ay cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması, reformcular açısından yeni bir dönem olarak yorumlanıyor. Bu gelişme, şüphesiz rejimin reformcular karşısında geri adım attığı anlamına geliyor (reformcular ilk başta “koşullu olarak” seçimlere katılacaklarını duyurdular. Adayları Anayasa Koruyucular Konseyi tarafından onaylanmadığı takdirde seçimlere katılmayacaklarını ilan ettiler. Bu strateji, dinî lider Hamaney’e karşı meydan okuma olarak yorumlandı ve istenen sonucu verdi).
1954’te Mahabat’ta doğan Pezeşkiyân’ın siyasi hayatı 1979 İran Devrimi’yle başladı. Devrimin, ülkenin Azerbaycan bölgesinde kurumsallaşmasında etkisi büyük oldu. 1980-88 arasında devam eden İran-Irak savaşında hekim olarak görev yaptı. Ardından 16 yıl boyunca İran Meclis’inde Tebriz milletvekiliydi. Tebriz Üniversitesi rektörlüğü, Sağlık Bakanı yardımcılığı yaptı. 2001-2005’te Muhammed Hatemi’nin ikinci döneminde Sağlık Bakanı oldu.
Pezeşkiyân’ın cumhurbaşkanlığı adaylığı serüveni de yeni değil. 2005’ten itibaren aday olup olmayacağı tartışılmaya başlanmıştı. 2013 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kayıt yaptırdı ancak kısa süre sonra adaylıktan çekildi. 2021 cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki adaylık girişimiyse Anayasa Koruyucular Konseyi tarafından reddedildi.
Pezeşkiyân reformcu olmasına rağmen, İran’da reformcular olarak bilinen gruplardan farklı bir çizgide. Bu fark Hamaney açısından önemliydi ve Pezeşkiyân’ın cumhurbaşkanlığı adaylığının kabul edilmesinde de etkili oldu. Reformcularla organik bağı bulunmayan yeni cumhurbaşkanı, onların kurduğu hiçbir parti ve örgüte de üye olmadı. Reformcuların bugünkü “neoliberal” arayışlarından farklı olarak sosyal adaleti savunuyor. Hamaney’e ve İslâm Cumhuriyeti’ne karşıtlığı reddediyor. Yeni “İran milliyetçiliği” anlayışına da mesafeli. Siyasi faaliyetlerini dinsel ve mezhepsel referanslara esaslandırıyor. 1979 İran Devrimi’nin değerlerini koruyor.
Pezeşkiyân’ın sahip olduğu bu özellikler, ona Hamaney ile reformcular arasında aracı olabilecek bir potansiyel ve misyon sunuyor. Reformcular da onun bu özelliğinin farkında ve bu da Hamaney’le barışmak açısından bir fırsat.
1979’dan günümüze politik-ideolojik dönüşüm geçiren reformcular, İran siyaset sahnesinde varlıklarını koruyabilseler de zamanla güç kaybettiler. Mesud Pezeşkiyân’ın cumhurbaşkanı olması, şüphesiz onlar için bir kendini onarma, toparlanma ve yeniden güç kazanma fırsatı. Tabii Pezeşkiyân, kuracağı hükümetin sadece reformculardan oluşmasını istemiyor. Önümüzdeki dönem, gerek İran iç politikası gerekse bölge açısından önemli gelişmelere gebe.