Kasım
sayımız çıktı

İrlanda İçsavaşı gölgesinde kavganın anlamsızlığı üzerine

İrlandalı oyun yazarı, senarist, yönetmen Martin McDonagh’ın Colin Farrell ve Brendan Gleeson’ın oyunculuklarıyla zirveye ulaşan kara komedisi “The Banshees of Inisherin” yılın en iyi filmlerinden biri olmaya aday… İrlanda’nın uzak bir adasında iki eski dostun arkadaşlığının bitişini anlatan film, suyun öte yanında süren İrlanda İçsavaşı’nın dumanlarıyla birleştikçe derinleşiyor.

Sene 1923. Yaklaşık 1 yıldır devam eden İrlanda İçsavaşı’nın son demleri… Birleşik Krallık’a karşı İrlanda Bağımsızlık Savaşı’nda İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) saflarında birlikte savaşanlar, artık birbirlerine karşı savaşıyor. Çatışmanın iki tarafı, Birleşik Krallık’tan bağımsız ancak Britanya İmparatorluğu’nun bir parçası olan Serbest İrlanda Devleti destekçileriyle, bunu İrlanda Cumhuriyeti’ne bir ihanet olarak gören, İrlanda’nın İngiliz müdahalesinden tamamen bağımsız olması gerektiğini savunan Cumhuriyetçi muhalefet…

İrlanda savaşı
THE BANSHEES OF INISHERIN, 2022
SENARİST VE YÖNETMEN:
MARTIN MACDONAGH
OYUNCULAR: COLIN FARRELL,
BRENDAN GLEESON, KERRY
CONDON, BARRY KEOGHAN
SİNEMATOGRAFİ: BEN DAVIS
MÜZİK: CARTER BURWELL

Batıda hayalî bir ada olan Inisherin’e ise sadece denizin öte yanında patlayan bombaların sesi ve bazen ufukta belirip kaybolan dumanları ulaşıyor. Bu uzak köyde yaşayan insanların kendi sorunları var. Filmin açılışında, sıradan bir çoban olan Pádraic Súilleabháin (Colin Farrell) en yakın arkadaşı Colm Doherty’nin (Brendan Gleeson) evine uğrar; her akşamüstü yaptıkları gibi adanın tek pub’ında birlikte bira içmek üzere onu çağırmaya gelmiştir. Pádraic’ten yaşça büyük olan kemancı/folk müzisyeni Colm içeride olmasına rağmen kapıyı açmaz; pencerenin dışından içeriye bakan arkadaşını görmezden gelir. Şaşıran Pádraic eve dönüp birlikte yaşadığı kızkardeşi Siobhán’a (Kerry Condon) olayı anlattığında kadın şakayla karışık “Belki de artık seni sevmiyordur” der. Pádraic’in bir süre sonra Colm’un kendi ağzından da duyacağı gibi, durum tam da böyledir.

İrlanda iç savaşı
İrlanda İçsavaşı’nın gölgesinde iki arkadaşın ayrılık hikayesini anlatan filmde Pádraic (Colin Farrell), özgürlük yanılsamasından memnun özgür devleti, Colm (Brendan Gleeson) ise benlik duygusu için İngiliz yönetimine karşı tavır almaya istekli IRA’yı temsil ediyor.

Kavga etmemişlerdir; Pád­raic arkadaşını üzecek bir şey yapmamıştır ama Colm durup dururken arkadaşlıklarını bitir­meye karar vermiştir. Basit bir hayatı olan Pádraic’in dostluğu gözünde artık onu yapmak is­tediği bestelerden alıkoyan, ar­kasında hatırlanmaya değer bir eser bırakmasını engelleyen bir zaman kaybıdır. Pádraic müt­hiş alınır ve bu dostluğun böyle anlamsızca bitmesini kabulle­nemez. Colm ise kararlıdır; Pád­raic onunla her konuşmaya yel­tendiğinde kendi parmaklarını koyun kırpıcısıyla tek tek kese­ceğine yemin eder. Bu eylemin kendisi onu en baştaki amacı olan bestelerinden adım adım uzaklaştırsa da bunu gerçekten yapar… İlk kesik parmağını eski dostunun kapısına fırlattıktan sonra işler hızla karanlık, tekin­siz ve bir yandan da absürd bir hâl alacaktır.

İrlandalı oyun yazarı, sena­rist, yönetmen Martin McDona­gh’ın, İrlanda’nın batısındaki üç adadan (Inishmore, Inishmaan ve Inisheer) esinlendiği kurma­ca “Inisherin”de geçen karanlık trajikomedisi “The Banshees of Inisherin” (Inisherin’in Ölüm Perileri) yılın en iyi filmlerin­den biri olmaya aday. Film, ilk gösteriminin yapıldığı 79. Ve­nedik Film Festivali’nde Colin Farrell’a en iyi erkek oyuncu ve Martin McDonagh’a en iyi se­naryo ödülü kazandırdığından beri ödüle doymuyor. En son 80. Golden Globe Ödülleri’n­de de en iyi film, en iyi senaryo ve en iyi erkek oyuncu ödülleri­ni (Colin Farrell) topladı; ayrıca 2003’te çekilen “Cold Mounta­in”dan sonra en çok dalda aday gösterilen film oldu. Bu başarı­ların 2023 Oscar’larına da yan­sıyacağı şüphe götürmez.

Peki, ilk bakışta pek de bir iddiası yokmuş, daha çok İrlan­dalı yazar/yönetmeninin şahsi yerel meraklarıyla ilgiliymiş gibi görünen, evrenin unuttuğu kü­çücük bir İrlanda adasında iki adamın dostluğunun bitmesi üzerine bu “küçük” film neden bu kadar büyüdü, bu kadar beğe­nildi ve bu kadar ilgi gördü? Bu­nu anlamak için filmin yaratıcı­sının kariyeriyle başlayıp İrlan­da’nın yakın tarihine uzanan bir yolculuğa çıkmak gerekiyor.

İrlanda savaşı
Filmin tuhaf karakter mozaiği içinde mantığın sesi olan Siobhán, Kerry Condon tarafından canlandırılıyor.

1970 Londra doğumlu İrlan­da asıllı Martin McDonagh, ka­riyerine absürdist kara komedi türünde oyunlarla başladı. Ço­cukluk tatillerini geçirdiği, ba­basının memleketi İrlanda’nın batısı Conway civarında geçen iki ayrı üçlemesi var. Bunlar­dan ilki, “Leenane Üçlemesi”nin ilk oyunu “Leenane’in Güzellik Kraliçesi”, 1998’de Broadway’e transfer olmuş ve Tony Ödülle­ri’ne aday gösterilmişti. Baskı­cı bir anne ile hayatı onun yü­zünden olduğu yerde sayan orta yaşlı kızı arasındaki dengesiz ilişkiye odaklanan bu oyun, za­manında İstanbul Devlet Tiyat­rosu’nda da sahnelenmiş, çok beğenilmiş ve Sumru Yavru­cuk’a Afife Jale Ödülü’nü kazan­dırmıştı. Bu üçlemenin diğer iki oyunu, “Connemara’daki Kafa­tası” ve “Yalnız Batı” da yakın ilişkilerdeki arızalardan doğan bir takım kriminal olayları iş­liyordu. İkisi de hem Britanya hem de ABD’de sahnelendi ve birçok ödüle aday gösterildi.

İkinci üçleme olan “Aran Adaları Üçlemesi”nin ilk iki oyunu “The Cripple of Inish­maan” (Inishmaan’ın Sakatı) ve “The Lieutenant of Inishmo­re” (Inishmore’lu Teğmen) yine kara komedi tarzındaydı. İlki 1934’te geçiyor, bir Hollywood belgeselinde adanın sakatının rol kapmasıyla gelişen olayla­rı anlatıyordu. “Inishmore’lu Teğmen” 1993’te İrlanda Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun dönek te­rörist Deli Pádraic’e suikast dü­zenleme planı üzerineydi. Bu da bizde Kenterler tarafından sah­nelendi.

Üçlemenin son halkası ol­ması gereken “The Banshees of Inisherin” ise oyun olarak hiç yayımlanmadı. McDonagh ye­terince iyi olmadığını düşünü­yordu. Ancak yıllar sonra metni tamamen değiştirerek, ödüle boğulan ve çok konuşulan bu fil­mi çekti.

Yazar/yönetmen, sinemayı tiyatroya tercih ettiğini söylüyor ve bunda da çok başarılı. İlk kısa filmi 2004 yapımı “Six Shooter”, Oscar kazandı. 2008’de sarpa saran bir iş yüzünden Belçi­ka’nın Bruges kentinde gizlen­mek zorunda kalan iki İrlan­dalı suikastçıyı konu alan “In Bruges” de çok tutuldu. “Bans­hees”in başrol oyuncuları Colin Farrell ve Brendon Gleeson, ilk defa burada birlikte kamera kar­şısına geçmişlerdi; aralarındaki kimyanın tuttuğu çok belliydi. McDonagh 2017’deyse ona en iyi film ve en iyi film müziği dal­larında Oscar adaylığı getiren, yürek yakan Amerikan taşrası draması “Three Billboards Out­side Ebbing, Missouri”yi çekti.

McDonagh’ın filmlerini ev­rensel kılan en önemli unsur, yerel motiflerle bezenmiş olsa da tüm insanlığı ilgilendiren ka­ranlık konuları mesafeli bir ko­medi yaklaşımıyla işlemesi. Aile içi işlevsizlik, küçük insan hırs­ları, her ilişkide başgösterebile­cek anlaşmazlıklar ve tabii sa­dece İrlanda’ya değil dünyanın birçok bölgesine de bela olan iç­savaş meselesi…

“The Banshees”de yönet­men dahiyane bir şey yapıyor. İki arkadaşın aniden bozulan ilişkisini İrlanda İçsavaşı’nın bir alegorisi olarak işliyor; ama bu­nu o kadar üstü örtülü yapıyor ki asıl meselenin bu olduğunu anlamak için dedektif gibi işa­retleri takip etmek gerekiyor. Colm ile Pádraic’in dostluğunun bozulması, İrlanda’da aynı di­nin iki mezhebinin, Katolikler­le Protestanların nesiller boyu birbirlerinin gırtlağına yapışma­sına neden olan zihniyetin bir yansıması… Colm, Pádraic’ten artık hoşlanmadığına dair keyfî bir karar vererek eski arkada­şını çaresizliğe sürüklüyor. Her uzlaşma çabası daha da keskin bir reddedilmeyle sonuçlanıyor. Mücadele, Pádraic de aynı dere­cede sapkın ve inatçı birine dö­nüşene, kendi eliyle tek tek kes­tiği parmakları Colm’un müziği­ni sonsuza dek susturana kadar devam ediyor. Parmaklar bir bir eksilirken anakaradan da idam edilenlerin haberleri geliyor.

Bu, McDonagh’a göre, İr­landalıların ve İrlandalı olma­nın hikayesi. Zümrüt ülkenin masallarındaki gibi, karşılık­lı olarak yükselen şiddetin son raddesine ulaştığı noktada ye­niden dostluğa evrildiği filmde; Ben Davis’in muhteşem sine­matografisi hikayeye, varoluş­sal kasvetle bezenmiş pasto­ral bir görünüm veriyor. Bütün bunlar olurken, “ölüm perisi” Banshee’yi temsil eden yaş­lı kadının filmin başından beri yaptığı uyarılara kulak asmayan ada sakinleri, kimin kazandığını umursamadan sessiz hayatları­na devam etmek istiyor. Herke­sin mektubunu okuyan dediko­ducu bakkal kadından küfret­mekten hiç çekinmeyen ada papazına; adada merkezî otori­tenin tek temsilcisi kötü niyetli polis memurundan gücü ancak ona yettiği için sürekli olarak ezdiği ve işkence ettiği kıt zekalı ama iyi niyetli oğluna (filmin en iyi performanslarından biri, bü­tün bu çatışmanın gerçek kur­banı Barry Keoghan rolündeki Dominic Kearney’e ait) herkes kendi küçük hayatlarıyla meş­gul. Kendisini oradan kurtarıp anakarada kütüphaneci olmak isteyen, bu tuhaf karakterler mozaiğinin en aklı başında üye­si, Pádraic’in dupduru kızkarde­şi Siobhán bile “sıkıcı erkeklerin savaşı”ndan çok kendi derdinde.

İrlanda savaşı
İrlanda’nın ruhuna kemanıyla ses veren Colm’un parmakları tek tek eksilirken ahengin yerini çatışma, müziğin yerini ise sessizlik alıyor.

Tam da bu bakımdan film çok iyi gizlenmiş bir alegori ola­rak okunabilir: Pádraic, özgürlük yanılsamasından memnun olan özgür devleti, Colm ise benlik duygusu için İngiliz yönetimine karşı tavır almaya istekli İrlanda Cumhuriyet Ordusu’nu temsil ediyor. Bu arada filmin renkleri de sonradan “Muhteşem Dev­rim” olarak adlandırılan harekat ile Büyük Britanya’yı tamamen ele geçiren ve Birlikçiler’in be­nimsediği Protestan 3. Willi­am’ın (Orange Prensi) turun­cusundan Bağımsız İrlanda’yı destekleyen milliyetçi Katolik­leri temsil eden yeşile dönüyor. Film, köprüden önce son çıkışa yaklaşırken, anakarayla bağlan­tıyı sağlayan posta kutusunun yeşile boyandığını görüyoruz. Ancak bu noktada -bir adalının şakayla karışık söylediği gibi- İr­landalılar ile İngilizler arasında­ki çatışma artık İrlandalılar ile İrlandalılar arasında yaşanıyor. Kardeşin kardeşe duyduğu yı­kıcı öfkenin doğurduğu şidde­tin içinden güçlenerek çıkma ihtimali ortadan kalkıyor. Artık tek olası sonuç, kanlar içinde ve kardeşsiz kalmak…

Geleceğe miras kalan ise ancak 10 parmağın 10’u da bi­raradayken ortaya çıkabilecek müziğin ahengi yerine, bitmek bilmez bir intikam hırsıyla örül­müş bir kan davasının sessizli­ği. İrlanda folklorunda yaklaşan felaketi feryat figan haber veren “ölüm perisi”ne bile, bu noktada artık sessizce izlemek kalıyor.

İRLANDA İÇSAVAŞI

Anakaranın dumanları

6 Aralık 1921 tarihinde İngiliz Hükü­meti temsilcileri ile İrlanda Cumhuriyeti arasında, “The Troubles” (Sorunlar) olarak bilinen İrlanda Bağımsızlık Savaşı’nı sona erdiren bir antlaşma imzalandı. Antlaşma, İrlanda Cumhuriyet Ordusu’nun (IRA) pek çok üyesinin 1916 Paskalya Ayaklanması’ndan bu yana uğruna mücadele ettiği Bağımsız İrlanda Cumhuriyeti fikrinin gerisinde kalsa da İrlanda’nın çoğunluğuna imparatorluk içinde dominyon statüsü vererek onu Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda ve Güney Afrika ile aynı seviyeye getirmişti.

Ancak özellikle bugün Kuzey İrlanda olarak bilinen 6 Ulster ilçesinin Birleşik Krallık içinde kalmasıyla, İrlanda Serbest Devleti ya da İrlandaca “Saorstát Éireann” olarak bilinen yeni İrlanda Do­minyonu, birçok IRA mensubu için kabul edilemez hâle gelmişti. Eamon de Valera, İrlanda Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı sıfatıyla 7 Ekim 1921’de İrlandalı delege­lere İngilizlerle bir antlaşmayı “müzakere etme ve sonuçlandırma” yetkisi veren bir telgraf yayımlamış olmasına rağmen, nihayetinde bu antlaşmaya karşı mu­halefetin başını çekecekti. Sonuçta bu antlaşma mevcut birliği de yok edecekti.

16 Haziran 1922’de sandığa giden İrlandalı seçmenler, ezici bir çoğunlukla Antlaşma’yı destekledi. Sinn Féin tara­fından 1918 Genel Seçimleri’nden sonra oluşturulan İrlanda Parlamentosu’ndaki 128 sandalyenin 92’si de antlaşma yanlısı adaylara gitti. Bu sonuç, 9 yıllık düşmanlık ve 2 yıllık doğrudan çatışma­nın ardından hissedilen genel “savaş yor­gunluğu”na bağlanabileceği gibi, belki de halkın çoğunluğunun Cumhuriyet’e Eamon de Valera’nın düşündüğü kadar bağlı olmayabileceğinin göstergesiydi.

Aslında aralarında IRA liderlerinden Michael Collins ve Richard Mulcah­y’nin de bulunduğu bazı antlaşma destekçileri Cumhuriyetçilere bağlıydı; ancak mevcut durumu o dönemde elde edebileceklerinin en iyisi olarak kabul et­mişlerdi. Collins, antlaşmanın İrlanda’ya “özgürlüğe ulaşma özgürlüğü” veren bir sıçrama tahtası olduğunu savun­muştu. IRA’nın savaşın ne galibi ne de mağlubu olduğunu, çatışmaların devam etmesinin zafer garantisi getirmediğini düşünüyordu. İngilizler bu korkuyu acımasızca kullandılar ve antlaşmanın reddedilmesi hâlinde askerî harekatı ye­niden başlatma tehdidini sürekli olarak masada tuttular.

28 Haziran 1922–24 Mayıs 1923 arasında yaşanan İrlanda İçsavaşı, tarih­teki pek çok içsavaşın aksine nispeten kısa sürmüş; çatışmalar ülkenin pek çok bölgesine hemen hiç yansımamıştı. Eylül 1922’de büyük konvansiyonel askerî operasyonlar sona ermişti. Yine de 1948’de İrlandalı yargıç Kingsmill Moo­re’un söylediği gibi “şu anda bile İrlanda siyasetine büyük ölçüde 1922’de avcı ve av olanların acısı hâkimdir”.

İrlanda savaşı
Dublin’deki çatışmalar sırasında Antlaşma karşıtı bir IRA devriyesi.