Çatışmaların yeniden başladığı 1963’ten Türkiye’nin harekat düzenlediği Temmuz 1974’e kadar büyük bir kaosun yaşandığı Kıbrıs’ta hayat, özellikle Türkler için çok zordu. Binlercesi yerinden yurdundan edilmiş, birçoğu yakınlarını kaybetmişti. Barış Manço’nun böyle bir iklimdeki 1971 turnesi, Kıbrıslı Türkler için büyük moral kaynağı olacaktı.
Kıbrıs Türk gazeteleri 6 Ekim 1971 günü birkaç gündür merakla takip edilen sürecin neticesini okurlarına şöyle duyuruyordu: “Aranan deve bulundu”. “16 Ekim’de havayoluyla Kıbrıs’a gelmesi beklenen Türkiye’nin en popüler folk ses sanatçısı Barış Manço’yu şanına layık karşılayabilmek için deve bulma çalışmalarını tüm hızıyla sürdüren organizatörler” sonunda amaçlarına ulaşmışlardı. Develer, Kıbrıs’ın güneyindeki Larnaka kentine bağlı Sinagrasi köyündeydi. Konser organizatörü Türker Vehbi, sırtlarına binip taşıma kabiliyetlerini bizzat test ettikten sonra, Rum çiftçiyle üç deve kiralamak üzere el sıkışmıştı. Şimdi sırada, hayvanları kamyona yükleyip başkent Lefkoşa’ya taşımak vardı.
1971 öncesi hadiseler
Barış Manço’yu (1943-1999) develerle karşılama fikri, Türker Vehbi’nin aklına Kıbrıslı Türkle- rin Bayrak Radyosu’nda müzik programları yapan arkadaşı Hüseyin Kanatlı’yla sohbet ederken gelmişti. Kanatlı’nın çok dinlenen radyo programında seçilen haftanın plağı 16 haftadır değişmiyordu: Barış Manço – Moğollar’ın son 45’liği: “İşte Hendek İşte Deve”. Organizatör Vehbi, “Barış Manço’yu deveye bindirip Lefkoşa sokaklarında dolaştırsak mı?” demişti arkadaşına.
Aslında 1971’in o günlerinde Kıbrıs, bu tarz neşeli haberlerin 1. sayfadan verileceği kadar sakin bir yer değildi. Türkiye, Yunanistan ve Britanya’nın katılımıyla imzalanan anlaşmalarla 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin çok uzun ömürlü olamayacağı neredeyse herkesin ortak fikriydi. 1960’ta Kıbrıs bağımsızlığını kazanmıştı. Türklerle Rumların ortak yönetime geldiği Kıbrıs Cumhuriyeti’nde cumhurbaşkanlığı koltuğunda Başpikopos Makarios oturuyordu. Kuruluş anlaşmalarına göre Cumhurbaşkanlığı Muavinliği görevinde de bir Türk’ün bulunması gerekiyordu, Kıbrıs Türk toplumu lideri Dr. Fazıl Küçük de bu koltuğa seçilmişti. Cumhurbaşkanlığı görevini bir Rum üstlenecek olsa da Türk cumhurbaşkanı yardımcısının veto hakkı vardı. Kağıt üzerinde güzel bir anlaşmaydı. İki toplum uzlaşarak, kendi ülkelerini kendileri yönetebilirdi artık. Ancak işler hiç yolunda gitmemişti ve düzeleceğine dair belirti de yoktu.
Yeni cumhuriyetin ilk 3 yılı, çekişmeler olsa da çatışmasız geçirildi. Ancak derinde tarihten gelen ve aşılması kolay olmayan sorunlar vardı. 1955’te sömürge yönetimine karşı EOKA örgütüyle direnişe geçen Rum toplumunun hayali “Enosis” yani “Yunanistan ile birleşme” idi. Nüfus olarak azınlıkta olan Türkler ise Enosis’in karşısına “Taksim” fikriyle çıkmışlardı. Yani, “Ada’yı ikiye bölelim, herkes kendi yoluna gitsin”. Bu sebeple, 1960’da kurulan ortak cumhuriyet, Kıbrıslı kimliğinde birleşmeyi başaramayan iki toplumun da içine sinmemişti. İçine sinmeyenlerin başını ise “Osmanlı artığı bir azınlık” olarak gördükleri Türklerle devletin yönetimini eşit olarak paylaşmak istemeyen Rum egemenleri çekiyordu.
1963’te, tarihe “Kanlı Noel” olarak geçen toplumlararası çatışmalar, ortak cumhuriyetin en azından bu hâliyle yürütülemeyeceğinin ilk işareti oldu. Başkent Lefkoşa’da bulunan çare, kenti Türk ve Rum bölgesi olarak ikiye bölmekti. Şehrin ortasında dikenli teller, barikatlar inşa edildi ve meşhur Yeşil Hat harita üzerinde çizildi. Olayların tüm şiddetiyle sürdüğü 1964’ten itibaren kitlesel göç başladı, karışık yaşanan köyler ve mahalleler ayrıştı. Özellikle Kıbrıslı Türkler sadece Türklerin yaşadığı ayrı bölgelerde toplanmak zorunda kaldılar. 1967’de, ortak cumhuriyetin yedinci yılında yerinden ayrılarak başka bölgelere yerleşmek zorunda kalan Kıbrıslı Türklerin sayısı 25 bini bulmuştu. 1964’te yaşananların ardından Dr. Fazıl Küçük resmî olarak Cumhurbaşkanı Muavini olsa da, Türkler Kıbrıs Cumhuriyeti yönetiminden çekilerek kendi içine kapanmış, Kıbrıs Türk toplumu denetim altında tuttuğu bölgelerde Geçici Türk Yönetimi ilan etmişti. Yeşil Hat’ın çizilmesinin ardından Birleşmiş Milletler Barış Gücü askerleri de iki toplumun çatışmasını engellemek için bugün halen devam eden görevlerini yerine getirmek üzere Ada’ya yerleşmişti.
Grivas faktörü
Organizatörlerin Barış Manço’yu karşılamak için deve aradığı o günlerde Kıbrıs’ta başka bir endişe hâkimdi. Manço’nun geleceğini müjdeleyen Türkçe gazetelerin birinci sayfasındaki bir başka haber, 1967’de Türkiye’nin diplomatik baskılarıyla Ada’yı terketmek zorunda kalan EOKA kurucularından Yeoryos Grivas’ın Kıbrıs’a geri döndüğünden bahsediyordu.
1898 Kıbrıs doğumlu Grivas, 1919’da Anadolu’ya çıkan Yunan Ordusu’nda asteğmendi. Sakarya Meydan Muharebesi’ne katılmış, sonraki yıl Büyük Taarruz’a ve yenilgiye de bizzat tanık olmuştu. Fanatik bir milliyetçi ve Yunan Solculara karşı Nazilerle işbirliği yapabilecek seviyede bir anti komünistti. 1955-60 arasında EOKA’nın kuruluşunu organize etmiş, Kıbrıs’taki İngiliz sömürge yönetimine karşı savaşmıştı ama 1960’ta bağımsız bir cumhuriyet kurulmasını da hazmedememişti. Enosis fikrinde ortaklaşsalar da Rum Solcularla birlikte hareket eden ve Bağlantısızlar Hareketi’ni destekleyen Cumhurbaşkanı Makarios’un hasmıydı.
İngiliz gazeteleri başta olmak üzere Avrupa basını Grivas’ın yeniden faaliyete geçerek Kıbrıs’ı bir içsavaşa sürükleyebileceğini yazıyordu. ABD basınındaysa Kıbrıs’ta yükselen komünizm tehdidinden, Akdeniz’de yeni bir “Küba belası”nın ortaya çıkabileceği endişesinden söz ediliyordu. O sırada “anavatanlar” Yunanistan ve Türkiye de siyasi açıdan çalkantı içerisindeydi. Atina’da Albaylar Cuntası işbaşındaydı; Türkiye’deyse 12 Mart 1971’de verilen askerî muhtıra sonucu Başbakan Süleyman Demirel istifa etmişti. Sıkıyönetim koşullarının hâkim olduğu her iki ülkede de büyük bir “Solcu avı” sürüyordu.
Moğollar ve turne
Barış Manço 1971’e hızlı bir giriş yapmıştı. O yıl Fransa’da büyük başarı elde ederek plak anlaşmaları imzalayan Moğollar ile bir araya geldiklerini açıkladılar. Moğollar’ın soliste, Manço’nun da gruba ihtiyacı vardı. Fransa’daki plak anlaşmalarını birlikte değerlendirebilirlerdi. Ancak önce bir Anadolu turnesi yapıp biraz para kazanmaya karar verdiler. Turne, 12 Mart iklimindeki saldırılar ve baskılar sebebiyle istenildiği gibi gitmedi. Ayrıca aralarında çeşitli anlaşmazlıklar da yaşanıyordu. Ayrıca hem Moğollar’ın hem de Manço’nun daha önemli bir başka sorunu vardı: Askerlik yapmamışlardı ve sık sık polis tarafından alıkonuluyorlardı. Sonunda Moğollar, çareyi tekrar Fransa’ya dönmekte buldu. O sırada birlikte yaptıkları iki 45’lik “Binboğanın Kızı” ve “İşte Hendek İşte Deve” listelerde fırtına gibi esiyordu ve Manço hemen kurduğu 10 kişilik kalabalık yeni grubuyla Kıbrıs’tan gelen turne teklifine “evet” dedi.
19 Ekim 1971’e gelindiğinde, Lefkoşa’nın Türk ve Rum kesimleri arasında geçişlerin sağlandığı kontrol noktalarından biri olan Ledra Palas barikatının hemen dibindeki Taksim Sahası’nda, yere çökmüş bekleyen üç deve ve etrafında meraklı bir kalabalık vardı. Taksim Sahası aslında bir futbol alanıydı. Rumların Enosis mücadelesine “Taksim” fikriyle karşılık veren Türkler bu sloganı o kadar sahiplenmişti ki sinema salonlarına, futbol statlarına, hatta bazen çocuklarına bile bu adı verir olmuşlardı. Kıbrıslı Türk futbol takımlarından Çetinkaya, maçlarını bu sahada oynarken, 1964’te çizilen Yeşil Hat sahanın üzerinden geçmiş; bu spor alanı futbol ve çatışmanın içiçe geçtiği sembolik bir mekana dönüşüvermişti.
Kalabalık ve şaşkınlık
O gün Lefkoşa’da kimsenin beklemediği sahneler yaşanıyordu. Barış Manço’nun Kıbrıs’a geleceğini haber alan Kıbrıslı Türkler, Ada’nın dört bir yanından başkente akmaya başlamıştı. Gerginliğin had safhada olduğu; çatışmaların yeniden başlayacağı; Grivas’ın Kıbrıs’a döndüğü haberlerinin gündemi belirlediği; şehirlerarası yolculuk yapmanın epey zor ve tehlikeli olduğu bir devirde Lefkoşa’da 15 binin üzerinde insan toplanmıştı.
Hem Rum Millî Muhafız Ordusu hem de BM Barış Gücü, olan biteni şaşkınlık ve tedirginlikle izliyor, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Akşam saatleri gelip gün batarken kalabalığın sabrı tükenmiş “Barış, Barış” diye tempo tutulmaya başlanmıştı. BM Barış Gücü yetkilileri “barış”ın manasını öğrenince işi hayra yormadılar. Bunun Türkiye’den gelecek bir müzisyenin ismi olduğuna inanmakta güçlük çektiler. Hava kararırken tedbir olarak bir ara elektriği keserek Türk bölgesini karanlığa gömmeyi bile denediler.
Sonunda Barış Manço’yu taşıyan uçak Rumların denetimindeki Lefkoşa Uluslararası Havalimanı’na indi. Rum polisi havalimanında bekleyen kalabalığı zaptetmekte çok zorlanıyordu. Hızla pasaport işlemleri görüldü ve Barış Manço ile ekibi araçlarla Türk tarafına geçecekleri Ledra Palas barikatına ulaştılar. O andan itibaren işler iyice çığırından çıkacaktı. Devasa kalabalık Barış Manço’nun etrafını sarınca organizasyon ekibi bir ara insanların arasında Manço’yu kaybetti. Sonunda tekrar kendisine ulaşıp birlikte develerin yanına gittiklerinde yeni bir sorun çıktı. Barış Manço “Ben hayatımda deveye binmedim, istemem” diyordu. Önce bu develeri bulmak için harcanan çaba anlatılarak ikna edilmeye çalışıldı. Sonrasında ikna çabasından vazgeçildi ve kalabalık Manço’yu kucaklayarak zorla devenin üzerine oturtuverdi. Ancak sorunlar bitmedi. Şimdi de develer yattıkları yerden kalkmamakta direniyordu. Bakıcıları ellerindeki sopayla vurarak epey bir canlarını yakınca inatlarından vazgeçtiler. Ve böylece ekibin kalacağı Saray Otel’e doğru yürüyüş başladı.
Diplomatik kriz
Normal şartlarda hafif tempolu bir yürüyüşle bile 15 dakikayı aşmayacak yol, 1 saatte katedi-lebildi. Otele varıldığında yeni bir problem çıktı; develer şimdi de çökmemekte direniyordu. Üstelik sahiplerinin indirdiği tüm sopa darbelerine karşın bu defa çok kararlıydılar. Sonunda iş kestirmeden çözüldü. Birkaç kişi uzanıp Manço’yu aşağıya çekti. Şaşkınlık içindeki sanatçıyı omuzlarda otel lobisine taşıyan kalabalık otelin kapısına öyle bir yüklenmişti ki giriş katındaki bütün camlar tuzla buz oldu.
Manço’nun deveyle karşılanıp oteline götürülmesi Kıbrıs Türk toplumu lideri, Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Muavini Dr. Fazıl Küçük’ü çileden çıkarmıştı. Zira aynı saatlerde Küçük’ün Danimarkalı diplomatlarla önemli bir yemeği vardı. Konutunda bi raraya geldikleri sırada, BM yetkilerinden gelen telefonlar, kesilen elektrikler ve ardından yaşanan büyük gürültü, görüşmenin başlayamadan bitmesiyle sonuçlanmış; Danimarkalı yetkililer toplantıyı bırakıp Küçük’ün konutundan dışarıda olan biteni seyretmeyi tercih etmişlerdi. Dr. Küçük organizatörlere “Başımıza bir de bu Barış Manço işini çıkardınız; sizinle sonra konuşacağız” diye bir sitem notu göndermişti. İlk gün böylece sona erdi.
Ertesi gün organizatörler, Barış Manço ve ekipten 3 kişiyle birlikte Dr. Küçük’ e bir nezaket ziyareti yaparak gönlünü aldılar. Sonrasında, 10 gün boyunca fırtına gibi geçecek konserler dizisi başladı. Kıbrıslı Türklerin Bayrak Radyosu tüm bu süreyi neredeyse tamamen Barış Manço’ya ayırarak, deyim yerindeyse Barış Manço Özel Yayını’na geçmişti. Önceden toplam 11 konser için anlaşma yapılmıştı; ancak ilgi öylesine büyüktü ki sürekli yeni konser ilave ediliyordu. Turne bittiğinde konser sayısı 18’e ulaşmıştı.
Rum kesiminde karışıklık
Kıbrıs’ta Barış Manço rüzgarı eserken Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti yönetimi arasında diplomatik gerginlik gitgide yükseliyordu. Rum basını Grivas’ın Kıbrıs’ta olup olmadığını tartışıyordu. Avrupa gazetelerine bakılırsa haber doğruydu ve Cumhurbaşkanı Makarios’a karşı Grivas’ın öncülüğünde örgütlenen EOKA-B’nin bir darbe girişiminde bulunması, Rumların önce kendi içlerinde, ardından Türklerle kavgaya tutuşması an meselesiydi. Kıbrıs Türk basınında tüm bu haberler, bazen Barış Manço’nun turnesiyle ilgili haberlerle eşit büyüklükte yanyana yer alıyordu. Rum basınında ise çok daha gergin bir hava vardı. Aynı zamanda dinî lider olan Cumhurbaşkanı Makarios, bir ayini yönetmek için bir kiliseye girdiği anda aniden semtteki tüm elektrikler kesilmiş, silahlı muhafızlar bir suikast olabileceği korkusuyla Makarios’un etrafını sararak elektrikler tekrar gelene dek yarım saat boyunca elleri tetikte beklemişti. Rum toplumu içten içe kaynıyordu. 27 Ekim’e gelindiğinde Barış Manço’nun “büyük arzu üzerine” eklenen son iki konserini vereceği duyurulurken, manşetlerde gene Grivas vardı. Kıbrıs’ta olduğu artık kesinleşmişti, çünkü kendi imzasını taşıyan bir bildiriyle Ada’da olduğunu bizzat açıklıyor ve Rum halkını “EOKA-B saflarında Enosis mücadelesi”ne davet ediyordu. 29 Ekim tarihli gazetelerse Barış Manço’nun Ada’dan ayrıldığını ve son olarak Kıbrıslı Türk bir çiftin nikah törenine davetli olarak katılıp bir de şarkı söylediğini yazıyordu. Türkiye basınında yer alan Lefkoşa mahreçli haberler ise turnenin başarısından söz ederken, Manço’nun Ada’dan ayrılmadan önce Kıbrıs ile ilgili bir plak yapma sözü verdiğinden bahsediyordu.
15 Temmuz 1974 darbesi
Kıbrıs’ta, uluslararası kamuoyunun öngördüğü darbe, bu hadiselerden 3 yıl kadar sonra, 15 Temmuz 1974 günü yaşandı. Cumhurbaşkanı Makarios İngiliz üssüne sığınıp oradan Malta’ya kaçarken, Rumlar Makarios yanlıları ve Solcular ile EOKA’cı darbeciler olarak iki safa ayrılıp çatışmaya tutuştular. 5 gün sonra Türkiye, 20 Temmuz sabahı Kıbrıs’a asker çıkararak duruma müdahale etti. Grivas bütün bunları göremedi; çünkü 27 Ocak 1974’te saklandığı evde kalp krizi geçirerek 76 yaşında hayata veda etmişti. Barış Manço’ysa Kıbrıs’la ilgili plak yapma sözünü dolaylı olarak 1979’da yerine getirdi. 1971’deki unutulmaz turnede dinleyip öğrendiği, 1900’lerin başında ölen Kıbrıslı yarı efsane bir karakterden yola çıkarak “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa” şarkısını yaptı. Sarı Çizmeli Mehmet Ağa, herkesin ister bakkala ister meyhaneye olan borcunu kendisi adına veresiye defterine yazdırmasını dert etmeyip hepsini ödediği için fakir öldüğü anlatılan bir halk hikayesi kahramanıydı. 1982’de Türkiye’deki ve Kıbrıs’taki gazeteler, Barış Manço’nun Sarı Çizmeli Mehmet Ağa’ya ait olduğu rivayet edilen mezarı tekrar yaptırdığı haberini de verecekti.
Barış Manço 80’lerin başında Kıbrıs’ı yeniden ziyaret ettiğinde artık ne bir zamanlar uçaktan indiği Lefkoşa Uluslararası Havalimanı vardı ne geçmesi gereken bir barikat ne de binmek zorunda bırakıldığı develer. Havalimanı 20 Temmuz 1974 sabahı Türk jetleri tarafından bombalanınca kullanılamaz hâle gelmişti. Ledra Barikatı, 1974’ten 2003’e kadar çok özel durumlar dışında geçişe kapalı kaldı. 2003’te Türk tarafının aldığı ani bir kararla açılınca, sınırın iki yanında diğer tarafı görmek isteyenler saatlerce bekleyecekleri uzun kuyruklar oluşturdular. Bir zamanlar 3 devenin gün boyunca Manço’yu beklediği, ikiye bölünmüş Taksim Saha-sı’nın statüsüyse halen zaman zaman alevlenen bir tartışma konusu. 20 Temmuz 1974’ün 49. yılında ise Kıbrıs Sorunu’ nun akıbeti henüz belirsiz.