1921’de Germencik’te doğan ünlü şarkıcı, besteci ve film yıldızı Dario Moreno, henüz dünya çapında meşhur olmadan Hayat dergisinden Ozan Sağdıç’a hayatını ve kendini anlatmıştı. 51 yıl önceki röportaja yansımayanlar ve sonrası… İzmir’e, Türkiye’ye sevgiyle bağlanmış bir sanatçının unutulmaz anları, anıları…
İzmir. Gökyüzünden dökülmüş bir yıldız yığını idi sanki… İrili ufaklı binlerce ve binlerce ışık tanesi Kadifekale’ye doğru yükseliyor, Kültürpark’tan rengârenk bir donanma sevinci fışkırıyordu. Ilık imbat rüzgârının okşadığı bu muhteşem manzaranın ortasına kurulmuş Büyük Efes Oteli’nin çatısında, sahne ışıkları şarkı söyleyen bir adamı aydınlatıyordu:
“Eşini aradım, her yeri taradım / Senden ayrılamam, seni bırakamam / Canım dilber şehir / Eşsiz sevgili İzmir…”
Birden, şarkı söyleyen adamın yüzünü orkestraya doğru çevirdiği görüldü. Gözlerinde iki damla yaş belirmişti. Bir an yüzünü seyircilerden saklayarak bu halin geçmesini bekledi. Fakat olmadı. Gittikçe daha fazla tıkandı. Nihayet elindeki mikrofonu yavaşça yerine koyup çıkış kapısına doğru koşmaya başladı.
Şarkı henüz bitmemişti…
Baterist Vasfi Uçaroğlu’nun şiddetli baget darbeleri arasında Çatı’nın ışıkları yandı. Masalardan coşkun alkış sesleri yükseldi. Seyiciler koro halinde “Dario, Dario” diye tempo tutmaya başladı.
Halbuki Dario Moreno o sırada asansöre sığınmış, hüngür hüngür ağlamaktaydı. Salona dönmesine imkân yoktu. Hayatının en sıkıntılı devresi İzmir’de geçmişti. Ama bu en buhranlı günler bile onun hayalhanesine tatlı hatıralar olarak geçmişti. Şimdi hepsi birden gözlerinin önünde canlanıvermişti.
Buraya kadar yazdıklarım 16 Ekim 1966 tarihli Hayat dergisinde yayınlanmış “İzmirli Dario” adlı röportajımın giriş tümceleriydi. Bire bir tanık olduğum bir olaydı. Sanki daha dün gibi, oysa aradan neredeyse elli bir yıl geçmiş.
Ankara’nın siyaset, sanat ve eğitim kurumları yaz tatiline girince, başkent haber bakımından suyu çekilmiş değirmene dönerdi. O sıralarda yazı işleri müdürümüz rahmetli Çetin Emeç’ti. Çok çalışkan ve mesleğini iyi bilen, aynı zamanda da muhabir arkadaşlarından nasıl yararlanabileceğini iyi tartan bir gazeteciydi. Onunla Ankara’nın tersine, fuarı dolayısıyla İzmir’in canlandığını değerlendirdik ve sonunda İzmir’e gitmemin yararlı olacağına karar verdik.
İlk röportaj
Türkiye’nin nabzı fuar süresince Kültürpark’ın gazino ve tiyatrolarında atıyordu. Nitekim birkaç esaslı röportaj konusu yakalamıştım. Bu arada Dario Moreno’nun uzun bir aralıktan sonra İzmir’e geldiği duyuldu. Elbette görevimiz onu bulup bir röportaj koparmaktı. Oteldeki odasını telefonla aradım. Her işini gören bir yardımcısı vardı. Fransızca konuşuyordu. Kendisiyle çat pat İngilizce anlaşmaya kalkıştım. “Türkçe konuşun lütfen, sizi anlıyorum” dedi, rahatladım. O tarihte, toyluk mu nedir, nedense Dario’nun Türkiye çıkışlı olduğunu henüz bilmiyordum. Kendisi ile karşılaşınca çok rahatladım.
Bu arada Ankara radyosunun genç prodüktörlerinden Erkan Özerman da İzmir’e gelmiş, Dario ondan benim röportaj talebimden söz etmiş. O da, “Fırsatı hiç kaçırma hemen kabul et” diye hakkımda olumlu referans vermiş. İş böyle başladı. Ondan sonra bir hafta on gün kadar yalnız İzmir’de değil, Dario’nun lüks arabasıyla yakın çevreyi de gezmecesine birlikte vakit geçirdik. Bol bol da fotoğraflar çektik.
Kısmen kendiliğinden anlatıyordu, kısmen sorularıma yanıt olarak geçmiş hayatından önemli bulduğum bilgileri notlar halinde kaydediyordum. Elli yıl önce yapılmış röportajıma bir gözattığımda şunu fark ettim ki, seneler boyunca onun hakkında yazıya dökülmüş birçok kaynak bilgi, benim o ilk röportajımdan alıntılanmış. Hatta kimileri sözcük sözcük aynı.
Şimdi, Hayat dergisine de tam aktaramadığım kısımlar da dahil, kendisinden duyduğum onun çocukluğundan itibaren yaşamına topluca bir göz atalım:
Kargaşa günlerinde doğdu
Hani biz ona “İzmirli Dario” demişsek de, bu Dario Moreno’nun İzmir’e sevgi bağıyla bağlanmış olduğundandır. Yoksa aslında Germencik doğumludur.
Anadolu’nun ilk demiryolu hattı İngilizler tarafından inşa edilmiş ve onlar tarafından işletilen, ihraç limanımız İzmir’i hinterlanda bağlayan Aydın hattıdır. Dario’nun babası işte bu işletmenin Germencik istasyonunda görevli bir Sefarad Yahudisidir. Dario 3 Nisan1921’de burada doğmuştur, asıl adı David Arugete’dir. Tarihe dikkat edecek olursak, buraların Yunan işgali altında olduğu bir zamandır. Yani kargaşa günleri. Bir patlama sonucu mu, yoksa kaza kurşununa kurban mı gitmiştir, ayrıntısı meçhul; baba kazaen ölmüş ya da öldürülmüştür. Bunun üzerine anne Madam Roza dört çocuğuyla birlikte İzmir’e göçmüş.
Dario Moreno bunları bana anlatırken şöyle demişti: “Mezarlıkbaşı, Tilkilik gibi mahalle arası bir eve sığınmıştık. Annemin hiçbir geçim kaynağı yoktu. Bu yüzden beni piçhaneye verdi”. Bu ifadesi beni şaşırttı; “yani yetimhaneye” dedim. “Anasız babasız çocukları barındırdığı için oraya piçhane denirdi. İzmirlilerin hepsi öyle derdi, bilmiyor musun? Hiç kimse de gocunmazdı. Adı öyleydi çünkü. İzmirli incire incir demekten utanır yemiş der ama, yetimhaneye piçhane demekten rahatsızlık duymaz” diye de ekleme yaptı sözüne. “Bir süre sonra sadece babam öldüğü ve annem sağ olduğu için beni oradan çıkardılar zeten. İlk işim sakalıktı; testiye su doldurup, bardağı 1 kuruştan satıyordum”.
Dario’nun daha sonraki çocukluk yılları seyyar satıcılık yaparak geçmiş. Eşrefpaşa pazarında bir terlikçiye çırak vermişler, kısa zamanda oradan kaçmış, evden de temiz bir sopa yemiş. Bir baltaya sap olamayacağına karar verilmiş. Ama biraz büyüyünce uslanmış, aklı başına gelmiş. Fevzi Paşa bulvarı civarında Büyük Kardiçalı Han diye bir hayli kallavi bir iş hanı vardır. İzmirli avukatların pek çoğunun yazıhanesi olan bir yer. Orada bir avukatın yanında daha çok getir götür işleri için bir kâtiplik işi bulmuş. İzmir’in millî kütüphanesi de Türkiye’de ilktir ve pek ünlüdür. Bir yandan da akşamları oraya devam edip Fransızca öğreniyormuş. Kendiliğinden gitar çalma ve şarkı söyleme becerisini de göstermeye başlamış.
Gençlik yılları
Konak vapur iskelesinin eski binası iki katlı düz bir yapıydı. Üst katı gazino olarak düzenlenmişti. Amatörce denilebilecek ilk konserini burada vermiş. Askere alınması 2. Dünya Savaşı’nın başlangıç yıllarına rastlıyor. Azınlıklar ve özellikle Yahudiler için sıkıntılı yıllardır. Ancak artık müzikle içli dışlı olduğu için ona kıta görevi verilmez. O zamanlar adı mahfel olan Akhisar orduevinin caz orkestrasında görevlendirilir. Deneyimi arttıkça, sevilen bir solist olarak Adana ve Konya orduevlerinin sahnelerini de şenlendirir.
Kordon Orduevi’nin bulunduğu yerde bir zamanlar Marmara Gazinosu vardı. Dario o gazinoda çalışmış ve epeyce ün kazanmış. Artık eli biraz para tuttuğu için annesi ve kardeşleriyle birlikte Karataş semtinde, Asansör mevkiinde bir eve taşınmışlar. Fakat asıl ününü pekiştirmesi Konak’ta İstanbul’dan gelen Safiye Ayla gibi büyük sanatçıların konaklamayı tercih ettikleri İzmir Palas otelindeki salonda yapmış. Ve bu ünü ona İstanbul kapısını açmış. Artık Fenerbahçe’deki Belvü gazinosunun şantörüdür. O sıralar Ankara’daki Bomonti gazinosunun da parlamakta olduğu günlerdir.
Kordon’da karpuz
İzmir Kordon boyunda karpuz dilimini dişleyen Dario Moreno. Sanatçının iştahı meşhurdu ama bu durum sağlığını giderek olumsuz etkileyecekti.
Dario Moreno ile Büyük Efes Oteli’nin restoran katında lokanta girişindeki dinlenme salonundaki koltuklarda karşılıklı oturmuşuz, o bana hayatını anlatıyor, ben de zaman zaman kısa notlar alıyorum. “Ankara’daki Bomonti gazinosundan iki gecelik bir davet aldım, ama orada iki yıl kaldım. Niçin diye sorma, sevdim yahu bu gelişmekte olan şehri, samimiyet buldum orada” dedi, sonra da “Bak sana çok enteresan bir şey anlatayım” diye eklenti yaptı: “O zamanlar gecede on-onbeş lira bir para alıyordum, şimdi adama komik geliyor ama piyasa öyleydi. Bir yandan da ideallerim vardı, tasarruf etmek mecburiyetindeydim. Onun için Hergele Meydanı’nda üçüncü sınıf bir otelde kaldım. Tek odası var mıydı yok muydu bilmem, olsa da param yetişmezdi zaten. İki yataklı bir odaya yerleştim. Bir hafta kadar yattım kalktım, oda arkadaşımın yüzünü görmek kısmet olmadı. Ben gazinodan geç saate gelebiliyordum, o uyumuş oluyordu. Ertesi gün öğlene doğru ancak uyanabildiğim için de meçhul arkadaş işine gitmiş bulunuyordu”.
Orhan Veli’yle karşılaşma
“Nihayet, herhalde bir tatil günüydü, gözlerimi açtığım zaman baktım arkadaş da uyanıktı. Önce birbirimize merhaba dedik. Gazetede birkaç resmim çıktığı için, o benim kim olduğumu biliyormuş. Ben de ona adını sordum, ‘Orhan Veli’ dedi. Meğer oda arkadaşım şair Orhan Veli imiş. Babası da Riyaseticumhur Armoni Mızıkası’nın şefi olduğu için müziğe hiç yabancı değildi. Çok iyi arkadaş olduk. Bana ‘sen çok güzel, duygulu okuyorsun, hadi senden dinleyeyim’ der, yazdığı şiirleri önce bana okuturdu. Çok severdim onun şiirlerini. Keşke bulup yeniden okusam”.
Böyle bir söz edilir de durur musun, söyleşimiz o günlük sona erdiğinde hemen Kemeraltı’na koştum. Caddenin giriş bölümünde yığınla kitapçı dükkânı vardı. Birinden ona armağan etmek üzere Varlık yayınlarından çıkmış Orhan Veli’nin Bütün Şiirleri kitabından bir tane satın aldım. Otele döndüğümde havuz başında bir şezlongta güneşleniyordu. Kitabı eline tutuşturdum. “Madem güzel okuyormuşsunuz, okuyun bakalım da biz de duyalım” dedim. Tabii asıl amacım o kitapla bir fotoğrafını çekmekti.
Daha sonraki günlerde fuar alanında, Konak meydanındaki saat kulesinin önünde, Karataş’tan Eşrefpaşa’ya çıkan viyadükte, Asansör’de, Basmane’de, Alsancaktan Konak’a kadar Kordon boyunca her dakikada bir durarak, yani İzmir’in karakteristik her köşesinde fotoğraflar çekmek üzere gezdik, dolaştık. Yalnız İzmir’in içinde değil, Kuşadası, Efes gibi yakın yerlere de gidiyorduk. Gezilerimizi kendi sürdüğü açık arabasıyla yapıyorduk. Yanımızda Erkan Özerman ve Dario’nun bir yerlerden arkadaş edindiği genç biri daha vardı.
Boğazına çok düşkün olduğuna tanık olmuştum. Eski Türkiye günlerinden tadını, lezzetini anımsadığı her şeyi tatmak özlemi içindeydi. Madem öyle, ona çok iyi bildiğim en iyisinden iki İzmir lezzeti tattırmak istedim. Bunlardan biri Vilayet Konağı’nın yan sokağında küçücük bir avlu-dükkân şeklindeki Balıkçı Rıza’nın yeri; diğeri Kantar karakolu civarındaki Köfteci Mustafa idi. Bu iki yerin sadece öğle servisi vardı, bir saatlik bir süre içinde orada olamazsan havanı alırdın. Bütün çırpınmalarıma rağmen Dario o kadar ağırdan aldı, o kadar geç gittik ki, iki yerden de boş döndük. Ama kendisi Basmane’de -hani köftesine şekil verirken eline tükürdüğü varsayılan ve tükürük köftecisi diye anılan- seyyar köfteciden ekmekarası köfte ile aşırı derecede memnun olabiliyordu. Simitçi gördüğü anda hemen bir “gevrek” alıyordu. Efes’e gittiğimizde yol üzerindeki çöp şişçide gövdeye indirdiği şişlerin sayısını izlemek mümkün değildi, öylesine iştahlıydı.
İzmir’de on gün kadar süren bu süreç, fuar zamanına denk geldiği için o sırada bütün gazino ve gece kulüpleri eğlence dünyasının en ünlü sanatçılarını ağırlıyorlardı. Zeki Müren en baştaydı ve tabii o da Büyük Efes otelinde kalıyordu. Zaman zaman otelin kuytu salonlarından birinde çok yakın dostlarından bir-iki kişinin de katılımıyla biraraya geliniyordu. Her iki sanatçı da aynı meşrepten oldukları için, aradaki muhabbet zekice esprilerle zenginleşmiş olarak çok eğlenceli bir seyrana dönüşüyordu. Bu arada Dario yeni tanıştığı arkadaşına nedense hiç Türkçe konuşmamasını ve lâfa karışmamasını tembihlemiş. Zeki Müren’e de “arkadaşım Bahiyalı, hiç Türkçe bilmiyor” dedi. Zeki Müren cin gibi, hiç kül yutar mı, hemen “Sakın bu arkadaş Gaziantep’in Bahiya’sından olmasın!?” diye yanıt veriverdi. Herkes gülüşürken Dario işin gerçeğini Özerman fıştıklamıştır zannıyla “Erkan!” diye sitemkâr mı desem, tehtidkâr mı desem, öyle bir dille ona seslendi. Erkan Özerman, “Anam babam ölsün ben söylemedim” diye kendisini savuna dursun…
İlk TV programları
Dario Moreno kısa bir süre sonra Ankara’ya da geldi. Şahap Koptagel’in Mithatpaşa caddesindeki apartman dairesinde kaldı. Henüz Türkiye’nin televizyonu yoktu. İki apartman ötedeki bir başka apartmanın bodrumunda bir “Televizyon Eğitim Merkezi” kurulmuştu. Oradaki mütevazı stüdyoda kapalı devre televizyona TRT’nin ilk kuşak TV kadrosunu teşkil edecek gençler yetiştirilmeye çalışılıyordu. Televizyon Türkiye’ye gelsin mi gelmesin mi tartışıladursun, planlama dairesi beş yıllık plana koymamış bile. İşte öyle bir atmosfer içinde milletvekillerini ikna etmek üzere, onlara yönelik yine kapalı devre özel bir gösteri hazırlanmış. Erkan Özerman’ın aracılığıyla Dario Moreno teşvik amacıyla o programa katıldı. Bu arada genç televizyoncu adaylarına kendi deneyimlerini aktardı. Programın diğer bir konuğu da Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Cüneyt Gökçer idi. O da yıllık programları hakkında bilgi sunacaktı.
Tuhaf olan şey, bu iki sanatçı sıralarını beklerken aralarında üç beş metre kadar bir mesafe vardı, tanışıp görüşmediler. Sonraki yıllarda Cüneyt Gökçer “Mançalı Adam” müzikalinde Don Kişot olmuştu.
O tecrübe yayınından bol bol fotoğraf çekmiştim. Böylece, kendi hesabıma da televizyon yayını başlamadan muhabirliğine soyunduğumun kanıtını vermiş oluyorum. Yani tescillidir ki, televizyon muhabirliğinin duayeni bu fakirmiş. Radyo muhabirliğim daha da eskidir.
Onun anlattığı iki yıllık Ankara macerasına ve ondan sonrasına dönecek olursak… İstanbul’a geri döndüğünde Fritz Kerten orkestrasının solistidir. Onunla birlikte Sevim ve Sevinç Tevs kardeşler de aynı orkestranın solistleridirler. Son çalıştığı yer Maksim gazinosudur. Gündelik yirmi lira. Çalıştığı gazinonun patronundan zam istediği zaman “bundan fazlasını veremem” yanıtını alır. Kafası kızar, Atina’ya kaçar. Orada bir yıl çalışır ve para biriktirir. Belki tutar diye Fransa’daki bir emprezaryoya mektup yazar. Önce pek başarı kaydedemez. Bir süre Almanya’da konuşlanmış olan Amerikan askerlerinin kulüplerinde çalışır. Ama sonra öylesine bir tutar ki, artık ondan sonraki yaşamı hep Paris merkezli olacaktır.
Eski patronu Fritz Kerten’i unutmaz yanına alır. Onun adı da artık André Kerr olmuştur. Fransa’da ilk meşhur ettiği şarkı “Jesabel”dir. “Adieu Lisbon” ve “Ku kuruku ku” onu izler. Artık iyice ünlenmiştir. Grand Prix du Disque ödülleri filan almaktadır. Oyunculuk yeteneği, sahne sempatisi filmcilerin gözünden kaçmayacaktır. 40 kadar filmde küçüklü büyüklü roller almıştır. Brigitte Bardot ile film çevirecek kadar zirveye tırmanacaktır.
Dünya çapında üne sahip olmak elbette ona maddi servet de kazandırmıştı. Paris’te muhteşem bir dairesi, Brezilya’da bir çiftliği olduğunu öğrenmiştik.
Türk pop müziğinin, önce yabancı şarkılara Türkçe sözler yazılarak başladığı halen akıllardadır. Hatta Adamo örneğinden yola çıkılarak denilebilir ki, konser vermek üzere ülkemize davet edilen şarkıcıların dinleyiciler tarafından sempatiyle karşılanması için, sürpriz niteliğinde hazırlanmış denemelerle başladığı da söylenebilir. Bu işin mucidi ve başustası da Fecri Ebcioğlu idi. Onun emek vermesiyle ve sanırım daha sonra Sezen Cumhur gibi bu işe gönül vermişlerin de katılmasıyla, Dario bir çok ünlenmiş şarkıyı, yadırgatmayacak bir biçimde, başarıyla Türkçe şarkılar dağarcığına kazandırmıştır. Dahası, kimi şarkılarımızı da Fransızca sözlerle ya da olduğu gibi oralarda dile getirmiştir. Yıllarca Avrupa’da yaşadığı halde, cebinde hep gururla T.C. pasaportu taşımıştır.
Üzücü bir son
Üzücü sonuç, anlattığım tarihten iki yıl sonra, 1968’de meydana geldi. Dario yine Türkiye’de, bu kez İstanbul’da idi. Günler, dostlar arasında yiyip içmeyle, muhabbetle, şarkıyla, dansla geçip gitmekteydi.
“Mançalı Adam”ın Paris prömiyerine ve bir planlanmış bir Türk Gecesi’ne yetişmesi gerekiyordu.
Fransa’ya haftada sadece üç uçak vardı. Geç kalma alışkanlığını ve aşırı iştahına tanıklığımı daha önce anlatmıştım. İşte o yüzden kendisini Paris’e götürecek uçağa yetişemedi ve kaçırdı. Koşa koşa sarfettiği efor, yetişememenin aşırı üzüntüsü, bir de üstüne üstlük Air France’ın yer hostesiyle ağız dalaşı tansiyonunu yükseltmiş ve kalp rahatsızlığını tetiklemişti.
İzmir’de gömülmeyi arzu etmişti, ancak annesi İsrail’i tercih etti.
O İzmir’i unutmadığı gibi, İzmirliler de onu hiç unutmadılar. Dario Moreno’nun bir zamanlar oturduğu evin sokağına onun adını verdiler. Son zamanlarda Konak-Bostanlı arasında servise sokulan katamaran tipindeki modern bir körfez vapuru da onun adını taşımaktadır. Taş plaklarla başlayıp 45’liklerle ve LP’lerle süren ses kayıtları daha yıllarca yüreklerimize sıcak mesajlar vermeye devam edecek.