Kadınlar, geçmişte yaşadıkları tüm zorluklara rağmen daima büyük mücadeleler içinde oldu. Sırtlarına yüklenen ağırlığı çaresizlik saymayıp, itildikleri köşelerden sıyrılan kadınlar, verdikleri hak mücadeleleriyle sosyal tarihi derinden etkilerken, günümüz dünyasını şekillendirdi. Bugünün ilham kaynağı kadınlara kapanan kapılar silsilesi…
Kadınların toplumdaki yerinin ne olması lazım geldiğine dair çizgilerin net şekilde çizildiği uzun, acı dolu bir geçmiş var arkamızda. Sadece ev ile ilişkilendirilen, her türlü dışarının, sokakların, eğitim kurumlarının kadınlara kapalı olduğu upuzun bir geçmiş. İkiz doğuran bir kadının, ancak iki erkek ile ilişki kurmuş olabileceğinin düşünüldüğü ve iffetsizlik ile suçlanarak öldürüldüğü bir dönemden; kadınların âdet zamanı nefeslerinin zehirli olduğuna, ara ara “zayıf” bünyelerinin bir sonucu olarak pat diye düşüp düşüp bayılan, “histeri” krizleri geçiren insanlar olduklarına inanılan bir geçmişten söz ediyoruz. Bir ara doğum sancılarının kadınların deneyimlediği kadar acılı olup olmadığı da sorgulandı. Uğursuzluktan, kadınlıkla eş değer olan her türlü tekinsizlikten bahsetmeyeceğim. Kadınların bedenlerini, kendilerine yönelik algılarını, geleceklerini, yaşamlarını belirlemiş, berbat bir geçmiş bu özetle.
Aynı geçmişte, tüm bunlarla mücadele eden kadınlar, onların açtıkları yollar da var. Bu kadınların sayesinde hak mücadelesi ilerleyebildi ve daha insani koşullarda yaşayabilme olanağı doğabildi. Değişimler, dönüşümler ancak böyle mümkün oluyor zaten. Biri-birileri çıkıp var olan düzeni sorguluyor, düzenin karşısında duruyor, düzen ile mücadeleye girişiyor ve hep kazanıyor. Bazen hemen, bazen zaman alıyor kazanımlar; bazen kaybedilmiş gibi görünüyor mücadele, ama mutlaka bir sonuç alınıyor, daha iyiye doğru. Her itirazın, girişimin, çabanın bir yeri var.
Ülkemizde kadınların kılığı kıyafeti, kararları, benlikleri ve yaşamları aleyhine kurulmuş düzeni sorgulayan kadın sayısı da hiç az değil; bunlar önemli kırılma noktaları tarihimizde. Bu kırılma noktaları; bazılarında bir kişi, bazılarında bir grup kadın, bazen örgütler, bazen de sokağa dökülmüş kalabalıkların iradesi sayesinde mümkün olabilmiş.
1913’te, şimdiden bakınca çok zor, hatta mümkün olamazmış gibi görünen bir girişim, atılmış cesur bir adım var mesela: Nuriye Ulviye Hanım ve çevresindeki bir grup kadın tarafından yayın hayatına başlayan Kadınlar Dünyası dergisi. Nuriye Ulviye (sonradan Mevlan ve Civelek soyadlarını alacak) 13 yaşında saraya cariye olarak girmiş bir kadın. Yaşça çok büyük ilk eşinin vefatıyla kendine kalan serveti kadın hakları savunuculuğu davası için kullanıyor. İçinde bulunulan koşulların toplumsal, siyasi ve ekonomik güçlüğüne rağmen, 1913’ten 1921’e kadar, toplam 209 kadın hakkı, pek çok açıdan savunuluyor bu dergide. Tiraj, bugünün koşulları için bile yüksek sayılır, 3 bin ya da üzerinde basıldığı söyleniyor. İdaresi, yazarları kadın olan bu derginin yayına katkıda bulunanları, matbaa çalışanları ve mürettiplerinin de kadın olduğu söyleniyor. 1913’ten 1921’e kadar geçen süreyi bir anlığına düşünün. Balkan savaşları ve bir dünya savaşı öncesinde yayına başlıyor dergi, ortalık yangın yeri! Kadınlar Dünyası’nın yaratılabildiği dünya karma karışık. Arada kağıt bulunamıyor, derginin dağıtılması dert oluyor… Abone sayılarını artırmak için sürekli çalışıyor kadınlar.
Ele aldıkları konularda göz alıcı bir çeşitliliği gözetiyorlar hep: Kadınlar çalışma hayatında neden olmalıdır, neden görücü usulü ile evlenmemelidir, dayağa ve şiddetin her türlüsüne neden karşı konulmalıdır? Çocuk bakımı, beslenme konularında nelere dikkat edilmelidir, kamusal hayatta kadınlar neden var olmalıdır? Derginin hararetle tartıştığı konulardan biri de kadınlara henüz tanınmayan yüksek eğitim hakkı. Nuriye Ulviye bu konuda düşüncelerini tertemiz şekilde ortaya koyuyor: “Bekleyecek zamanımız yoktur. Dârülfünun’u istemek bizim insanlık hakkımızdır.”
Bu tartışmanın aleviyle tarih adeta hızlanıyor ve İnas Dârülfünunu’nun, yani kadınlara has bir üniversitenin ortaya çıkması, kadınlara yönelik konferansların üniversite çatısı altında verilmeye başlanması 1914-1915’te başlıyor ve arkası geliveriyor. Konferanslar, dersler, karma eğitim… Fakat 1921, İnas Dârülfünunu’nda eğitimin ve Kadınlar Dünyası’nın sona erdiği yıl. Üniversitenin ve derginin kapanması kötü bir haber değil ama. Yüksek eğitim hakkı meselesinde bireysel çabalarla başka kapılar zorlanıyor. İlk kadın hukukçular, ilk kadın doktorlar teker teker beliriyor, çeşitli bilim alanlarında kadınlar var olabilir hale geliyor.
Cumhuriyetin ilanından sonra ise kamusal alanda kadınların görünürlüğünün artmasına yönelik bilinçli çabaların sarf edildiğini hepimiz biliyoruz. Kadınlar, meslek sahibi insanlar olarak yeni kurulan ülkenin pek çok kademesinde yer alıyor. Sanatta, sporda, hastanede, adliyede varlar. 1934 tarihi önemli bir kırılma noktası, artık seçme ve seçilme hakkına sahip oluyor kadınlar, az da olsa artık siyasette de varlar.
Bir önceki adımın, bir sonrakini kolaylaştıracağı bir süreç bu, fakat her açılan kapı bir sonrakine çıkıyor, bitmek bilmeyen bir kapılar silsilesi önünde kadınlar hep. Nuriye Ulviye gibi yazan, aktif olarak mücadele eden kadınlar sayıca artıyor. Yeni yayınlar, yeni örgütlenmelerle kadınların hak mücadelesi devam ediyor.
17 Mayıs 1987’de İstanbul’da, Kadıköy İskelesi’nde başlayıp Yoğurtçu Parkı’nda biten bir yürüyüş, bir diğer kırılma noktası. Ev içi şiddete, dayağa karşı bir araya gelen, yaklaşık 2500 kişinin katıldığı eylemin ardından kadın hareketi çok daha etkili hâle geliyor.
Sığınma evlerinin açılması, kitlesel kampanyaların düzenlenmesi, bugün de aktif olan sivil toplum örgütlenmeleri ve Pazartesi dergisi gibi etki alanı geniş, sesi güçlü yayınlar bu yürüyüşün ardı sıra ortaya çıkıyor. 20 yılı aşkındır devam eden 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşleri ise, hazırlıkları, kitleselliği ve medyada yer alma biçimiyle senede 1 gün, 1 gece dahi olsa arkalarında bıraktıkları tarihin farkında olan büyük bir kitle tarafından kutlanıyor. Aradan geçen yıllarda toplumsal cinsiyet kavramı girdi günlük hayatlarımıza, kadınların hak mücadelesi LGBTİ+ mücadelesi ile kesişti. Bazı işler kökten değişti, bazıları biraz aynı kaldı.
Etraflarına sıkıca dokunmuş, ağır, boğucu bir kumaşın içinde hareket etmeye çalışan kadınlar ilerlemenin yavaş, ama emin adımlarla olduğunu bilir… Ve birbirleriyle dayanışırlar; her Mart ayı bu işe yarar. İkiz doğuranlara şüpheyle bakılması, histeri krizlerinin kadınlara has olduğu gibi garip anlayışlar artık arkada kalır, unutulur, yerlerine yenileri gelir, mücadele sürer. Bir kapı bir diğerine açılır özetle.
İşin doğrusu idarecileri, yazarları ve mürettipleri ile Kadınlar Dünyası dergisi çalışanları, bir yolunu bulup 100 sene öncesinden bir 8 Mart gecesi Taksim Meydanı’na gelebilselerdi, kalabalığın, ışıkların içinde hiç de sakil durmazlardı gibi geliyor. Şaşırırlardı belki bazı pankartlar için, “Bu mesele hâlâ devam mı ediyor?” derlerdi belki, fakat kendilerinden 100 sene sonra aynı meselelere maruz kalan kadınlarla yan yana olmak herkese iyi gelirdi herhalde.