1.Dünya Savaşı cephelerinde yaşanan gerçek hadiselere dair, Türk tarafındaki belki de en ayrıntılı tanıklıklar Abidin (Ege) Bey’e aittir. Çanakkale’den İran’a tüm cephelerde savaşan Abidin Bey; 1915 Ağustos’unda Arıburnu sektörü-Kireçtepe hattındaki kanlı muharebelerin detaylarını da, arazi üzerinde bulduğu İngiliz askerin defterine devamla yazmıştı.
Kireçtepe… 1915’teki Çanakkale muharebelerinin en dehşet verici sahnelerinin yaşandığı kanla sulanmış toprakların sadece bir bölümü. Anafartalar sahilinin kuzey sınırını çizen tepeler hattı. Türk savunmasının sağ kolu.
1915’in 18 Mart’ında Çanakkale Boğazı’nı geçemeyen İtilaf kuvvetleri, bunu gerçekleştirmek için Rumeli yakasındaki Kilitbahir Platosu’nu ele geçirmek mecburiyetinde olduklarını anlamışlar (buradaki Türk topçusunu devredışı bırakmak; Boğaz’daki mayınları temizleyip, gemilerine İstanbul yolunu açmak için). 25 Nisan’da başlayan çıkarmaların ve kara muharebelerinin temel stratejisi bu. Ancak fedakar askerin direnci ve özellikle Mustafa Kemal’in Arıburnu sektöründeki ilk günkü inisiyatifleriyle bunu başaramamışlar; kıyı şeritlerinde ve biraz içerde tutunabilmişler.
Arıburnu ve Seddülbahir’de tıkanan düşman, Temmuz ayında yaptığı yeni planla savaşı daha kuzeye kaydırarak yeni bir cephe açmaya karar vermiş. Buna göre İngiliz kurmaylarının Kahire Metropolitan Oteli’nde yaptıkları toplantıda belirledikleri yeni harp meydanı, adı o an için bilinmeyen fakat savaşın sonunda asla unutulmayacak bir yer: Anafartalar… Bu doğrultuda 6 Ağustos’ta çok daha büyük bir kuvvetle Anafartalar sahillerine bir çıkarma daha yapmışlar. Ancak karşılarında “maalesef” yine Mustafa Kemal var! Kocaçimentepe silsilesini kapatıp, karşı saldırılarla düşmana geçit vermiyor. Anafartalar ovasında ve civarında kanlı muharebeler yaşanıyor. İki taraf da Kireçtepe hattının ne kadar hayati olduğunun farkında; zira burası hem bütün Türk savunmasını muhafaza ediyor hem de İstanbul’dan kara yoluyla gelecek takviye askerin Yarımada’ya ulaşıp ulaşamayacağını tayin ediyor.
Bu sarp, kayalık ve belki de Yarımada’nın savaşmak için en zorlu arazi yapısına sahip olan tepeler silsilesi, İzmirli genç bir Türk subayının da ölüme karşı ilk büyük sınavını verdiği yer aynı zamanda. Abidin Bey’in burada yaşanan muharebeler esnasında şahit oldukları, Türk tarafında bugüne ulaşan sınırlı kaynaklar içerisinde en kıymetlilerden.
1893 İzmir doğumlu Abidin Bey, 1913’te İstanbul/Halkalı Ziraat Mektebi’nden birincilikle mezun olur. Hemen ardından başlayan 1. Dünya Savaşı, birçok genç gibi onun da geleceğini değiştirir; hayatının baharında en güzel zamanlarını dahi yaşayamadan kendisini haki üniforma içinde Gelibolu’nun kan ve barut kokan topraklarında bulur.
2. çıkarmanın başladığı 6 Ağustos 1915 tarihinden itibaren bir tarafı Saros Körfezi’ne diğer tarafı Küçükanafarta Ovası’na bakan Kireçtepe silsilesi üzerinde, Sivritepe- Aslantepe-Kanlıtepe hattında dehşetli mücadeleler yaşanır, her iki taraf da ağır kayıplar verir. Öyle anlar gelir ki tek bir tepe aynı gün içinde birkaç defa el değiştirir. Yeni çıkarmanın daha ilk haftasında Anafartalar muharebelerinin kaderi de belli olmaya başlar. Mustafa Kemal’in başarılı 10 Ağustos Conkbayırı süngü hücumu, İngiliz komutasının hantallığı ve Kireçtepe’de şehit olan Gelibolu Seyyar Jandarma Taburu Komutanı Yüzbaşı Kadri Bey gibi kahramanların fedakarlığı sayesinde ibre Türk tarafına döner.
5. Ordu’da ihtiyat zabiti (yedek subay) olarak görev yapan Abidin Bey, muharebelerin en hararetli günleri olan 15-16 Ağustos’ta Kanlıtepe’de bulunduğu esnada şahit olduğu bu korkunç sahneleri yazıya döker; çizdiği detaylı muharebe krokilerini de notlarının arasına ilave eder.
Kireçtepe silsilesinde ilk gün kaybedilen Sivritepe haricinde İngilizlere bir adım dahi attırmayan kahramanlarla omuz omuza çarpışan Abidin Bey, gurur ve hüznü birarada yaşar. Vatan için Kireçtepe’den geçit yok derken, bunun bedeli her gün verilen şehitler ve yaralılardır. Ateşin kısa süreliğine kesilip yaralıların toplandığı, defin işlerinin yapıldığı bir gün, Abidin Bey hayatını kaybetmiş bir İngiliz askerine ait bir defter bulur. Yazılmış kişisel notlardan Kıdemli Onbaşı John William Atkinson’a ait olduğu anlaşılan bu harp yadigarı; artık genç Türk subayının korkularını, hayallerini, yitirdiklerini dile getirdiği 15 defterlik harp günlüğü serisinin dördüncüsü olacaktır.
Abidin Bey seferberlikle beraber askere alınmasından itibaren gün gün tuttuğu hatıralarını, Çanakkale’de, içinde bulunduğu korkunç kaosun ortasında da yazmaya devam eder; ancak bu defa not aldığı küçük defter kendine değil, boğaz boğaza çarpıştığı düşmanına aittir. Çanakkale muharebelerine, özellikle Kireçtepe’de yaşanan kanlı vuruşmalara dair Türk arşivlerinde bulunan kaynakların yetersizliği düşünülürse, bu hatırat günümüze ulaşabilmiş paha biçilmez bir hazinedir.
Muharebelerin şiddetiyle el değiştiren siperler gibi bu defter de el değiştirmiş; İngiltere’nin puslu havasında bir üniformanın cebinde yola çıkan sayfaların hikayesi, Gelibolu’da bir Türk askerinin ellerinde yeniden can bulup devam etmişti.
23 Aralık 1895 Hull-İngiltere doğumlu John William Atkinson deftere yer aldığı birlik için; 2494 künye numarayla 10. İrlanda Tümeni’ne bağlı 6/Royal Munster Fusiliers, 7. Müfreze yazmıştı. Atkinson’un İngiliz arşivlerinde yer alan şahsi dosyasında, ait olduğu birlik için yine Kireçtepe’de bulunan 7/Royal Munster Fusiliers denmektedir; dolayısıyla görevi esnasında bir yer değişikliği yapılmış olmalıdır. Atkinson defterin ilk birkaç sayfasına birliğindeki askerlerden kimilerinin isimlerini yazmış; takip eden sayfalarda da bunların yanına ölü, yaralı ve kayıp olmak üzere çeşitli notlar ilave etmiştir.
Ancak defterin ilk sayfasında karalanmış bir başka isim olması, ilk sahibinin başka bir asker olduğu ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Burada ismi geçen Paisley, İskoçya doğumlu 1033 künye numaralı Kıdemli Onbaşı John Mathieson 1914’te orduya katılmış, İngiltere’de seramik üreten Doulton & Co.,Ltd. şirketinde çalışan bir işçidir. Mathieson, 6/Royal Munster Fusiliers B Bölüğü’ndedir ve 7 Ağustos 1915’te, Anafartalar çıkarmasının ilk sabahında Gelibolu Jandarma Taburu’na karşı savaşırken Sivritepe’de hayatını kaybettiğinde 25 yaşındadır. Defteri onun üzerinden aldığı düşünülen Atkinson da, Gelibolu cehennemini henüz kelimelere dökemeden, Kireçtepe Sırtı’nın güney yamacında yaşanan muharebelerde, 2 gün sonra hayatını kaybedecektir. 9 Ağustos 1917 tarihli The Daily Mail gazetesinde yayımlanan iftihar listesinde Atkinson için şu sözlere yer verilmiştir:
“Çanakkale’deki askerî harekatta aldığı yaralar sonucu 22 yaşındayken ölen, Annie Atkinson’ın kocası, onbaşı John William’ın [Jack] sevgi dolu anısına… Karısı, bebeği, kayınvalidesi ve kayınpederi Bay ve Bayan Harry Bell tarafından sonsuza kadar hatırlanacak.”
Abidin Bey’in elinde kalan bu harp yadigarındaki iki isim, daha ziyade muharebe arazisinde kayıp olan askerler anısına Seddülbahir’de yapılmış olan Helles Anıtı’nda, 186-192 numaralı panelde yer almaktadır. Bu da bizlere Atkinson ve Mathieson’un bilinen bir mezarlarının olmadığını ve kuvvetle muhtemel Türk birliklerince muharebe bölgesinde defnedildiklerini göstermektedir.
KİREÇTEPE / KANLITEPE ÖLÜM HATTI
‘Ateş etmeye lüzum kalmamıştı, süngüsüne güvenen atılıyordu…’
“Şimdi artık bu yalçın ve sarp tepe bir mahşere benziyordu. Adeta tutuşmuş yanıyordu. Çünkü kucak kucağa gelen muharipler birbirini taşlarla, yumruklarla mahvetmeye, bayırdan aşağı yuvarlamaya, paralamaya, dişleriyle birbirinin gırtlağına sarılmaya, elleriyle diğerinin boğazını sıkarak birbirini boğmaya çalışıyordu”.
“Yirmi dört saat devam eden bu muharebe pek kanlı ve feci olmuştur. Düşman her türlü fedakarlığı göze alarak bu hakim tepeyi ele geçirmeye çalışıyor. Bizimkiler de Allah’ın takdir edeceği bir azim ve metanetle bu tepeyi düşmana vermemek için arslanlar gibi çarpışıyordu. Muharebe şu suretle cereyan etti: Düşman Kanlıtepe’yi yirmi dört saat gayet şiddetli bombardıman ederek altüst ettikten sonra süngü takarak tepeye hücum etti. Bizimkiler de karşılık verdi. Tekrar eden hatlar ve takviyelerle durmadan düşman tepeye hücum ediyor, sürü sürü kırıldığı halde verdiği dehşetli kayıplara önem vermeyerek mutlaka tepeye çıkmaya çalışıyordu.
Bir an geldi ki askerimizle düşman askeri kucak kucağa geldiler. Bu hakim tepede adeta talim meydanlarında yapılan süngü muharebesi gibi süngü hücumu oluyordu. Artık taşlar ve kayalar arkasına saklanıp mevzi almaya, ateş etmeye lüzum kalmamıştı. Süngüsüne ve pazusunun kuvvetine güvenen olanca saldırganlığıyla düşmanı süngülüyor ve öldürüyordu. Şimdi artık bu yalçın ve sarp tepe bir mahşere benziyor. Adeta tutuşmuş yanıyordu. Çünkü kucak kucağa gelen muharipler birbirini taşlarla, yumruklarla mahvetmeye, bayırdan aşağı yuvarlamaya, paralamaya, dişleriyle birbirinin gırtlağına sarılmaya, elleriyle diğerinin boğazını sıkarak birbirinin boğmaya çalışıyorlar.
Gerek bizim ve gerek düşmanın topçusu bütün şiddetiyle hep bir noktayı, yani bu kanlı sırtı dövüyor, bombalar patlıyor, her taraf ateş ve alev içinde yanıyordu. Bu gırtlak gırtlağa ve kucak kucağa devam eden dehşet verici harp iki saat kadar devam etti. Her taraf cesetle dolmuştu. Şimdi ancak orada kalabilen beş on cengâver Türk kahramanı bu pek mühim tepeye hakim olarak sırttan aşağıya kaçıp giden ve binlerce ölülerini çiğneyerek firardan başka çare bulamayan vahşi düşmana galip ve gururlu bakışlarla bakıyorlardı.
Bu muharebeden sonra tam üç gün gece gündüz cesetler defnetmekle ve yaralı toplamakla uğraştığımız halde ancak bitirebildik. Birçok yaralı düşman askeri topladık. Birçok da taşların arkasına gizlenip kalmış esir askeri tuttuk. Düşmanın burada gösterdiği inatçı hücum neticesinde verdiği kayıp pek dehşetli idi. Esirler hücuma katılan askerlerin 12.000 kişi olduğunu, bunlardan yarısının mahvolduğunu söylüyorlardı.”
HARP MEYDANINDA
‘Annem beni yetiştirdi, bu yerlere yolladı…’
“Akşam oldu hava hazin ve sakin. Tek tük kurşun vızıltılarından başka bir şey yoktur. Bu sırada fırkanın mızıkası geldi. Tabur karargahının önünde gayet güzel parçalar çalmaya başladı. Ah işte harp meydanı, şimdi tiyatro sahnesinde oynanan güzel bir dram hâlini almıştı. Bir taraftan mızıka hazin ve ahenkli hareketlerle “Annem beni yetiştirdi, bu yerlere yolladı” marşını çalarken etrafımızdan vızlayıp geçen kurşunlar bu istisnai manzaraya başka bir harika renk veriyordu! Evet, bu harp manzarası herkese nasip olamazdı.”
ABİDİN (EGE) KİMDİR?
‘Hatırat’ değil, ‘o an’ tutulan günlükler
Abidin (Ege) Bey, sonradan 1. Dünya Savaşı adını alacak Büyük Savaş’ın başlamasıyla beraber 1914 sonbaharında cepheye sevkedilir ve Gelibolu Yarımadası’nda görev alır. 4 yıl sürecek askerliği sırasında, Çanakkale’den sonra Doğu cephesinde ve Irak-İran cephelerinde de görev yapar. Bu süre zarfında sürekli olarak günlük tutmuştur ve bunlar toplamda 15 defterdir (bunlardan 2’si günümüze ulaşmamıştır ve biri, Çanakkale cephesine ilk geldiği sırada tuttuğu günlüktür). Rahmetli harp tarihçisi Şahin Aldoğan, eldeki bilgilere dayanarak kendisinin Çanakkale cephesinde büyük ihtimalle 2. Tümen, 1. Alay’da görev yaptığını belirtmiştir.
Çanakkale cephesi Aralık 1915-Ocak 1916’da tahliye edilir. İtilaf güçleri Yarımada’yı geçemez ve ağır bir mağlubiyet sonrası çekilir. Ancak Abidin Bey’in askerliği de diğer binlerce Türk subayı gibi Çanakkale’de bitmeyecektir. Önce Doğu cephesinde, ardından Irak ve İran cephelerinde görev alacak, hayatının 4 yıl 3 ay 27 günü askerlikle geçecek ve 1. Dünya Savaş’ından sağ çıkacaktır.
Abidin Bey savaşın sona ermesinin ardından 8 Kasım 1918’de Bursa Ziraat Mektebi’ne öğretmen olarak döner ve bu görevinin yanında Bursa Askerî Rüştiyesi’nde “Doğa Bilimleri”, Bursa Sultanisi’nde “Fizik” dersleri verir. 1934’te kabul edilen yeni kanunla “Ege” soyadını alan Abidin Bey, ardından yurtdışında birçok farklı ülkede ziraat alanında araştırmalar yapar. 1944’te ise Denizli milletvekili olarak mecliste görev alır.
Yazdıklarının bir kısmı 1973’te Günaydın gazetesinde Aziz Nesin tarafından “Ölümle Kolkola” adı altında yayımlanan Çanakkale kahramanlarından Abidin Ege, 11 Kasım 1962’de İstanbul’da vefat eder. Abidin Ege’nin günlükleri Çanakkale, İran ve Irak Cephelerinden Harp Günlükleri adıyla İş Bankası Kültür Yayınları tarafından 2011’de basılır. Bırakmış olduğu paha biçilmez hazine ise günümüzde gelini Reyhan Ege ve ailesi tarafından özenle saklanmakta ve harp tarihçilerine ışık tutmaya devam etmektedir.
Gerek Çanakkale gerekse 1. Dünya Savaşı’nın diğer cephelerinde görev almış Türk subayları arasında, muharebeler sırasında günlük tutanların sayısı pek azdır. Hadiseler olup bittikten sonra yazılan “hatırat”lar olmakla birlikte, savaşın gerçek yüzünü ve gerçekte olup bitenleri anında yansıtmış bu belgeler temel referanstır.