Güç ve para dışında hiçbir değerleri, inançları ve tabii ahlakları yoktu. Ancak yüksek zekaya sahiptiler. Her dönemde, gözden düşmesi kaçınılmaz hâle gelecek kişileri önceden sezdiler ve buna göre pozisyon aldılar. Katliamlara, idamlara imza attılar; hatta düşmanla işbirliği yaptılar. Buna rağmen Fransız Devrimi ve sonrasında refah içinde yaşadılar.
Her ihtilal önce kendi evlatlarını yer. Karşıtlar bir yana, ihtilal yanlıları arasında da çok farklı beklenti sahipleri vardır. Her ihtilalin geçtiği yollar, aşamaları ve bunların süreleri değişik olmakla birlikte; genellikle önce en radikaller ılımlıları, sonra ılımlılar radikalleri ve nihayet şiddetten bıkan insanlar ihtilalcileri ve ihtilalleri tasfiye eder; başta ilan edilen amaçlara kısmen veya büyük ölçüde ters düşen yeni bir rejim kurulur. Bu kimi zaman eski rejimin restorasyonu olsa da, asla eskisinin aynısı olmaz; ihtilallerin getirdikleri tam olarak silinemez. İhtilallerin fırtınaları arasından sağ çıkan bireyler her zaman olur; ama tüm fırtınaları atlatan, defalarca ölümden dönen çok azdır.
1789 Fransız İhtilali’ne kaderci bir açıdan bakan, “acaba tüm bu hadiseler Napoléon adındaki fakir bir topçu subayının imparator olması için mi meydana geldi?” diye sormadan edemez. Napoléon Bonaparte, tüm bu dönem boyunca kendisine ihanet ettiklerini bildiği halde Joseph Fouché (1759-1820) ve Charles Maurice de Talleyrand’ı (1754-1838) yanından ayırmamıştır.
Bunlardan Fouché’yi, İhtilal’in ilk günlerinden Napoléon’un yıkılışından sonraki restorasyon dönemine kadar birçok rolde görürüz: Defalarca ölüme çalım atan bir devrimci, meclis üyesi, katliamcı, Polis Bakanı… Fouché sırasıyla Direktuvar’a, konsüllüğe, imparatorluğa, 18. Louis’ye ve tekrar imparatorluğa ihanet etti. 16. Louis’nin idamı için oy verdiği hâlde restorasyon döneminde hayatta kaldı. Keza, birçok defa kaderlerinin kesiştiği Talleyrand da aynı fırtınaları atlattı. Sonunda bu iki adam, vaktiyle Napoléon’u iktidara getirirken yaptıkları gibi, onun vaktinin dolduğunu görünce iktidarı bırakıp gitmesi için perde arkasından işbirliği yaptılar. Bu ikili her dönemde, gözden düşmesi kaçınılmaz hâle gelecek kişileri önceden seziyor ve buna göre hazırlık yapabiliyordu. Napoléon’un yükselişini gördükleri günlerde de onun iktidarı için çalışmışlardı: Önce Paul Barras’ın, sonra direktuvarın diğer üyelerinin istifasını sağlamışlar ve böylece Napoléon’un Meclis’i dağıttığı 18 Brumaire darbesinin başarılı olmasının koşullarını hazırlamışlardı.
Autun Piskoposu Talleyrand, ilk meclisteki (Millî Konvansiyon) 749 temsilci (kolonilerden seçilen 33 kişi daha vardı) arasında yer alan 291 din adamından biriydi. Hafif bir topallaması olduğu için, babası gibi askerlik mesleğinde ilerleyememişti (Bu engeli nedenliyle onu “Topal Şeytan” diye ananlar olmuştur). Siyasete atılan diğer yüksek rütbeli din adamları gibi, reformları sınırlı tutmak istediğine inanılıyordu. Ne var ki Talleyrand, 17 Aralık 1789 tarihindeki oturumda tüm kilise mallarına millet adına el konulması yönünde oy kullandı! Genel eğilime uymak inançlarının önüne geçiyordu ve hep öyle olacaktı. Ertesi yıl, Bastille’in yıkılışının birinci yıldönümündeki bayram töreninde ahaliyi takdis ederken, Marquis de La Fayette’e ihtilale bağlılık andını söyleten kişiydi. Talleyrand, yollarının sayısız defa kesişeceği Fouché gibi eski rejime, ihtilale, Napoléon’a ve Restorasyon’a hizmet etti.
Napoléon hiç kuşkusuz bu iki adamdan daha az zeki değildi ama, onlardan farkı güç sarhoşluğuna kapılmasıydı. Diğer ikisi gibi serinkanlılıkla, duygularına kapılmadan karar veremediği çok durum vardır ve bunlar onun mahvına yol açmıştır. Belki biraz da bu nedenle kendi arkasından iş çevirdiğini, düşmanlarına bilgi aktardığını çok iyi bildiği halde Talleyrand’ı Dışişleri Bakanı, Fouché’yi de Polis Bakanı olarak uzun süre görevde tuttu.
Talleyrand ile iyi anlaşmasının nedeni onun her türlü bağlılıktan ve değerden yoksun, paragöz bir fırsatçı olmasıydı. Onu daima yanında bulundurdu, çünkü istediğini rahatça yaptırabiliyordu. Talleyrand ise onun düşeceğini çok net şekilde gördüğü için, Napoléon’a karşı Fransa’nın düşmanlarıyla işbirliği yapmaktan kaçınmadı. Fouché’ye gelince… O kadar büyük bir istihbarat ağına sahipti ki, ondan asla vazgeçilemezdi. Fouché’yi daha iyi tanımak için ihtilalin ilk günlerinde neler yaptığına ve her gün onlarca masum insanı giyotine gönderen Robespierre’in hakkından nasıl geldiğine değinmek gerekir.
Honoré de Balzac (1799- 1850), Fouché için “kasvetli, derin düşünen, olağandışı bir adam” tanımlamasını yapmıştı. O kadar çok yönlü düşünüyordu ve siyasi hesaplarının her katmanının altında o kadar derinlik vardı ki, yaptıklarının çoğu eylem anında anlaşılamaz ve ancak o hadiseden çok sonra kavranabilirdi. Karanlıkta çalışır, avının haberi olmadan ağını örerdi. Stefan Zweig (1881- 1942) onun ihanet sanatını deha seviyesine çıkardığını yazmıştır. İhtilalden önce rahip okulundan yetişmiş başarılı bir öğretmendi. Robespierre ile ihtilalden önce tanışmış, daha sonra Jacobin kulubüne girmişti. 1789 İhtilali’ne karşı ayaklanmaların bastırılmasında, acımasız tutumuyla sivrildi. Daha sonra Meclis tarafından Lyon’da federatif taleplerle isyan edenlerin şiddetle bastırılmasına nezaret etmek üzere görevlendirildi. Bu hadiselerin cereyan ettiği 1793 sonlarında, Paris’te ihtilalcilerin en radikal ve acımasız kanadı olan Hebertistler ön plana geçmişti; ancak Paris’te onlarla birlikte iktidarı paylaşan Jacobinler, merkezin yetkilerinden hiçbir tavize razı değildi.
Fouché, Aralık ayında Paris’e gönderdiği raporlarda, “düşmanların” acımasızca ezildiğini bildiriliyordu; gerçekten de bu günlerde Lyon’da katliamlar birbirini izledi. Fouché 1794 başından itibaren Hebertistler’in itibar kaybettiğini sezince hemen idamları azalttı; Şubat başında idam mangalarını lağvetti. Bu sırada Robespierre, Paris’te giyotini ara vermeden çalıştırıyordu. Önce Girondinler’i, arkasından Hebertistler’i ve nihayet Danton’u (1759-1794) öldürtmüştü. Fouché sıranın kendisine ve Lyon’da birlikte çalıştıkları Collot d’Herbois’ya geldiğini kesin olarak anlamıştı. Zaten Danton’un tutuklanmasından 36 saat sonra, tüm yetkileri yerel Jacobin kulübüne bırakıp derhal Paris’e dönmesi için talimat gelince durum açıkça belli oldu. Ya Robespierre’in ya da onun kellesi sepete yuvarlanacaktı.
Fouché ilk aşamada geri çekilerek, öldürücü darbesini arka planda hazırlamaya başladı. 6 Mayıs 1794’te dönemin ihtilalci partisi olan Jacobin Kulübü’nün başkanlığına seçilmesi, bu siyasetin doğal lideri olan hasmını yıldırım çarpmışa çevirdi. Robespierre ona ihtilal takvimine atfen 22 Preirial (10 Haziran 1794) Kanunu olarak anılan girişimle karşılık verdi; buna göre komplocular artık mahkemelerde hiçbir şekilde savunma yapamayacak, şahitleri ve avukatları olmayacaktı. Ayrıca Fouché’yi Jacobin Kulübü’nden de attırdı. Giyotin adım adım yaklaşırken Fouché gündüzleri saklanıyor, her gece yer değiştirirken Meclis üyelerini sırayla ziyaret ederek ağını örüyordu; bu konuda güçlü bir kozu vardı, çünkü Robespierre ve Louis de St. Just her kesimden insanı uyduruk mahkeme kararlarıyla öldürterek dehşet içerisinde bırakmıştı. Konvansiyon üyeleri Fouché’den sonra sıranın kendilerine geleceğini düşündükçe kıvranıyorlardı ve o da faaliyetlerini bu hassas noktanın üzerine kurmuştu.
Nihayet hesaplaşma günü geldi. Robespierre onları Lyon’da giyotin kullanmadan katliam yapmakla suçlayınca d’Herbois şöyle cevap verdi: “Tam tersine, giyotin esas işkencedir. 20 kişinin kafası kesilirken sonuncu kişi 20 kere ölür. Halbuki biz o gün 200 kişiyi bağlayıp top ateşiyle kısa sürede öldürdük!” (Aslında o günün kurbanları 209 kişiydi ve Lyon’da öldürdüklerinin sadece 8’de 1’iydi). Bu sözler, giyotinin hiç ara vermeden 7/24 çalıştığı dönemin kasvetli havasını çok iyi yansıtır. Nihayet Robespierre kürsüye çıkmak isteyince, Fouché’nin örgütlediği vekiller bağırıp çağırarak, slogan atarak, önünü keserek ve ardarda söz alarak ona kürsüye çıkma fırsatı vermedi. Büyü bir anda bozulmuş, o güne kadar her krizde konuşmasıyla dinleyenleri büyüleyen ve durumu lehine çeviren Robespierre şaşkınlıktan dengesini yitirmişti. Ona kürsüyü verdikleri takdirde o an durumu değiştirebileceğinden korkarak büyük bir gayret gösterdiler. Bağırış-çağırış arasında biri ateş edip onu çenesinden yaraladı ve Robespierre ile arkadaşları Jacobin Kulübü’ne çekilip silahlı birlikleri örgütlemeye çalıştılar ama, Meclis çoğunluğu baskın çıkarak daha çok silahlı birlik toplamak suretiyle bulundukları mekanı bastı.
Robespierre tutuklandı ve hemen o gece arkadaşlarıyla birlikte idama mahkum edildi. Robespierre en kritik anda şaşkınlığa uğramış, inisiyatif gösterip duruma hakim olamamıştı. Ayrıca taraftarlarını sahaya sürmekte de geç kalmıştı (halbuki ihtilal günlerinde tereddüt eden kaybeder). Hüküm hemen infaz edilirken Paris ve Fransa rahat bir nefes alıyor, zindanda idam bekleyen 8 bin kişi kurtuluyordu. En talihsiz olanlar ise son günün tartışmaları sürerken idam edilen 40 kişiydi. İdamlarını bir gün erteleme talebine karşı “ihtilal, düşmanlarını yoketmek için beklemez” cevabını almışlardı.
İşte Fouché en büyük tehlike karşısında bile soğukanlılığını koruyan, korkularına teslim olmadan çalışmasını sürdüren, böylesine ince hesaplı bir kişiydi. Güç ve para dışında hiçbir hırsı ve zaafının olmaması ona avantaj sağlıyordu. Talleyrand ile diğer ortak noktaları hiçbir partiye veya değere bağlılıklarının olmamasıydı ki, bu sayede güç dengelerini daha objektif şekilde hesaplayıp önceden pozisyon alabiliyorlardı. Örneğin Meclis’te kim güç kazanırsa, onların sıralarına doğru kayıyorlardı. Napoléon’un düşeceğini ilk sezenler de onlar olacaktı.
Fouché de aynı Talleyrand gibi rahip okulunda yetişmesine rağmen, kilise mallarına elkoyup bunları hazineye kaydettirmişti. Bir başka önemli hadise de, Napoléon’un iktidarında Polis Bakanı iken imparatora yapılan bombalı suikast girişimidir. Napoléon kurtulurken birçok kişi hayatını yitirmiş, imparator bunu Jacobinler’e karşı bir temizlik kampanyasına dönüştürürken Fouché kralcılardan kuşkulandığını öne sürerek onları kurtarmak istemişti. Bu, eski yoldaşlarına vefa göstermeye çalıştığı çok nadir örneklerden biriydi ama onları Napoléon’un hışmından kurtaramayacaktı.
Sonraki dönemde Napoléon kısa imparatorluğunun sonuna yaklaşırken Rusya’dan önce İspanya’da batağa saplanmıştı. İsyanlar yayılıyor, İngilizler de İber Yarımadası’na asker çıkarıp direnişi destekliyordu. Bu sırada Paris’te kalan Fouché ve Talleyrand’ın Avusturyalılar ile temasa geçerek kendisine karşı ittifak arayışına girdiklerini duydu. Keza Rus Çarı Alexander ile görüşmeye gönderdiği Talleyrand’ın onunla da yakınlaştığını anlamıştı.
Napoléon, İspanya’daki krizin derinleşmesine çare bulamadan apar-topar derhal başkente döndü ve bu ikiliyi mareşallerinin yer aldığı bir devlet konseyinin önünde azarlamaya başladı: Önce Talleyrand çağırıldı: “İspanya işini başıma sen sardın; Enghien Dükü’nü öldürmemi de sen tavsiye ettin. Sana yağdırdığım ihsanlara rağmen aleyhimde yapmayacağın şey yok. Seni cam gibi ezerdim ama bununla uğraşmayacak kadar nefret ediyorum senden” dedi. Talleyrand sakince konsey odasından çıkarken “Bu kadar büyük bir adamın bu kadar terbiyesiz olması ne yazık” diye mırıldandı. İspanya, Fransa’yı ağır-ağır tüketirken Enghien Dükü olayı Napoléon’a çok itibar kaybettirmişti; çünkü bir Fransız süvari birliği sınırı aşarak onu kaçırmış ve idam etmişti.
Talleyrand’dan sonra “fırçalanma” sırası Fouché’ye geldi. Napoléon onu da düşmanlarına destek vermekle, kamuoyu oluşturmakta başarısız kalmakla suçladı. Konsey üyeleri bunları taş kesilerek izlerken, herkes onların kovulacaklarını ya da hapsedilmedikleri takdirde en azından sürgüne gönderileceklerini bekledi; ama ertesi gün her ikisi de hiçbir şey olmamış gibi işlerinin başındaydı; Napoléon onlardan vazgeçememişti! Talleyrand’ın İngilizler ile arkasından görüştüğünü öğrenince onu Bakanlıktan almış, ama sırdaşlıktan ve en gizli görevlere göndermekten vazgeçmemişti. Onunla rahat bir diyalog kurabiliyordu.
Talleyrand da daha yıllar öncesinde, İtalya Seferi sırasında prestiji hızla artan generalin dostluğunu kazanmak için harekete geçmişti. İleride de Napoléon’un seferlerini tasvip etmeyecek; ancak doğrudan karşı çıkmayarak diplomatik temaslarla bunların sonuçlarını yumuşatmaya çalışacaktı. Örneğin Mısır Seferi’ne karşıydı; çünkü bunun İngiltere ve Osmanlı Devleti’ni yakınlaştıracağını ve karşılarındaki ittifaki güçlendireceğini biliyordu. Buna rağmen sonunda yıldızı hızla yükselen generali desteklemişti ki, o zaman Napoléon’un imparatorluğunu kendisinden başka hayal eden yoktu. Napoléon 1804’te imparator olunca, onu muazzam bir maaşla başmabeyinci olarak atadı. 1806’da gene büyük bir maddi ihsanla Talleyrand’ı Benevento Prensi yaptı.
Talleyrand 1807’de yukarıda bahsettiğimiz “büyük fırçalama”dan sonra geri çekilmekle birlikte Napoléon için çalışmaya devam etti. Ancak yine aynı dönemde Fransa’nın askerî-diplomatik sırlarını büyük paralar karşılığında Avusturya ve Rusya’ya sattı. Napoléon bu yıllarda Kutsal Roma İmparatorluğu’nun kalıntısı olan Ren boylarındaki Alman devletçiklerini yeniden düzenlerken; Talleyrand ve ekibinin avantaj sahibi olmak isteyen prenslerden 10 milyon Frank rüşvet aldıkları kaydedilmiştir.
Napoléon, Fouché’ye de el altından büyük paralar vermiş, onu da Otranto Dükü yapmıştı. Fouché, imparatorluğun yıkıldığı 1815’e kadar bu unvanı muhafaza etti. Napoléon’un Elba adasından kaçtıktan sonraki 100 günlük kısa iktidarında gene onun Polis Bakanı’ydı. Napoléon’un Waterloo’daki nihai yenilgisinin sonrasında bir süre ülkeyi fiilen yöneten komitenin başkanı oldu ve sonra yerini Talleyrand’a bırakıp tekrar Polis Bakanı oldu.
Fransa’nın en bunalımlı döneminde St. Helena adasına sürülen imparatorun iki eski adamının krallığın restorasyonunda yer alması talihin garip bir tecellesi sayılabilir; ama bu durum esas itibariyle onların bunu çok önceden girerek tedbirlerini almaları sayesinde gerçekleşmiştir.
Böylece Fouché, idamı için oy verdiği 16. Louis’in kardeşi yeni kral 18. Louis için çalışmaya başladı! Talleyrand ise Napoléon sonrası Avrupa düzeninin tayin edildiği 1815 Viyana Kongresi’nde Fransa’nın 1793 sınırlarının kabulünü sağladı. Kuşkusuz ki Metternich ve Alexander başta olmak üzere yıllar boyunca Avrupa liderleriyle kurduğu ilişkiler burada çok işine yaramıştı. Direktuar, Konsüllük ve Napoléon dönemlerinde polis teşkilatını yönetmiş Fouché ise son görevinden sonra yurtdışına gitmek zorunda bırakıldı. 18. Louis’nin ağabeyinin ölümündeki rolününün unutulmasına olanak olmadığı gibi, Lyon’daki kasaplığı da çok derin izler bırakmıştı. 1820’de Trieste’de sürgünde öldü. Napoléon ise 1821’de ağır bir hastalıkla, acı çekerek hayatını kaybedecekti. Hayatın keyiflerini yaşamaya önem veren Talleyrand’a gelince… 1838’e kadar malikanesinde lüks ve rahat içinde yaşadı.
TALLEYRAND (1754-1838)
Son anında bile hem dünyayı hem Tanrı’yı aldatmaya çalıştı
Tam ismi Charles-Maurice de Talleyrand-Périgord olan sıradışı Fransız politikacı, ölümünden sonra çok sayıda tarih-araştırma-kurgu kitabına konu oldu. 1836’da aktif siyaset alanından çekilen ve Valençay Şatosu’na yerleşen Talleyrand, 1837’de tekrar Paris’e döndü. Ölüm döşeğinde olduğunu öğrenen Kral Louis-Philippe kendisini ziyarete geldi. Yazar-filozof Ernest Renan, son sözlerini dinlemek için gelen din adamına Talleyrand’ın “benim de bir din adamı olduğumu unutmayın, ona göre…” dediğini aktarıyor ve şöyle diyor: “Son anında bile hem insanları hem Tanrı’yı aldatmayı başarmıştı.” 17 Mayıs 1838’de ölen Talleyrand “İsterim ki asırlar boyunca benim kim olduğum, ne düşündüğüm, ne istediğim tartışılmaya devam etsin” demişti. Arzusu gerçekleşti.
FOUCHE (1759-1820)
Siyasi iktidarın korkunç mezarı: Unutulmak ve tüketilmek…
Joseph Fouché, 1820’de Trieste’de öldü. 1816’da görevi sırasında, Kral 16. Louis’nin idamı için oy kullandığından dolayı sürgün edilmişti. Yazar Jean-François Deniau onun için “iktidarın korkunç mezarı işte budur: Unutulmak. Zaman sizi tüketmiştir” diyecektir. Devrim günlerinin Polis (İçişleri) Bakanı ve “Lyon Kasabı” Fouché, ölümünde hemen önce yanında bulunan Napoléon’un küçük erkek kardeşine, kendisine ait ne kadar yazılı siyasi belge varsa hepsini yakmasını söylemişti. Tam 5 saat boyunca tüm dokümanların yakılmasıyla, Fransız İhtilali’nin en kritik günlerine dair ilk elden kayıtlar silindi. Fouché’nin “kendisi” yakıldıktan sonra ise, külleri Fransa’ya getirilip gömüldü. Şato 20. yüzyılda Rothschild’lar tarafından satın alınacaktı.