Milattan önce 3. yüzyılda Atina’daki gezgin filozoflar ekolünden bir kardeşimiz olan Demetrius, belediye başkanlığı görevinden sonra gittiği Mısır’da, dünyanın en efsanevi kütüphanesi olarak bilinen İskenderiye Kütüphanesi’ni kuruyor. 250-300 yıl sonra bizim (nereden bizim olduysa artık) Jül Sezar, Kleopatra’yla ittifak kurduğunda İskenderiye’de buluşuyorlar. Kleopatra’nın kardeşinin Jül Sezar’la savaşı sırasında yanıyor güzelim kütüphane. Olaylar gelişiyor…
Günlük hayatımızda, bir insan yeterince zenginse ve abuk subuk şeyler biriktiriyorsa biz ona “egzantrik bir koleksiyoner” diyoruz. Ancak bire bir aynı insan fakir olduğunda, onu istifçilikle itham etmekle kalmıyor, bir de bunu psikiyatrik bir rahatsızlık olarak kabul edip evini zorla boşaltıp kendisini de hastaneye kaldırıyoruz. Çok kişi darılacak ama koleksiyonerlikle ilgili genel fikrim bu. Ha, ama koleksiyonerliğin hakkını teslim etmeden de geçemem. Zira koleksiyonculuğun tarihi, bir nevi dünya tarihinin kendisi. Bence ilk ünlü koleksiyonerlerimiz, Antik Mısır’ın son hanedanı olan Ptolemaios’lar.
Yanlış hatırlamıyorsam milattan önce 3. yüzyılda Atina’daki gezgin filozoflar ekolünden bir kardeşimiz olan Demetrius, siyasete de bulaşıyor. Siyasete bulaşan hemen tüm filozoflar, sanatçılar ve işadamları gibi, Demetrius’un da başı bir şekilde belaya giriyor tabii. Ancak kendisi de nereden baksanız 10 yıl boyunca “Atina Büyükşehir Belediye Başkanlığı” görevini üstleniyor; ama sonra tası tarağı toplayıp Atina’dan kaçmak zorunda kalıyor. Artık “Giderse gitsin, biz bize yeteriz” deniyor mu o kadarını bilmiyorum, araştırmalarımda öyle bir yere denk gelmedim ama arkasından epey atıp tutuyorlar. Valla ben Sisamlı Duris ve Polybius’un yalancısıyım ki zaten Antik Yunan hakkında iki satır karalamak isteyip de özellikle Polybius’un yalancısı olmamak mümkün değildir.
Demetrius için söylenenlere bakılırsa Atina’yı deli gibi sömürüyormuş, paraları har vurup harman savuruyormuş, tamamen “gender fluid” bir şekilde kızlı-erkekli ziyafetlerle gününü gün ediyor ve sıkı durun, saçını da sarıya boyuyormuş! Şimdi açıkçası o son itham bana da adamın arkasından konuşulurken “Ulan herkes bir şey söylüyor, ben de eksik kalmayayım bari” diyerek kafayı uzatan bir adamın iddiası gibi duruyor. Boyuyorsa da boyuyor kardeşim.Tarık Mengüç de sarıya boyuyor; adamı İstanbul’dan mı süreceğiz şimdi? Samimi söylüyorum, Tarık Mengüç kardeşime dokunmaya kalkan karşısında beni bulur.
Her neyse, bu bizim Demetrius, hâliyle en sonunda canını kurtarmak için kaça kaça İskenderiye’ye kadar kaçmak zorunda kalmış. İskenderiye’de de o zamanlar galiba İskender’in komutanlarından birinin oğlu olan Soter var. “Ooo beyin göçü, alırım bir dal” diyen Soter, Atina’dan canını zor kurtararak kaçan Demetrius’u himayesine alıyor. Demetrius da -artık İskenderiye’de de saçını boyuyor mu bilmiyorum ama- Atina’da sürdürdüğü iddia edilen çılgın eğlenceli yaşam tarzını tamamen bırakıyor. Kendisini yazıp çizmeye adıyor, bir yandan da Soter’e danışmanlık yapıyor, yasa değişikliklerini falan hazırlıyor. Ancak hepsinden önemlisi şu ya da bu şekilde Soter’i, dünyanın en efsanevi kütüphanesi olarak bilinen İskenderiye Kütüphanesi’ni kurmaya ikna ediyor.
Valla bunlar bana hiç de öyle Atina’da hayatını “vur patlasın çal oynasın” geçirmiş bir adamın hareketleri gibi gelmiyor doğrusu. Yani ne bileyim, can çıkar huy çıkmaz; Atina’da 10 yıl Mehmet Ali Erbil’i kıskandıracak bir hayat sürdürdükten sonra İskenderiye’ye kaçıp orada durup dururken Fuad Köprülü olmaz insan sanki. Sen git 10 yıl boyunca Televole’lerin yanında “Adile Naşit’le Uykudan Önce” gibi kalacağı bir hayat sür, sonra git 14 yıl TRT 2 kafasında bir hayat yaşa; benim çok aklıma yatmıyor.
Neyse ne; Atina’dan kuyruğuna teneke bağlanıp kovalanan Demetrius, gidip İskenderiye’de İskenderiye Kütüphanesi’nin temellerini atmış. Sonraki yüzyıllarda kütüphane hızla büyüyerek dünyanın en büyük kütüphanesi hâline gelmiş. Kimi kaynaklara göre 40, kimilerine göre 400 bin esere evsahipliği yapmış. E orada bir yerde böyle bir kütüphane olduğunu duyan ne kadar araştırmacı, düşünür varsa koşa koşa İskenderiye’ye gelmeye başlamış tabii. Hani bugünün terimleriyle düşünecek olursanız; handiyse dünyada tek bir yerde yüksek hızlı internet bağlantısı var, onun dışında herkes 9600 modemle BBS’te gezebiliyor. Beyin göçü değil, kavimler göçü olur valla.
Ha tabii İskenderiye de ilginç bir şehir; söylenenler doğruysa insanın peşinden geliyor; Akdeniz’in incilerinden ve herkesin gözü üzerinde. Herhâlde o yüzden bizim (nereden bizim olduysa artık) Jül Sezar, Kleopatra’yla ittifak kurduğunda İskenderiye’de buluşuyorlar. Kleopatra’nın kardeşi de taht mücadelesi verdiği için Sezar ve Kleopatra’yı İskenderiye’de kıstırıyor. Jül Sezar da kendilerine saldıran orduyu püskürtmek için saldırırken bir yangına sebep oluyor ve yanıyor güzelim kütüphane. Tabii aslında komple kül olup yokolmuyor ama bayağı bir eser, kimilerinin iddialarına göre depolarda bekleyen elyazmaları falan yanıyor. Ancak belli ki kütüphaneye ciddi bir hasar verilmiş. Zaten daha sonra Kleopatra’yla gerçekten bir aşk yaşayan Markus Antonyus (bkz. NTV tarih dergisi 9. sayı: “İskenderiye’deki İhanet Şebekesi”), ona bir jest olarak ve mekanı tekrar eski görkemli günlerine döndürmek amacıyla Bergama Kütüphanesi’ndeki 10 binlerce eseri İskenderiye Kütüphanesi’ne bağışlıyor. Anlayacağınız, Bergama’daki eserlerin başka şehirlere götürülmesi milattan öncesinden kalma bir gelenek! Asıl gezgin filozof, bu açıdan Bergama şehrinin ta kendisi; Berlin’den İskenderiye’ye geziyor koca şehir.
Sonraki yıllarda kütüphane, futbol spikeri deyimiyle “eski gücünden uzak” olsa da varlığını sürdürüyor. Ancak artık Akdeniz havzasındaki birçok şehirde daha iyi kütüphaneler olduğu için bu beyin göçü de tersine dönüyor. İskenderiye’de sadece eski kitapları tekrar kopyalayan; sadece imla hatalarını falan düzelten; devlerin omuzlarında yükselmek yerine devlerin omzuna tüneyen monoton bir akademik anlayış yerleşiyor. Şehir “Üçüncü Yüzyıl Krizi”nde Palmira İmparatorluğu ve Roma İmparatorluğu arasındaki savaşta da tamamen yokoluyor. Bu ay kutlayacağımız Dünya Koleksiyonerler Günü* vesilesiyle bu eşsiz kütüphaneyi anmak istedim.
* Hiç bakmayın, Dünya Koleksiyonerler Günü diye bir şey yok.