Kasım
sayımız çıktı

Kuruluşundan yokoluşuna İskenderiye Kütüphanesi’nin yanık kokan hazin hikayesi

Milattan önce 3. yüzyılda Atina’daki gezgin filozoflar ekolünden bir kardeşimiz olan Demetrius, belediye başkanlığı görevinden sonra gittiği Mısır’da, dünyanın en efsanevi kütüphanesi olarak bilinen İskenderiye Kütüphanesi’ni kuruyor. 250-300 yıl sonra bizim (nereden bizim olduysa artık) Jül Sezar, Kleopatra’yla ittifak kurduğunda İskenderiye’de buluşuyorlar. Kleopatra’nın kardeşinin Jül Sezar’la savaşı sırasında yanıyor güzelim kütüphane. Olaylar gelişiyor…

Günlük hayatımızda, bir insan yeterince zengin­se ve abuk subuk şeyler biriktiriyorsa biz ona “egzantrik bir koleksiyoner” diyoruz. Ancak bire bir aynı insan fakir olduğun­da, onu istifçilikle itham etmekle kalmıyor, bir de bunu psikiyatrik bir rahatsızlık olarak kabul edip evini zorla boşaltıp kendisini de hastaneye kaldırıyoruz. Çok kişi darılacak ama koleksiyonerlik­le ilgili genel fikrim bu. Ha, ama koleksiyonerliğin hakkını teslim etmeden de geçemem. Zira ko­leksiyonculuğun tarihi, bir nevi dünya tarihinin kendisi. Ben­ce ilk ünlü koleksiyonerlerimiz, Antik Mısır’ın son hanedanı olan Ptolemaios’lar.

Yanlış hatırlamıyorsam mi­lattan önce 3. yüzyılda Atina’da­ki gezgin filozoflar ekolünden bir kardeşimiz olan Demetrius, siyasete de bulaşıyor. Siyase­te bulaşan hemen tüm filozof­lar, sanatçılar ve işadamları gibi, Demetrius’un da başı bir şekil­de belaya giriyor tabii. Ancak kendisi de nereden baksanız 10 yıl boyunca “Atina Büyükşehir Belediye Başkanlığı” görevini üstleniyor; ama sonra tası ta­rağı toplayıp Atina’dan kaçmak zorunda kalıyor. Artık “Giderse gitsin, biz bize yeteriz” deniyor mu o kadarını bilmiyorum, araş­tırmalarımda öyle bir yere denk gelmedim ama arkasından epey atıp tutuyorlar. Valla ben Sisamlı Duris ve Polybius’un yalancısı­yım ki zaten Antik Yunan hak­kında iki satır karalamak isteyip de özellikle Polybius’un yalancısı olmamak mümkün değildir.

İskenderiye Kütüphanesi’nin arkeolojik kanıtlara dayanan bir çizimi.

Demetrius için söylenenle­re bakılırsa Atina’yı deli gibi sö­mürüyormuş, paraları har vurup harman savuruyormuş, tama­men “gender fluid” bir şekilde kızlı-erkekli ziyafetlerle gününü gün ediyor ve sıkı durun, saçı­nı da sarıya boyuyormuş! Şim­di açıkçası o son itham bana da adamın arkasından konuşulur­ken “Ulan herkes bir şey söylü­yor, ben de eksik kalmayayım bari” diyerek kafayı uzatan bir adamın iddiası gibi duruyor. Bo­yuyorsa da boyuyor kardeşim.Tarık Mengüç de sarıya boyuyor; adamı İstanbul’dan mı sürece­ğiz şimdi? Samimi söylüyorum, Tarık Mengüç kardeşime do­kunmaya kalkan karşısında beni bulur.

Her neyse, bu bizim Demet­rius, hâliyle en sonunda canını kurtarmak için kaça kaça İsken­deriye’ye kadar kaçmak zorunda kalmış. İskenderiye’de de o za­manlar galiba İskender’in komu­tanlarından birinin oğlu olan So­ter var. “Ooo beyin göçü, alırım bir dal” diyen Soter, Atina’dan canını zor kurtararak kaçan De­metrius’u himayesine alıyor. De­metrius da -artık İskenderiye’de de saçını boyuyor mu bilmiyo­rum ama- Atina’da sürdürdüğü iddia edilen çılgın eğlenceli ya­şam tarzını tamamen bırakıyor. Kendisini yazıp çizmeye adıyor, bir yandan da Soter’e danışman­lık yapıyor, yasa değişikliklerini falan hazırlıyor. Ancak hepsin­den önemlisi şu ya da bu şekilde Soter’i, dünyanın en efsanevi kü­tüphanesi olarak bilinen İsken­deriye Kütüphanesi’ni kurmaya ikna ediyor.

Valla bunlar bana hiç de öyle Atina’da hayatını “vur patlasın çal oynasın” geçirmiş bir adamın hareketleri gibi gelmiyor doğ­rusu. Yani ne bileyim, can çıkar huy çıkmaz; Atina’da 10 yıl Meh­met Ali Erbil’i kıskandıracak bir hayat sürdürdükten sonra İs­kenderiye’ye kaçıp orada durup dururken Fuad Köprülü olmaz insan sanki. Sen git 10 yıl boyun­ca Televole’lerin yanında “Adile Naşit’le Uykudan Önce” gibi ka­lacağı bir hayat sür, sonra git 14 yıl TRT 2 kafasında bir hayat ya­şa; benim çok aklıma yatmıyor.

Neyse ne; Atina’dan kuyru­ğuna teneke bağlanıp kovalanan Demetrius, gidip İskenderiye’de İskenderiye Kütüphanesi’nin te­mellerini atmış. Sonraki yüzyıl­larda kütüphane hızla büyüyerek dünyanın en büyük kütüphane­si hâline gelmiş. Kimi kaynakla­ra göre 40, kimilerine göre 400 bin esere evsahipliği yapmış. E orada bir yerde böyle bir kütüp­hane olduğunu duyan ne kadar araştırmacı, düşünür varsa ko­şa koşa İskenderiye’ye gelmeye başlamış tabii. Hani bugünün te­rimleriyle düşünecek olursanız; handiyse dünyada tek bir yerde yüksek hızlı internet bağlantı­sı var, onun dışında herkes 9600 modemle BBS’te gezebiliyor. Beyin göçü değil, kavimler göçü olur valla.

Ha tabii İskenderiye de il­ginç bir şehir; söylenenler doğ­ruysa insanın peşinden geli­yor; Akdeniz’in incilerinden ve herkesin gözü üzerinde. Her­hâlde o yüzden bizim (nereden bizim olduysa artık) Jül Sezar, Kleopatra’yla ittifak kurduğun­da İskenderiye’de buluşuyorlar. Kleopatra’nın kardeşi de taht mücadelesi verdiği için Sezar ve Kleopatra’yı İskenderiye’de kıstırıyor. Jül Sezar da kendile­rine saldıran orduyu püskürt­mek için saldırırken bir yangına sebep oluyor ve yanıyor güzelim kütüphane. Tabii aslında komp­le kül olup yokolmuyor ama ba­yağı bir eser, kimilerinin iddia­larına göre depolarda bekleyen elyazmaları falan yanıyor. An­cak belli ki kütüphaneye ciddi bir hasar verilmiş. Zaten daha sonra Kleopatra’yla gerçekten bir aşk yaşayan Markus Anton­yus (bkz. NTV tarih dergisi 9. sayı: “İskenderiye’deki İhanet Şebekesi”), ona bir jest olarak ve mekanı tekrar eski görkemli günlerine döndürmek amacıy­la Bergama Kütüphanesi’nde­ki 10 binlerce eseri İskenderiye Kütüphanesi’ne bağışlıyor. An­layacağınız, Bergama’daki eser­lerin başka şehirlere götürülme­si milattan öncesinden kalma bir gelenek! Asıl gezgin filozof, bu açıdan Bergama şehrinin ta kendisi; Berlin’den İskenderi­ye’ye geziyor koca şehir.

Sonraki yıllarda kütüphane, futbol spikeri deyimiyle “eski gücünden uzak” olsa da varlı­ğını sürdürüyor. Ancak artık Akdeniz havzasındaki birçok şehirde daha iyi kütüphaneler olduğu için bu beyin göçü de tersine dönüyor. İskenderiye’de sadece eski kitapları tekrar kop­yalayan; sadece imla hatalarını falan düzelten; devlerin omuz­larında yükselmek yerine dev­lerin omzuna tüneyen monoton bir akademik anlayış yerleşiyor. Şehir “Üçüncü Yüzyıl Krizi”nde Palmira İmparatorluğu ve Ro­ma İmparatorluğu arasındaki savaşta da tamamen yokoluyor. Bu ay kutlayacağımız Dünya Koleksiyonerler Günü* vesi­lesiyle bu eşsiz kütüphaneyi an­mak istedim.

* Hiç bakmayın, Dünya Koleksiyonerler Günü diye bir şey yok.