İsrail Devleti’ne başkent yapılmak istenmesiyle gündeme gelen Kudüs’ün Yahudiler için gerçek anlamı, buradaki Süleyman Mabedi’dir. Yahudi halkının sembolü, egemenliğinin işareti olan mabedin yapım hikayesi, günümüzdeki aktüel-siyasi gelişmeleri anlamak bakımından da önemli.
Dinsel açıdan Yahudiliğin kıblesi olan, ancak 2600 yıldır bir taşı bile ortada olmayan Süleyman Mabedi’ni ihya etmek, yüzyıllardır Yahudilerin en büyük rüyasıdır. İsrail Devleti’ne başkent yapılmak istenmesi ile gündeme gelen Kudüs’ün Yahudiler için gerçek önemi, mabedin Yahudi halkının sembolü ve egemenliğinin işareti olmasıdır.
Roma döneminde inşa edilmiş Herod Mabedi’nin, yani ikinci tapınağın ayakta kalan tek hatırasının Ağlama Duvarı’na dönüştürülmüş olması, Yahudilerin aslında Süleyman Mabedi’ne duydukları derin özlemin bir ifadesidir. Tevrat’taki anlatımlar ile bazı antik kaynaklar dışında hakkında hiçbir arkeolojik bulgu ve delil bulunmayan Süleyman Mabedi’nin nasıl bir yapı olduğu ve neye benzediği soruları, ancak Kudüs’ün yakın coğrafyasındaki eski yerleşmelerin tapınakları değerlendirilerek yanıtlanabilir. Türkiye topraklarındaki Tell Tayinat yerleşmesinin tapınak ve sarayı, pekçok özelliği ile Süleyman Mabedi ve sarayı için anahtar bir merkez durumundadır.
Kudüs’ü (Yeruşalem) Kral (Peygamber) Davut döneminde (MÖ 1010-970) Kenani bir halk olan Yebusîlerden alan İbraniler (İsrailoğulları), çok büyük olasılıkla tapınak yapmayı bilmiyorlardı (Bir görüşe göre Samaria’da olduğu düşünülen ancak kesin yeri bilinmeyen Shilon’da İsrail geleneğinde bir tapınak vardı. Ancak bu görüş henüz arkeolojik olarak kanıtlanmamıştır). İsrailoğulları Musa döneminden taşınan gelenekle tapınımlarını seyyar ibadet çadırında yapıyorlardı. Kutsal Ahit Sandığı da bu çadırda bulunuyordu. Yani gezgin tapınak geleneğine sahiptiler.
Anıtsal tapınak fikri, Davud’un Kudüs’ü almasıyla kendini göstermiştir. İbrani tanrısı Yahve’nin Davud’a izin vermemesi üzerine, tapınağı oğlu Kral Süleyman yedi yıllık bir süreçte (MÖ 967-961) inşa ettirmiştir. İslâm inancına göre peygamber olan Süleyman, mabedi Moriya Dağı’nda, Yebusîlere ait bir harman yeri üzerinde inşa etmeye karar vermiştir. Harman yerleri antik çağlarda bereketle ilgili kutsal alanlardı. Sözkonusu harman yerinde ya da çok yakınında bir Yebusî mabedi bulunma olasılığı çok güçlüdür. Bu da Süleyman’ın mabedi aslında bir pagan tapınağı üzerine inşa ettirmiş olabileceğine işaret etmektedir. Başka bir deyişle mabedin yerinin rastgele seçilmediği, geleneksel kutsallığa sahip bir yere yapıldığı anlaşılmaktadır. Buna ilave olarak Süleyman’ın mabede başrahip olarak Yebusî Zadok’u ataması, yerel mabed geleneğinin yeni tapınaktaki etkilerini daha da açık bir biçimde görmemize yardımcı olmaktadır. Ayrıca günümüzde Kubbet-üs-Sahra’nın merkezinde yer alan, geçmişte ise Süleyman Mabedi’ne yakın bir konumda olduğu düşünülen Kutsal Kaya’nın (Kaya Sunağı) üzerinde gözlenebilen bazı kanal izleri, belki de Yebusî Dönemi’nde burada kurban faaliyetlerinin yapılmış olmasıyla ilgilidir.
Süleyman’ın mabed inşası için Fenike’nin önemli kenti Tyr’in (Sur) kralı Hiram’dan mimar, usta ve malzeme talep etmiş olduğu bilinmektedir. Bu bilgi bizi Süleyman Mabedi’ndeki olası Fenike ve Kuzey Suriye tapınak geleneğinin varlığına götürmektedir. Yebusi geleneklerine ek olarak MÖ 2. binyılın Kenan ülkesinin, yani Demir Çağı Fenike’sinin Kudüs’teki ilk İbrani tapınağını şekillendirmiş olduğu düşünülebilir.
Süleyman’ın, mabedin hemen güneyinde büyük bir sarayı bulunmaktaydı. Fenike ve Kuzey Suriye’deki önemli Demir Çağı kentleri içinde tapınak ve sarayın birlikte açığa çıkarıldığı en önemli yerleşme Türkiye topraklarındaki Tell Tayinat’tır. Antakya-Reyhanlı yolu üzerindeki Tell Tayinat, antik Patina ülkesinin başkenti Kunulua ile eşitlenmektedir. Burada girişi geniş revaklı olan Bit – Hilani tarzında anıtsal bir saray ile bunun hemen güneyinde üç bölümlü olarak inşa edilmiş bir tapınak yer almaktadır. İlginç bir biçimde Tevrat’ta ayrıntıları ile anlatılan Süleyman Mabedi’ne plan şeması olarak çok benzeyen Tell Tayinat Tapınağı, giriş portikosu, büyük ana odası ve en gerideki kutsal odası ile Kudüs Mabedi için uygun bir model gibi görünmektedir. Hemen kuzeyindeki girişinde avlu bulunan saray da Süleyman’ın külliyesini tamamlayan çok önemli bir öge durumundadır.
Tevrat, Süleyman Mabedi’nin tepenin tam olarak hangi kesimini kapladığını belirtmemiştir. Fakat pek çok araştırmacı yapının, tepenin en üst noktasında, Kutsal Kaya’nın batısında yer aldığını belirtir. Bu görüş Josephus tarafından da kabul edilmiş olup çok büyük olasılıkla doğrudur. Mabed, doğal olarak meleğin Davud’a gözüktüğü noktada inşa edilmiş olmalıdır, Eski Ahit’te meleklerin genelde kayalar üzerinde belirdikleri gözönünde bulundurulursa, Davud’a görünme mucizesinin Kutsal Kaya’da gerçekleşmiş olduğu düşünülebilir. Ezekiel’den Süleyman Tapınağı’nda rahip olarak kimin hizmet ettiğini, tapınağın doğuya yönelimli olduğunu, sunağın batısında yer aldığını ve tapınak ile sunak arasında 25 kişinin sığabileceği kadar bir alan bulunduğunu öğreniyoruz. Tapınak doğu-batı yönelimli dikdörtgen bir binaydı. Taş ve sedir ağaçları ile inşa edilmişti. Arka kısmında kutsalların kutsalı olarak adlandırılan ve Ahit Sandığı’nın yerleştirildiği kısım bulunurdu. Yapı sedir ve altın ile zengin bir şekilde dekore edilmişti.
Tapınağın avlusunun hemen güneyinde, sadece bir duvar ile ayrılacak şekilde, içinde Süleyman’ın kendisinin ve firavunun kızının sarayının yer aldığı bir orta avlu bulunurdu. Tapınaktan daha büyük olan saraylarının inşaı 13 yıl sürmüştü. Bu saraylar tepenin tapınağa göre biraz daha aşağısında kalıyordu ve Süleyman’ın tapınağa doğrudan ulaşmasını sağlayan özel bir “çıkış” bulummaktaydı.
Süleyman kendisine özel, tapınağa ulaşmasını sağlayan bir “çıkış”a sahipti. Saray mabede o kadar yakındı ki sunağı çevreleyen avluda bağırıldığında saraylardan duyulabilirdi. Saray, mabed gibi kesme taşlar ve sedirle inşa edilmişti. Süleyman sarayının inşaında da Fenikeli mimar ve ustalardan yararlanmıştı. Bu sebepten, yapılar Filistin’de bulunan diğer yapılardan daha görkemliydi.
Hem mabed hem de sarayın görkemi ünlü Lübnan sedirinden gelmekteydi. Fenike mimarisi ile gemiciliğin temel malzemesi olan sedir, dayanıklılığı ve büyük boyutları ile eski Önasya’da çok rağbet gören bir mimari hammaddeydi. Ünlü Assur kralı II. Sargon’un (MÖ 721-705), Musul yakınlarında inşa ettirdiği Dur-Şarrukin kenti için ihtiyacı olan Lübnan sedirlerini nasıl naklettiğini anlatan taş bir kabartma, muhteşem sarayında açığa çıkarılmıştır. Sözkonusu kabartmada sedir tomruklarının dağlardan denize indirilişi ve teknelere kancalarla bağlanmış kerestelerin suda taşınması anlatılmaktadır. Süleyman Mabedi ve Sarayı için gerekli olan binlerce sedir tomruğu, benzer yöntemlerle Akdeniz’den kıyıya indirilmiş ve Kudüs’e en yakın nokta olan Yafa’da karaya çıkarılmış olmalıdır. Buradan da karayoluyla Kudüs’e nakledilen Lübnan sedirleri mabed ve sarayın inşasında kullanılmıştır.
Süleyman Mabedi yaklaşık dört yüzyıl ciddi bir değişikliğe uğramadan varlığını sürdürdü. MÖ 587 yılında Babil Kralı Nabukadnezzar tarafından yağmalanıp tahrip edildi. Süleyman Mabedi’nin yerini alacak ikinci tapınak MÖ 520-516 yıllarında Pers (Akhaimenid) Kralı I. Darius’un yardımlarıyla tamamlanmıştır. Ancak bu faaliyet Babil sürgününden dönen Yahudiler’in Süleyman Mabedi’ni inşa ve içerik bakımından taklidi ile sonuçlanmış olmalıdır. Yani İbrani tapınak geleneğine önemli bir katkı yapmamıştır. Bu nedenle kafa karışıklığına sebep olacak biçimde bazen üçüncü mabed olarak anılan Herod (Hirodes) Mabedi (MÖ 19-MS 63), yeni yapılaşmasıyla gerçekte ikinci mabed olmalıdır.