Efendim bu Yunan filozoflar hep ciddi meselelere kafa yormuştur. O zaman tabii “Sofokles’in oyunundaki kızı izledim. Bu kız Yeni Atina’yı simgeliyor” gibi magazinle karışık ahkâm kesmek mümkün değil. Madem çiftin çubuğun yok, balığa çıkmıyorsun, savaş desen hep bakayasın; o zaman böyle şeylere kafa yoracaksın.
Şöyle ki; insanlar en başta kendilerini tehlikelere karşı koruyan en güçlü kişiyi kral yapıyorlar. Ama günü geliyor bu kral ölüyor ve oğlu başa geçiyor. Ama baba oğul bir değil ki? Baba esiyor gürlüyor ama oğlu sünepenin teki. İlk kraldan sonra gelen ikinci, bilemedin üçüncüsü tırt çıkıyor ve krallık tiranlığa dönüşüyor. Tiranlık halkı bezdirince yıkılıyor. Halkın bel bağladığı ekâbir kişilerin kurduğu düzene de aristokrasi deniyor ve âkıl adamlar yönetime geliyor. Tabii aralarında dönemin Orhan Gencebay’ları, Murat Belge’leri var ama nasıl Gencebay’ın oğlu arabeskçi değil punk rock’çı, Belge’nin oğlu edebiyat profesörü değil spor yazarıysa, bunlar da babalarına çekmiyor. Krallık nasıl tiranlığa dönüştüyse; aristokrasi de oligarşiye dönüşüyor.
Tabii halk yine yaka silkiyor ve “bari biz yönetelim” diye demokrasiyi kuruyor. Demokrasi dediysem; ANAP yok, Kamer Genç yok, Cemil Çiçek yok ama iyi kötü bir demokrasi var işte. Ama bir iki kuşak sonra ağzı laf yapan, her karşı çıkanı “Bunlar içimizdeki Persler, İskitlerdir” diye suçlayan demagoglar iş başına geliyor ve demokrasi oklokrasiye, yani çoğunluk diktasına dönüşüyor. Atina’nın en güzel yerlerini imara açıyor, durduk yere Spartalılarla savaşıyorlar. Millet de gaza geldiği için bir süre bu rejimi savunuyor; “lahdimizle geldik” diye mermer lahitlerle lideri karşılıyor. Ama gel zaman git zaman bakıyorlar ki bu iş böyle yürümez, aralarından biri o lideri deviriyor, kral oluyor ve hoop en başa dönüyoruz.
Bu böyle sar makarayı sar sar sar şeklinde devam ediyor. Döngüyü fark eden Romalılar “Yahu sistemlerin hepsi, kuvvetler tek elde toplandığı için bozulmuş diyor ve yasamayı, yürütmeyi falan birbirinden ayırıyorlar. Asker, ülkeyi yöneten Konsül’ün emrinde. Ama Senato var Konsül’ü seçiyor, isterse de indiriyor. E halk tribünü var, bizim eski açık gibi; onların da veto hakkı falan var. Böylece Sezar’a kadar götürüyorlar işi.
MÖ 2. yüzyılda, Polybius bu uygulamayı not ediyor. İki bin yıl sonra onun yazdıklarını bu kez Montesquieu (kafanıza göre okunur) yorumluyor. Yakın zamanda ABD’yi kuranlar da “biz de Roma gibi olalım” diyorlar. Hem binaları Roma mimarisinde yapıyorlar hem de kuvvetler ayrılığını uyguluyorlar. Artık mimarisine tav oldukları için mi sistemi alıyorlar, sistemi aldıkları için mi ortalığı sütuna dikilitaşa boğuyorlar, o kadarını bilemiyorum.