Avrupa futbol tarihinin en başarılı takımlarından biriydi Torino. Ligde üst üste beş defa şampiyon olmuş, yıllarca sahasında yenilgiyi unutmuştu. Zamanının ilerisinde bir oyun oynayan ekip milli takımın da neredeyse tamamını oluşturuyordu. Bir gün Lizbon’a bir jübile maçına gitmişler, geriye dönememişlerdi. O yenilmez armadayı taşıyan uçak iniş sırasında dağa çarpmış, 31 yolcudan kurtulan olmamıştı. 4 Mayıs 1949’da başta İtalya olmak üzere Avrupa futbol tarihi değişmişti…
Futbol dünyasında müseccel bir markanın adı “Grande Torino”. Sayısız rekora imza atan zamanın yenilmez armadası, bu oyuna gönül verenlerin bugün hâlâ gözlerini yaşartır. 70 yıl önce sisli bir günde tarihe kazındılar ve hiçbirşey bir daha eskisi gibi olmadı.
30’lu yılların sonunda Torino takımı, Serie A’nın sıradan ekiplerindendi. Zirvenin olağan büyükleri Juventus ile Inter’in varlığında, Benito Mussolini’nin kalbinin sultanı Bologna’nın şampiyonluk yolunda ciddi bir tehdit olduğu o günlerde, kulübün başına geçen genç bir başkan herşeyi değiştirmişti. Takımın altyapısında bir zamanlar top koşturan yeteneksiz savunma oyuncusu Ferrucio Novo futbolcu olma rüyasını çabuk bırakmış, kardeşiyle birlikte kurduğu fabrikayla kısa sürede nam salmıştı. Başkanlığa seçildiğinde 42 yaşındaydı.
O tarihe kadar bir şampiyonluk, bir de kupa kazanan takım, Torino şehrinin diğer temsilcisi Juventus’un epey gerisindeydi. Novo ise bir patrondan çok, coşkulu bir taraftar gibiydi. Nasıl oynamaları gerektiğini hayal ediyor; takımı yıllarca çalıştırdıktan sonra Millî Takım’ın başına geçip İtalya’ya iki Dünya Kupası kazandıran Vittorio Pozzo ile konuşuyor; kulübün yapısını İngiliz ekiplerine benzetiyordu. İklim yavaş yavaş değişmeye başlamıştı.
Franco Ossola ile başlayan transfer kervanı bitmek bilmemişti. Juventus’un gözden çıkardığı gol makinası Gugliemo Gabetto’nun gelişiyle camiada yüzler gülmeye başlıyor, bizzat başkanın Venezia karşısında izleyip âşık olduğu Eizo Loik ve Valentino Mazzola’nın 1942’deki transferleriyle kader ağlarını örüyordu. Tevatüre göre rakip soyunma odasına giden patron, işi orada bitirmişti.
Filadelfia Stadyumu giderek dolmaya başlamıştı. Novo, itirazlara rağmen Herbert Chapman’dan esinlenerek takımının “WM sistemi” ile sahaya dizilmesini istiyordu. İtalya gibi gol yememenin her zaman önemli olduğu bir coğrafyada, başkan atak oynamalarını istiyordu. Aşı tutacak mıydı?
1943’te lig şampiyonluğu kazanıldığında, birçokları bunun henüz bir başlangıç olduğunu anlamamıştı. Aynı yıl Venezia’yı “dörtleyen” Boğa, kupayı da kazamıştı. Alpler’in gölgesinde, Po Nehri’nin kenarındaki İtalya’nın ilk başkentinde yeni bir hanedan doğuyordu. 2. Dünya Savaşı yıllarıydı. Stadlar bombalandığından, camia o günlerde adı Stadio Mussolini olan, sonranın Stadio Comunale’sine taşınmıştı. Savaşın yıkımı katlanırken, 1944 ve 1945’te lig durduruluyordu. Ertesi yıl harbin yaraları sarılmaya çalışılacak, futbol yine demir alacaktı.
Başkan Novo, İtalya’nın havasını suyunu iyi bilen Egri Erbstein’ı camiaya tekrar kazandırmıştı. Toplama kampından kaçmayı başaran futbol adamının bilgeliği, taktikleri ve çalışma azmi oyuncuları kanatlandırıyordu. Taşlar üstüste oturuyor, kulüp yenilmez armadaya dönüşüyordu. Torino sahada coşuyor, izleyenleri coşturuyordu. Arka arkaya gelen şampiyonluklar da cabasıydı.
Pozzo da Millî Takım’ı onlardan oluşturuyordu. Hattâ 11 Mayıs 1947’deki İtalya-Macaristan maçında sahaya gelen 12 oyuncudan 11 Torinoluydu. Zahmet olmasın diye maç Torino’da oynanmış, muzaffer teknik adam ayıp olmasın diye kaleye Juventuslu sporcuyu koymuştu. Kısa süre sonra tüm dünyada markalaşacak Ferenc Puskas’a rağmen İtalya kazanmıştı.
Torino takımı Mazzola’nın önderliğinde dur durak bilmiyordu. Rekorları altüst ederlerken, takımdaki arkadaşlık da dillere destandı. Novo, bir gün Danilo Martelli’yi satacak olmuş, lâkin kaleci Valerio Bacigalupo ile Mario Rigamonti hemen devreye girip başkanı ikna etmişlerdi. Her şey rüya gibiydi. Üstüste ligde beş defa ipi önde göğüsleyen Boğa, Juventus’a şampiyonlukları eşitlemişti. Fakat her güzel hikâyenin bir sonu vardı…
Unutulmadılar
Torino takımını yokeden uçak kazasında can verenler arasında, dünya futbolunun ilk gerçek modern orta sahası kabul edilen efsane kaptan Valentino Mazzola da vardı.
Rüyadan kâbusa…
Aslında her şey Cenova’da oynanan İtalya-Portekiz mücadelesinde başlamıştı. Francisco Ferreira ile Mazzola arasında filizlenen dostluğun, bir maçla taçlandırılmasına karar veriliyordu. Benfica, takımdan ayrılması gündemde olan dinamosunun onuruna bir karşılaşma yapmak istemiş, Çizme’de millî Takım’ın neredeyse tamamını oluşturan Torino da davete icabet etmişti.
Lizbon’daki randevuya gitmeden beşinci defa İtalya şampiyonu olarak taçlanan şehirde yüzler gülüyordu. 3 Mayıs 1949’da Kartal’ın fendi Boğa’yı yenmişti ama, skorun ne önemi vardı! Dostluğun kazandığı günde Benfica 4-3’lük skorla gülerken, tribündeki 40 bin taraftar da futbola doymuştu.
Ertesi gün uçağa binen İtalyan kafilesi, son yolculuklarını yapıyordu. Pilot aşırı sise rağmen inat etmiş ve Torino’ya inmek istemişti. Şehrin yamacına kurulduğu Superga Dağı, yenilmez armada için son duraktı. Dağdaki kilisenin duvarına çakılan Fiat G.212 uçağındaki 31 kişi tarihte donuyordu.
18 futbolcu, içlerinde Tuttosport’un kurucusu olan Renato Casalbore’nin de bulunduğu üç gazeteci, masör Ottavio Cortina, aralarında Leslie Lievesley ve Erbstein’ın da bulunduğu takımın teknik heyeti ve dört mürettebat olay yerinde hayatını kaybetmişti. İlk 11’in değişmez parçası Sauro Toma’dan başkası kalmamıştı geriye. Tek şanslı olan o değildi. Kulübü adeta yoktan vareden Novo da grip yüzünden İber Yarımadası’na gidememişti.
Jübile yaptığına adeta bin pişman olan Ferreira, futbolcuların ailelerine para yolluyor, evinde kupalarının olduğu odanın başköşesine Grande Torino’nun bir fotoğrafını yerleştiriyordu. O kadronun tek sağ kalanı Toma ise bir türlü toparlanamayacaktı. Kariyerine Bari’de veda ettiğinde 30’unda bile değildi. Uzunca bir süre sayısız başarıya imza attıkları Filadelfia Stadyumu’nun yakınlarında yaşayan eski futbolcu, birçok kitap yazarak arkadaşlarının anısını yaşatmaya çalıştı. Geçen sene son nefesini verdiğinde 92’sindeydi…
Futbolcuların cansız bedenlerini teşhis etmek, onları defalarca sahaya sürmüş olan Millî Takım hocası Pozzo’ya düşmüştü. İki Dünya Kupası zaferine imza atan teknik direktörün şüphesiz hayatında yaptığı en zor işi buydu. 6 Mayıs’taki cenaze töreninde bir kent, çocuklarına son kez saygı duruşunda bulunuyor, yüzbinler yenilmez armadayı uğurluyordu. 26 Mayıs’ta aileler için düzenlenen dostluk karşılaşmasında İtalya karması, River Plate ile kozlarını paylaşmış, henüz o günlerde gencecik bir delikanlı olan Alfredo Di Stefano, Stadio Comunale’ye ayak basmıştı.
Torino’nun dağa çakılması, şehrin diğer takımının ve Milanoluların önünü açarken, camia Superga Faciası’ndan tam 27 sene sonra bir kez daha şampiyonluk tadacaktı. Evet, sadece bir kez.
Rekorlar tarihi
Saymakla bitmeyecek rekorlarından bazılarına gelince… Üstüste beş kere şampiyon olmuşlardı, 2. Dünya Savaşı nedeniyle oynanamayan iki sezon oynansa, bu seri büyük ihtimal yediye çıkacaktı! İç sahadaki ve deplasmandaki en farklı galibiyetlere onlar imza atmışt. Bir sezonda 125 defa fileleri havalandırmışlıkları vardı. Evlerinde 93 maçlık yenilmezlik serisi ise akıllara ziyandı.
O kaza olmasa, “Torino hanedanı” kuvvetle muhtemel daha uzun yıllar varlığını sürdürecekti. O yenilmez armada Brezilya’da ertesi yıl düzenlenen Dünya Kupası’nda şüphesiz İtalya adına büyük ses getirecekti. Kazansalar Jules Rimet Kupası’nın sonsuza kadar sahibi olacaklardı.