Mimar Sinan’ın eserleri, kendisi ve kökeni üzerine bitmek bilmez tartışmalar yapılmış ama, bilimsel çalışmalar o düzeye yaklaşamamış. Mimar Sinan da Büyük Çekmece Köprüsü dışında (ki o da tartışmalıdır) hiçbir yapısında ismini geçirmemiş. Köken tartışması 1930’lu yıllarda büyük bir rezalete de sebep olmuş. Büyük ustanın mezarı açılmış, kafatası ölçülüp ırkı belirlenmek istenmiş ve sonunda kafatası kaybolmuş.
Sanırım Türkiye’de sokaklarda insanlardan bir mimar ismi söylemesini isteseniz, cevapların büyük çoğunluğu Mimar Sinan olur. Eserlerini, hayatını, mimarisinin özgün yönlerini, felsefesini bilen çok azdır ama, Mimar Sinan ismi duyulmuştur. Ona duyulan saygı giderek büyümüş adeta bir “Mimar Sinan” efsanesi oluşmuştur.
Mimar Sinan’ın ölümünden dört asır sonra, Türkiye’de inşa edilen camiler hâlâ onun yapılarına benzetilmeye çalışılır. Hatta bir çok yerde aynısı inşa edilmiştir. Örneğin 2012’de inşa edilen ve onun yapılarından esinlenen Ataşehir Camii’ne Sinan’ın adı verilmiştir. Bu kadar sevilen, modern Türkiye için de önemli olan Mimar Sinan hakkında yapılan çalışmalar genellikle birbirini tekrar eder. İçindeki veriler ise birkaç kaynağın bilgileridir.
Kimi tarihsel metinleri bizzat Sinan’ın ağzından yazdığını söyleyen Sai Çelebi’nin verdiği bilgiler birçok açıdan oldukça ilginçtir. Ortaçağ’da İslâm dünyasında mimarları, ancak yapılar üzerindeki kitabeler ile takip etmek mümkündür. Bu ustaların ancak birkaç yapısı bilinir. İnşa ettiği yapıların listeleri açısından, modern dönemlere kadar Mimar Sinan’la yarışacak mimar çok azdır. Sinan’ın ağzından yazılan biyografisinde sınırlı sayıda yapıdan bahsedilirken, bu listelerde inanılmaz bir bölgeye yayılan çok sayıda yapıdan bahsedilir. Ancak bunların bir kısmının Sinan’ın tasarımı olmadığı açıktır. Ayrıca listelerde olmayıp, Mimar Sinan tarafından inşa edildiği söylenen yapılar da vardır.
Sinan’la aynı dönemde Osmanlı devletinin her köşesinde inşa edilen yapılarda onun mimar olarak katkısı her zaman tartışılmıştır. İstanbul’dan çok uzaklarda, Şam’da, Halep’te, Kırım’da, Bosna’da inşa edilen eserlerin hepsine bir kişinin yetişmesi bugünün imkanları dahilinde bile güçtür. Başmimarın, bilgileri günümüze ulaşmayan geniş bir ekip ile birlikte çalıştığı tahmin edilebilir. Ancak zamanla Sinan, adeta Osmanlılar için klasik uslûbun mimarı imgesi oluşmuş ve bu uslûbu taşıyan tüm yapıların mimarı sayılmış gibidir. Osmanlı kaynaklarının geneli, sadece mimarlar için taranabilirse bu konularda çok farklı yaklaşımlar ortaya çıkabilir.
Mevcut Sinan yapılarında genel bir klasik dönem kurgusu rahatlıkla izlenir. Ancak belirgin biçimde planı, cephesi, malzemesi ile farklılaşan bu yapılar, Mimar Sinan’ın denemeleri olarak kabul edilir. “Acaba bunlar onunla aynı uslûpta eser veren farklı mimarların eserleri olabilir mi?” sorusu ister istemez akla gelir. Ama Sinan öylesine güçlü bir isimdir ki bunu tartışmak pek tercih edilmez. Dönem kaynakları, vakfiyeler, arşiv belgeleri kadar yapıların da bize anlattığı çok veri vardır. Yapıların detaylı incelemeleri, gelecekte yeni değerlendirmelere imkan sağlayabilir.
Sinan şüphesiz döneminde saygı gören ve takdir edilen bir mimar; ancak eserlerinin kitabelerinde ismi geçmiyor. İslâm mimarisinde ve tabii Osmanlı mimarisinde mimar ve usta adlarına yapılar üzerinde rastlanıyor. Ancak Sinan, Büyük Çekmece Köprüsü dışında hiçbir yapısında ismini geçirmemiş. Ondan önce ve ondan sonra birçok mimar yapılarına isim yazmışken, onun bunu yapmaması kişisel bir tercih gibi görünüyor. Onun öğrencileri kabul edilen Davud Ağa ve Sedefkar Mehmet Ağa, yapılarının kitabelerinde isimlerini yaşatmışlar. Büyük Çekmece köprüsündeki tek isim de aslında Sinan değil; Yusuf ismi var. Levha çok kıymetli ama bazı sorunları var zira orijinal levhanın başına gelenler bilinmiyor. Kitabe yine de Osmanlı mimarisi ve İstanbul için çok önemli. İyi korunmalı ve bu büyük mimarın adını şehirde yaşatan tek hatıra daha geniş kitlelere tanıtılmalı.
Mimar Sinan’ın belki de en ilginç hatırası, Topkapı Sarayı’nda bir grup belge içinde bulunan “tuğraya benzer” imzası. Bunun bir fotoğrafı maalesef yok. Sanırım daha önce gören iki uzman bir çizimini hazırlamış, bu bir çok yayında kullanılmış; ancak ilgili dosya içinde bu imza tespit edilememiş. Ama ne “çalındı” diye işlem yapılmış, ne de araştırma yapılmış. Bu hikaye, modern dönem Sinan çalışmalarında uzmanların sık sık yaptıkları tekrarlardan biri haline gelmiş.
Birçok mimar yapılarına isim yazmışken onun bunu yapmaması kişisel tercihi olduğuna yoruluyor. Nakkaş Osman’a ait minyatürde Büyükçekmece Köprüsü ve yanında yine Mimar Sinan tarafından inşa edilmiş Kervansaray ve çeşme yer alıyor.
Modern dönemin ilginç tartışmalarından biri de Sinan’ın etnik kökeni. Ancak bu tartışma da, kimi benzerleri gibi anakronik. Yani bugünün millet, milliyet, etnik köken kabulleri ile, 16. yüzyılın meşhur bir mimarını değerlendiriyoruz. Mesele, Ramazan Şeşen tarafından yayınlanan bir belgeyle gündeme gelmiş. Sinan’ın mimarbaşı olduğu dönemde Kayseri’nin Ağırnas Köyünden Kıbrıs’a sürgün edilen ve mimarbaşının akrabası oldan gayrimüslimlerin onun aracılığı ile geri gönderilmesinden bahsediyor. Bu isimler sonraki tarışmalarda Sinan’ın kökeni ile ilgili veri olarak değerlendirildi. Bazı araştırmacılar 19. yüzyılda Osmanlı devletinde çalışan Ermeni mimarlar olduğundan hareketle, Sinan’ın Ermeni mimarların en büyüğü olduğunu iddia etti. Bazı mimarlık tarihçileri ise buna şiddetle karşı çıkıp yazılar hazırladılar. Ermenice gibi görünen isimleri Moğolca açıklayanlar bile oldu.
Ağırnas Köyü’nde Ermeniler, Rumlar ve Karamanlı denen Türkçe konuşan Ortodokslar birlikte yaşıyordu. Bugünkü uzmanlar Mimar Sinan’ı Rum, Karamanlı Ortodoks Türk, Ermeni ya da belki de doğrudan Türk şeklinde niteliyorlar. Sinan ve çağı için pek yabancı bir kavram olan etnik köken tartışmasını da, büyük ustanın günümüzde yaratılan efsanesinden büyülenen modern milliyetçiliklerin çatışması olarak düşünmek mümkün.
Köken tartışması maalesef 1930’lu yıllarda büyük bir rezalete de sebep olmuş. Büyük ustanın mezarı açılmış, kafatası ölçülüp ırkı belirlenmek istenmiş ve sonunda Ankara’da kafatası kaybolmuş. Hikayenin tüm detaylarını Selçuk Mülayim Hoca hazırladığı Sinan kitabında anlattı. Ama bilim adına yapılan bu iş, üzücü sonuçlar dışında bir şey sağlamamış.
Büyük ustanın yüzü, görünümü herkesin merak ettiği konulardan biri. Maalesef doğrudan onu konu alan bir resim, minyatür, gravür yok. Ancak bugün İrlanda/Dublin’de korunan bir Süleymanname’de Kanunî’nin İstanbul’a getirilen cenazesi ile ilgili bir minyatür var. Bu minyatürde Kanunî’nin kazılan mezarı önünde elinde mimarlara özgü bir ölçü aleti olan “zira”yı tutan bir figür var. Bu figür “Sinan olabilir” diye kabul ediliyor. Ancak minyatürlerin klasik geleneğinde, portre özelliği olmayan, sadece bir mimar görüntüsü vermeyi tercih eden bir figür bu. 16. yüzyıldan bize bakan bu anonim mimar figürü, Sinan imgesiyle eşleşmiş gözüküyor.
Bu arada Selçuk Mülayim Hoca bir Surname’de At Meydanı’ndan geçen mimarların taşıdığı Süleymaniye maketi yanında bulunan üç figürün Sinan ve çırakları şeklinde değerlendirilmesinin mümkün olduğunu belirtmiş. Tabii burada da anonim figürler sözkonusu.
Sinan konulu modern çalışmalar ise çok değil. Ankara’da Dil Tarih Coğrafya Fakültesi önünde, 1956 yılında Hüseyin Anka Özkan’a yaptırtılan heykelin Atatürk’ün vasiyeti olduğu söyleniyor. Günümüze yakın zamanlarda Edirne’de Selimiye Camii’nin önünde bronz, Selimiye Medresesi’nde balmumu heykeli bulunuyor. İstanbul’da Perşembe Pazarı içinde Süleymaniye’nin karşısında ve Büyük Çekmece Köprüsü yanında da birer bronz heykel var.
Büyükçekmece’de Mimar Sinan heykeli
Mimar Sinan’ın konu edinildiği modern çalışmalar bir elin parmaklarını geçmemekte. İstanbul’da sadece Perşembe Pazarı içinde, Süleymaniye’nin karşısında ve Büyükçekmece Köprüsü yanında birer bronz Sinan heykeli var.
Ülkemizde Mimar Sinan ile ilgili birçok efsane ve hikaye yazılmaya devam ediliyor. Bunların en sevimlisi şöyle: “Onun yapılarından birinde bir kemer varmış; bu restore edilirken içinde bir cam şişe bulunmuş bunun içinde de Sinan’ın bir mesajı varmış. Mesajda ‘bu kemer çökerse ancak şu şekilde onarabilirsiniz’ diye tarif ediliyormuş”. Tabii böyle bir buluntu yok; ama olmaması, efsaneler yaratmak konusunda çok başarılı olduğumuz bir alanda hem bize daha keyifli geliyor hem de gerçek olana kıyasla daha popüler.