Birinci Dünya ve Kurtuluş savaşlarına katılan Ahmet İzzet Bey’in cam negatif kullanan körüklü makinası, esir kamplarından Mudurnu’daki sosyal hayata kadar tarihî anlara tanıklık etmiş. Kara Fatma, Pertev Naili Boratav gibi ünlüler de, meçhul kahramanlar da bu fotoğraf hazinesinde.
Bilindiği gibi “define”, tesadüfen ya da bilinçli bir arama sonucu bulunan değerli şeyler birikimidir. Bu bakımdan “bir Anadolu kasabası olan Mudurnu’da fotoğraf definesi bulundu” dersem, yanlış bir anlatım olmayacaktır. Çünkü gerek yakın geçmişimizden otantik görüntüler içermesi, gerek bizzat fotoğrafçılık tarihimiz bakımından kayda geçmemiş çok değerli ve özgün bir fotoğraf koleksiyonu oluşturması dolayısıyla, bu hazinenin bulunup ortaya çıkarılması ancak böyle ifade edilebilir.
Bu sayfalarda, genellikle kendi çektiğim fotoğraflar üzerinden, o fotoğrafların çekimi sırasında yaşadığım olay ve öyküleri yansıtmaya çalışıyorum. Ancak zaman zaman bizden önceki kuşaktan kimi fotoğraf ustalarını ya da çağdaşımız olup da yeterince bilinmeyen, değerini yeni keşfettiğimiz bir fotoğrafçı bir vesileyle karşımıza çıkıverirse, onları -boynumuza borç bir kadirşinaslık örneği olarak- anmadan geçemiyoruz. İşte bu çerçeve içinde bu ay da, Mudurnu’da ortaya çıkan “fotoğraf definesi”nin asıl sahibi olan Ahmet İzzet Bengüboz’dan ve onun arşivinden söz edeceğiz.
Ahmet İzzet Bey, 1896 Mudurnu doğumlu. Ailesi Bengübozoğulları olarak anılırmış. Mudurnu o zamanlar bölgeye has özgün mimarisiyle kendi halinde bir Anadolu kasabasıdır. Ahmet İzzet Bey, Bolu Sultanisi’nde okurken 1. Dünya Savaşı patlak veriyor. Savaş dolayısıyla yedek subaylık yaşı 20’den 18’e düşürülüyor ve Sultani öğrencilerinden mezuniyet koşulu aranmıyor.
İstanbul’da altı aylık bir askerlik eğitiminden sonra, yedek subay adayı olarak Kafkas cephesine gönderiliyor. Rus işgalinin genişlemesi, Türk ordusunun geri çekilmesi üzerine İstanbul’a dönüyor ve ayağının tozuyla bu kez de İngilizlere karşı savaştığımız Sina cephesine gönderiliyor. Burada Gazze muharebelerine katılıyor, 29 Haziran 1917’de yedeksubaylık hakkını kazanıyor. Ne var ki, Filistin savunmasında, 3. Gazze muharebesinde İngilizlere esir düşüyor. Mısır’daki Seydibeşir Esir Kampı’na götürülüyor. Orada 30 ay boyunca yaşadığı esaret, Bengüboz’un hayatında bir dönüm noktası olarak ortaya çıkıyor.
İskenderiye civarında denize yakın bir yerde olan kampta, Bengüboz bir yandan İngilizce öğrenmeye çabalarken bir İngiliz subaydan da fotoğrafçılığı öğreniyor. İngilizler kampta fotoğraf çekimine izin veriyorlar, hatta bu işi kendileri yapıyor. Bu fotoğraflar zaman zaman propaganda amaçlı kullanılsa da, özellikle subayların Seydibeşir kampında, dönemin diğer esir kamplarına kıyasla daha iyi koşullarda tutulduğunu da gösteriyor.
Kurtuluş Savaşı’nın kadın kahramanı
Ahmet İzzet Bey’in objektifinden Sakarya-Bolu bölgesinde gösterdiği yararlılıklar nedeniyle yüzbaşı rütbesiyle onurlandırılan Kara Fatma (Seher Erden), dönemin bölge jandarma komutanı ve Kavaslar köyünden Hasan ve Hakkı Beyler, 9 Kasım 1924.
Ahmet İzzet Bey, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’nin bir sonucu olarak esirler salıverilmeye başlansa da, ancak 3 Mayıs 1920’de İstanbul’a gelebilir ve hemen memleketi Mudurnu’ya geçer. Esaret günlerinin anısı olarak yanında getirebildiği, çöl koşullarının neden olduğu bir göz hastalığı ve birkaç “arap”tan (!) ibarettir (O zamanlar film henüz icat edilmediği için fotoğrafların negatifi, ışığa duyarlı özel camların üzerine çekiliyordu. Halk arasında buna “fotoğrafın arabı” deniliyordu). Ama bunlardan daha önemlisi, bileğinde artık bir de altın bilezik vardır Ahmet İzzet Bey’in: Fotoğrafçılık.
Ne var ki kendisini yeni bir savaşın içinde bulur. Kurtuluş Savaşı günleridir. Kuvayı Milliye hareketine katılır. Bolu civarındaki isyan girişimlerini bastırmaya gelen askerî kuvvetlerin başında bulunan Nâzım Bey’e büyük destek sağlar. Bu gayretleri yerel halk tarafından takdirle ve övgüyle karşılanır. Artık askerî görevi 4. Tümen bünyesinde sürmektedir. Alayı bir ara TBMM hükümetinin güvenliğini sağlamak üzere Ankara’da, Sarı Kışla’da görev alır. İnönü ve Sakarya muharebeleri sırasında kâh alay kâh tabur yaverlikleriyle geçen bir süreç sonrasında zaferle sonuçlanan 26 Ağustos’taki son saldırıda kendini Ayvalık’ta bulur. Katıldığı birlik o yöreyi düşman işgalinden kurtaran öncü birliktir. Bengüboz’un askerlik hayatı tam dokuz yıl sürer. 1923 yılında terhis edilir.
Kurtuluştan sonra tekrar memleketi Mudurnu’ya yerleşir. Cam negatif kullanan körüklü makinası artık Mudurnu ve civarının o günlerdeki sosyal durumunun hizmetindedir. Bu dönemde yörede Kuvay-ı Milliye hareketinin kahramanları ve canlı tanıkları henüz ortada ve görev başındadırlar. Yaşanan canlı tarih, kahramanımızın kamerasına yansır. Kurtuluş Savaşı’nın ünlü kadın önderi Kara Fatma’yı, 1924 yılında Mudurnu’da Jandarma komutanının yanında fotoğraflar. Bilindiği üzere asıl adı Seher olan, 300 kişilik çetesiyle Sakarya – Bolu yöresinde giriştiği savaşta yüzbaşı rütbesine kadar yükseltilen bu kahraman kadın, TBMM tarafından kendisine tahsis edilen subaylık maaşını da “Millet ihtiyaç içinde” deyip Kızılay’a bağışlamıştır. 1920’de hilafet kuvvetleri karşısında Cumhuriyet’e bağlı Mudurnu’yu savunan, Batı Cephesi’nde üstün yararlılıkları bulunan, Gazi’nin arkadaşı Süvari Alayı Komutanı Çolak İbrahim Bey’i de aynı tarihlerde Ahmet İzzet Bey’in objektifi karşısında görürüz.
Anadolu’da Hititlerin ve Friglerin egemen olduğu ilk çağları takiben Paflagonia ve Galatia etkilerinde kalan bölgede yer alan Mudurnu’yu, Osmanlı döneminde bellibaşlı kentleşme alanlarından biri olarak görüyoruz. Osmanlı Devleti’nin ilk yıllarında voyvodalık olarak yönetilen kent, IV. Murat zamanında kaza merkezi olarak belirlenmiştir. Fotoğraf çekme yetisi, orduda gösterdiği yararlıklar ve yeterli derecede bilgi beceri sahibi biri olduğu gözönüne alınarak, Ahmet İzzet Bengüboz’a ilçenin nüfus memurluğu görevi verilir. Memuriyet onun fotoğraf aşkını söndürmez. Aksine, bölgenin coğrafi, mimari ve sosyolojik yapısını adeta bir toplumbilimci gibi kayıtlara geçirir. Genç Cumhuriyet’in ulusal bayramları, düğünler, kır eğlenceleri, panayırlar gibi etkinlikler, onun adeta doğal göreviymiş gibi kayda geçirdiği olaylardır.
Bir orman bölgesi içinde yer alan Mudurnu’nun yarı ahşap yarı kâgir evleriyle öne çıkan geleneksel sivil mimarisi tarih boyunca varlığını büyük ölçüde koruyabilmiştir. Bengüboz bu dekor içinde beldenin mülkî ve askerî kadrolarını, adalet mensuplarını, öğretmenleri gruplar halinde biraraya getirerek toplu fotoğraflarını çeker. Okulları ve öğrencilerini ihmal etmez. Onları da okul binaları önünde öğretmen kadrolarıyla birlikte fotoğraf görüntülerine dönüştürür.
Bengiboz’un belli bir fotoğraf stüdyosu olmadığı anlaşılıyor. Beldedeki kişileri ve küçük grupları ya bir evin avlusunda ya da bir sokak köşesinde fotoğrafladığını görüyoruz. Kişileri çevreden soyutlamak üzere düz bir zemine ihtiyaç duyduğu anlarda, arkalarına bir perde, çarşaf, battaniye ya da bir kilimin asılmış olduğuna da tanık oluyoruz. Kısıtlı teknik olanaklara sahip olduğu halde, teknik beceri ve estetik görüş açısından o günlerde ismi öne çıkmış çağdaşı olan -genellikle de gayrımüslim- stüdyo sahibi fotoğrafçılardan hiç aşağı kalmadığı açıktır.
Fotoğrafçımızın bu işe gönüllü ve amatörce bir sevgiyle, heyecanla sarıldığı, bu ruhla profesyonel işler meydana getirdiği ortada. Mudurnu ve çevresinde 1920’lerin başından 1930’lu yılların sonuna kadar çektiği fotoğraflar, Anadolu’nun bir köşesinde Osmanlılardan Cumhuriyet’e evrilen bir süreç içinde insanlarımızın kılık kıyafetine, sosyal-gündelik hayatlarına dair çok kıymetli belgeler sunmaktadır.
Ünlü halkbilim uzmanı Pertev Naili Boratav’ın babası Abdurrahman Naili Bey, 1916 yılından itibaren Mudurnu Kaymakamı’dır. 1920-21 yılları arası isyancıların eylemleri sırasında geçici olarak Bolu Tahrirat Müdürlüğü’nde görev alsa da, Mudurnu’daki kaymakamlık görevini emekli olduğu 1932 yılına kadar sürdürmüştür. Bengüboz’un fotoğrafları arasında onun da portresine, aile fotoğrafına ve çeşitli grup fotoğraflarındaki varlığına rastlıyoruz.
Pertev Naili de, henüz dokuz yaşındayken babasının atanmasıyla geldiği Mudurnu’yu asıl memleketi saymakta, kendisini Mudurnulu olarak takdim etmekten gurur duymaktadır. Üniversite öğrencisi iken, ilk akademik eserini de bu yöreden yaptığı derlemelere dayandırarak kaleme almıştır. Sonraki yıllarda fırsat buldukça burasını ziyaret etmiştir.
Mudurnu, “Tarihî Ahî Kenti” olarak Türkiye’nin UNESCO Dünya Mirası geçici listesinde yer alıyor. Ahî denilince esnafı göz ardı etmek olmaz. Demirci, ayakkabıcı dükkânları gibi esnafa ait işlikleri, hatta zamanın hızarı su gücüyle çalışan ilkel kereste atölyesini bile fotoğraflayarak arşivine katan Bengüboz’un, bir terzi dükkânını çekerken kadrajının içine genç Pertev Naili’yi de dahil etmesi hoş bir sürpriz olmuş.
Ahmet İzzet Bey’in çektiği Mudurnulu sıradan insan fotoğrafları, koleksiyonun belki de en ilginç kısmını oluşturuyor. Burada çok içten, çok naif bir gösteri halinde kısa bir sürede insanların nasıl bir evrimden geçtiklerine, benliklerini koruyarak Cumhuriyet devrimlerine nasıl uyum sağladıklarına, Atatürk’ün nutkunda yer verdiği “yeni bir toplum”u nasıl yarattıklarına, adım adım ne aşamalardan geçtiklerine tanık oluyoruz. Asker olsun sivil olsun halkın her kesiminden örnekler bulunan bu bölümde neler yok ki… Erkeklerde önce fes ve kalpakla, hatta fes ya da keçe külah üzerine ya beyaz bezden ya da renkli dokumalardan ince bir sarıkla başlayan, kaskete, fötr şapkaya kadar uzanan bir süreç… Bir Avrupalı gibi giyim kuşam özentileri… Bu dönemin erkeklerinin değişmez aksesuarı ellerindeki bastonlar…
Kadınlarda ise düğünlerde giydikleri bindallı cinsinden giysilerden başlayarak, çarşaftan, yaşlıca hanımların büründükleri yerli dokumadan örtü biçimleri… Başlarda o zamanlar Rus başı ya da sıkmabaş adı verilen gerçek türban örneklerinden şık şapkalara kadar uzanan bir yelpaze… Uzun süre varlığını sürdüren manto ve boyunda düğümlenen eşarp modasının ilk örnekleri… Bu kıyafetin vazgeçilmez aksesuarı ise elde çantalar… Hâli vakti yerinde olanlardan zarif şapkalı, hatta kürklü hanımlar… O dönemde evlerde mini etekli ve askılı giysiler giyen genç bayanların fotoğrafları… Adeta bir moda dergisinden koparılmış sayfalar…
Gerek İstanbul’da gerek Türkiye’nin diğer yerlerinde cam negatif kullanan dönem fotoğrafçılarının çoğu ne yazık ki bunları bir arşiv halinde saklamamış, tesadüfen biriken kimi kişi ve olayları saptayan camların ise değerleri bilinememiştir. Bir kısmının üzerindeki emisyon kazınıp silinmiş, bir bölümü de kırılarak tahrip edilmiştir. Şans eseri kalabilmiş olanlardan, bu camlardan tabedilmiş bazı sararmış fotoğraflar sahafların, antikacıların eline düşebilmişse düşmüştür. Biz de bunlara “Geçmiş zaman olur ki hayâli cihan değer” diyerek hayranlıkla bakarız. Toplu arşivler yok denilecek kadar azdır.
Geleneksel-yöresel giysiler
1930’ların kasaba kadınlarının standart giyinme biçimi. Bolu yöresine özgü yerel dokumalarıyla örtünen bir kadın.
Bu bakımdan Ahmet İzzet Bengüboz’un bir kısım cam negatifi yanında önemli sayıda baskılarının aile tarafından korunmasını ve bu koleksiyonun torunu Mehmet Kadri Bengüboz tarafından Mudurnu Halk Eğitim Merkezi’ne teslim edilmiş olmasını Türk fotoğrafçılığı adına mutlu bir kazanç sayıyoruz. “Mudurnu’da bir fotoğraf definesi bulundu” demekten de kendimizi alamıyoruz. Bununla ilgili son bir bilgi daha: Bengüboz’a ait derlenebilmiş fotoğrafların sayısı 1018 kadar imiş.
Roman çalgıcılar
Koleksiyonun en ilginç parçalarını sıradan insan fotoğrafları oluşturuyor. Ahmed İzzet Bey’e “kadınlı-erkekli” poz veren gezgin müzisyenlerin keyfi yerinde.
Bizi daha da mutlu kılan, Mudurnu Belediyesi ve Kaymakamlığı ile Mudurnulular Derneği’nin ve Bolu Ticaret ve Sanayi Odası’nın elbirliğiyle bu arşivin sürekliliğini sağlamak üzere bir müzeye dönüştürülmesi konusundaki çabalar. Koç Üniversitesi Ankara Araştırmaları Merkezi VEKAM’ın projeyi büyük ölçüde desteklemesi, hemen sergilenmek üzere girişimleri ve kapsamlı bir kataloğunun hazırlanması yolunda katkısı da mutlaka zikredilmesi gereken bir husustur.
Sergi 19-30 Nisan tarihleri arasında çok kısa bir süre için Ankara’da Çankaya Belediyesi “Çağdaş Sanatlar Merkezi”nde açılmış ve çok büyük bir ilgi ile karşılanmıştı. Şimdi 12 Temmuz tarihinde İstanbul’da Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin işbirliği ile Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde sergilenecek.