Türkiye’de geçirdiği 20 yıl boyunca, Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nün en renkli simalarından biri olan Norman Stone, 19 Haziran’da hayatını kaybetti. Arkasında pek çok polemikle birlikte, yakın tarih literatürünün en önemli eserlerinden sayılan çalışmalarını ve yüzlerce öğrencisinin belleğine kazıdığı silinmez izler bıraktı.
Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’ne 1995-1996 akademik yılının güz döneminde yeni bir isim katıldı. Oxford Üniversitesi’nde Yakınçağ Tarihi dersleri vermiş, Margaret Thatcher’a dış politika danışmanlığı ve metin yazarlığı yapmış, iğneleyici bir üslupla kaleme aldığı yazılarıyla birçok polemiğin öznesi olmuş olan bu isim, Norman Stone’dan başkası değildi. Türkiye’de geçirdiği 20 yılın ardından Budapeşte’ye yerleşen Norman Stone, 19 Haziran 2019’da hayata gözlerini yumdu.
Stone, 8 Mart 1941’de Alman Hava Kuvvetleri’nin ağır bombardımanı altındaki Glasgow’da doğdu. 2. Dünya Savaşı pek çok çocuk gibi Norman’ı da, henüz 1 yaşını doldurmadan babasız büyümeye mahkum etti. Glasgow Academy’den mezun olduktan sonra devam ettiği Cambridge Üniversitesi’nden, 1965’te tarih alanında yüksek lisans derecesi alan Stone, Orta Avrupa tarihi üzerine yaptığı çalışmalarını Viyana ve Budapeşte’de sürdürdü. Çok geçmeden Cambridge Üniversitesi’ne öğretim görevlisi olarak döndü ve 1984’te Oxford Üniversitesi’nde yakınçağ tarihi dersleri vermeye başlayana kadar orada çalışmaya devam etti.
Akademik kariyeri boyunca ortaya koyduğu en önemli eseri olan ve Birinci Dünya Savaşı’nda Doğu Cephesi’ni ele aldığı The Eastern Front 1914-1917 (1975) ile Wolfson Tarih Ödülü’nü aldı. Kitap, yayımlanmasının üzerinden 40 yıldan fazla zaman geçmesine karşın halen bu konudaki en önemli çalışmalardan olma özelliğini koruyor. Yine bu dönemdeki bir diğer önemli çalışması olan Europe Transformed (1878-1919) ise 1983’te yayımlandı.
Oxford Üniversitesi’nden emekli olduktan sonra Norman Stone için şöhretinin ikinci dönemi Bilkent Üniversitesi’nden gelen teklifi kabul etmesiyle başladı. Stone, 1998’de Uluslararası İlişkiler Bölümü’nün çatısı altında Rusya Çalışmaları Merkezi’nin kurulmasına öncülük etti ve uzun yıllar boyunca buranın başkanlığını yaptı. Bilkent’te çalıştığı yıllar boyunca 1. ve 2. Dünya Savaşları ile Türkiye’nin kısa tarihlerini kaleme aldı. Bu süreçte, The Spectator ve Cornucopia gibi dergilerde yazılar da yayımladı. 2005-2007 arasında Koç Üniversitesi’nde çalışan Stone, Galata’da manzarasını anlatırken gözlerinin parladığı bir ev almıştı.
2002’de girdiğim Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’ndeki kıdemli öğrenciler, onun odasının önünden geçerken “Bu da Numan Taş hocamız” demişlerdi. Yaptıkları bu kelime oyununun arkasında, Norman Hoca’nın Türkiye’yle kurduğu yakın ilişkinin de payı olsa gerek. Ankara’nın karakışlarında, üzerinde alelade bir kazakla fakülte binasının önünde kahvesiyle sigarasını içtiğini görünce, soğuğa aldırmamasındaki kerameti kimi zaman İskoç olmasına kimi zaman da damarlarında dolaşan İskoç viskisine verirdik. Norman Hoca’dan bahsedip de onun alkol ve sigarayla, Tanju Okan şarkılarını anımsatan bir ilişkisi olduğundan bahsetmemek olmazdı. Bilkent’te onunla karşılaşmanızın en olası olduğu yer, herhalde kampüsteki Uptown Bistro’ydu. Bilkent’te hayatın kolaylığını üç yerin yaşadığı lojmana yakınlığı ile açıklamıştı: “Uptown, Sports International ve Real”.
İlk dersine, yönetmenliğini ve başrol oyunculuğunu Mel Gibson’ın yaptığı “Braveheart” (1995) filminin ne kadar işe yaramaz bir yapım olduğunu anlatmakla başlamıştı. “Küçük” ulusların milliyetçiliğinin “anlamsızlığını”, “İskoçya bağımsız bir ülke olsaydı, kimsenin umursamadığı sarhoş bir yazar olurdum” diyerek kendi kişisel tarihi üzerinden gerekçelendirmişti. Norman Hoca, “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” atasözünü duymuş mudur bilmiyorum ama aslında yaptığı Braveheart ve şahsî tarihi üzerinden bize Türkiye ve Kürtlerle ilgili duruşunu anlatmaktı sanırım. Benzer bir tavrı “Ermeni Meselesi” bağlamında da ortaya koymuş, hatta İsviçre’nin soykırımı inkar etmeyi kanunen yasakladığı dönemde “İsviçre’ye gidip, üzerinde ‘Soykırım Yoktur’ yazılı bir pankartla dolaşacağım” demişti. Kariyerinin ilk döneminde yazdığı kitapları Türkçeye çevrilmemişken, Birinci Dünya Savaşı (Doğan Kitap, 2010) ve Kısa Türkiye Tarihi (Remzi Kitabevi, 2011) yurtdışında yayımlanmalarından kısa süre sonra Türkçeye kazandırıldı.
Stone’un, tıpkı yazılarında olduğu gibi gündelik hayatında da normlarla ve kurallarla arası yoktu. Türkçede “Kurallar çiğnenmek içindir” olarak ifade edilen düstur, onun da hayattaki temel saiklerinden biriydi belki de. Türkiye’ye ilk kez ayak bastığı anı anlattığı şu meşhur anekdot, bunu ortaya koyar nitelikte: “Ankara’da havaalanına indiğimde ‘Sigara İçilmez’ levhasının önünde bir görevli sigara içiyordu. Bu, ülke ile ilgili önemli ipuçları veriyordu. Esneklik, hoşgörü… Bir de ben sigara tiryakisiyim. Tam bana göre yer dedim”. Kurallarla kurduğu bu sıradışı ilişkinin bir istisnası, sınavlarda yazım hatalarından puan kırmasıydı belki de.
Kendisiyle yapılan bir röportajda, ilk kez 12 yaşında okuduğu, 20. yüzyılın büyük Britanyalı tarihçisi A. J. P. Taylor’un, üslubunda büyük etkisinin olduğunu söylüyor. Onun tarihçiliği kendinden sonraki nesli belki Taylor’ın tarihçiliği kadar etkilememiş olabilir, ama kendisine akademyada asla unutulmayacak bir yer açtığına da şüphe yok.