1881’de Nemrut Dağı’nda ilk bilimsel incelemeleri yapan Puchstein ve Sester’den 2 sene sonra, Osman Hamdi Bey ve ekibi de bölgede kazı çalışmalarını başlattı. Yapılan ilk yayınlardan sonra, bölgedeki arkeolojik eserler kaderine terkedildi. Aşırı soğukla birleşen tahribattan sonra, ilk kazılar 1953’te başlayabildi. 2000’li yıllarda yapılan tartışmalı uygulamalarla Nemrut Dağı’nın büyüsü büyük ölçüde kayboldu.
Adıyaman İli Kahtâ ilçesi sınırları içindeki Antitoros dağ silsilesine bağlı Ankar Dağları’nın Nemrut (2.150 m.) zirvesinde, dünya arkeolojisi açısından eşsiz eserler yer almaktadır. MÖ 69-36 arasında hüküm sürmüş, Yakındoğu tarihinin sıradışı kişiliklerinden Kommagene Kralı 1. Antiokhos, burada kendisi için görkemli kutsal alanlar yaptırmış ve mezar anıtının (tapınaksal anıtmezar -hierothesion) üzerini 30 bin metre küp hacmindeki kırma taşlardan oluşan 50 metre yüksekliğinde bir suni tepe (tümülüs) ile örttürmüştür. Tümülüsün doğu ve batısında devasa heykellerin ve kabartmaların yer aldığı iki teras bulunmaktadır. 1. Antiokhos, her terasta kendi heykeli ile birlikte tahtlar üzerinde oturan 9 m yüksekliğinde tanrı heykellerini diktirmiştir.
Herbiri yaklaşık 7-8 ton ağırlığındaki büyük taş bloklarının işlenmesi ve üstüste konmasıyla, parça parça yapılmış bu tanrı heykelleri, her iki terasta da aynı sırayla; Tanrı-Kral 1. Antiokhos, yanında ülkenin Ana Tanrıçası Kommagene, tam ortada Baştanrı Zeus-Oromasdes, onun yanında Apollon-Mithras ve en sağda Herakles-Artagnes konumundadır. Tanrı heykellerinin oturduğu her iki terastaki tahtları oluşturan taş bloklarının arka yüzünde ise bizzat 1. Antiokhos tarafından kaleme alınmış bir “vasiyetname” niteliğinde 237 satırlık uzun bir kült yazıtı (nomos) bulunmaktadır. Nemrut Dağı’nda 13.850 hektarlık bir alan 1988’de Millî Park ilan edilmiş ve UNESCO’nun “İnsanlığın Kültür Mirası” listesine alınmıştır.
Batı dünyasının Nemrut Dağı zirvesindeki bu görkemli eserlerden ilk kez haberdar olması 1881 sonlarına rastlamaktadır. Berlin’deki Prusya Kraliyet Bilimler Akademisi’ne İzmir’deki Alman Konsolos Yardımcısı Müller-Raschdau’un yazdığına göre, o sıralar Diyarbakır Vilayeti’nde yol yapım işlerinde başmühendis olarak çalışan Karl Sester adlı bir Alman, Doğu Antitoros Dağları’ndaki bir zirvede, çok sayıda ve muazzam büyüklükte Asur heykellerinin olduğunu iddia etmektedir. Sester’e göre, deniz seviyesinden 2.000 m yükseklikteki bu eserler Asur kültürüyle yakından ilgilidir.
Bu bilgileri değerlendiren akademi üyeleri, çok farklı yorumlar yapmışlardır. Anlatılanların hayal ürünü olabileceği dahi söylenmiştir. Antitoroslar’ın güney tarafında ve Kâhta yakınındaki bu zirve, o sıralarda coğrafi bakımdan bir nokta olarak haritalarda bilinmektedir. Bu bölgenin ilk haritasını çıkaran da, o sıralarda Berlin’de emekli olarak yaşayan ünlü Feldmareşal Graf Helmuth von Moltke’dir. Helmut von Moltke, Osmanlı yönetimine karşı ayaklanan Mısır Hıdivi Mehmet Ali Paşa kuvvetlerine karşı Osmanlı Ordusu’nun danışmanı olarak Malatya ve civarında at sırtında kartografik çalışmalar yaparken; her yandan görülebilen Nemrut Dağı zirvesini nirengi noktası olarak kullanmasına karşın, bu dağın zirvesindeki bu ilginç eserler hakkında hiçbir bilgi almamıştır. Oysa, sonradan Berlin İlimler Akademisi’nin onursal üyeliğine de seçilen Moltke, Anadolu’daki seyahatleri sırasında gördüğü antik kalıntılar hakkında bilgi toplamaya özellikle özen göstermiş birisidir. Bu nedenle, 1881’de Berlin İlimler Akademisi’ne Nemrut Dağı hakkında şaşırtıcı bilgiler içeren bu mektup ulaştığında, konuyu değerlendiren akademi üyeleri büyük bir şaşkınlığa uğramış ve ikileme düşmüşlerdir. Üzerinde muazzam heykellerin yer aldığı söylenen bu zirvenin arkeolojik önemi ve bu eserler konusunda, o güne kadar kayda geçmiş herhangi bir bilgi de bulunamamıştır. Sonunda, Sester’in verdiği bilgilerin gerçek yönlerini araştırmayı öneren biliminsanlarının görüşü ağır basmıştır. Bu amaçla Otto Puchstein ile Karl Sester konunun aydınlatılması ve Nemrut Dağı zirvesinde araştırmalar yapmak üzere görevlendirilir ve gerekli kaynak ayrılır. Zorlu bir yolculuktan sonra Puchstein ve Sester 4 Mayıs 1882’de Nemrut Dağı’na ulaşır. Puchstein’ın notlarından Nemrut Dağı’nda yaptıkları çalışmalarını ayrıntılı olarak öğreniyoruz:
“İlk izlenim gerçekten olağanüstüydü. En yüksek kayalık tepenin üzerinde, aslında tırmandığımız terastan 40 metre daha yukarda, sanki bir dağın üstüne oturmuş bir dağ gibi, mezar tepesi yükseliyordu… Kayadan yontulmuş yüksekçe bir podyum üzerinde, sırtları mezar tepesine dönük ve oturur vaziyette, dev büyüklükte 5 tanrı heykeli yer alıyordu; bunlardan sadece biri (Ana Tanrıça Kommagene) sağlam durumdaydı. Önümüzde, heykellerin yere yuvarlanmış, her biri bir adam büyüklüğünde başları ile geride taş parçalarından bir tepe vardı; yerlerde alçak duvarların önünde üzeri kabartmalarla süslü bloklar yatıyordu. Bu kabartmalı steller vaktiyle duvarların üst taraflarındaki yuvalarına yerleştirilmiş olmalıydı. Bütün alan, kayalar yontularak ve düzleştirilerek teras haline getirilmişti… Tümülüsün etrafını dolaştık; taşlar ayakkabıların tabanlarını deliyordu. Çünkü bütün tepe, tıpkı bizdeki şose taşları gibi suni olarak ufaltılmış, birbirinin aynı büyüklükte taş parçalarından oluşuyordu ve yığmanın izin verdiği ölçüde yüksekti. Tepenin öbür yanında, batıda yine bir terasa ulaştık, ancak bu, ilkinden daha aşağıdaydı. Heykelleri oluşturan taş blokları yığın halinde duruyordu ve başlar terasın her tarafına yayılmıştı. Heykellerin arkasında bir dizi kabartmalı blok göze çarpıyordu”.
Gizemli yazıtlar
Puchstein, heykel gövdelerinin bulunduğu podyuma tırmandıktan sonra, taht biçimindeki taş koltukları oluşturan taş bloklarının arka yüzünde 5 cm yüksekliğinde Grekçe harflerle yazılmış yazıtların yer aldığını görmüş ve hemen bu yazıtı çözümleme denemelerine girişmiştir. Elinde lobut tutan heykelin ise Herakles’i canlandırdığına karar vermiştir. Bu heykelin taht kaidesi arkasındaki yazıların, diğer heykellerin arkasında da devam eden uzun yazıtın başlangıç bölümünü olduğundan da kesinlikle emin olmuştur.
Ne yazık ki bu ilginç yazıtın ilk satırları, zaman içinde oluşan tahribat yüzünden okunamaz haldedir. Açıktaki harflerin çoğu, sert hava şartlarının etkisiyle hemen hemen silinmiştir. Ancak, ilk olarak belirledikleri husus, Nemrut Dağı üzerindeki bu eserlerin Asur kültürüyle bir bağlantısı olmadığıdır. Üslup özellikleri açısından çok daha sonraki bir döneme tarihlenmeleri gerekiyordur. Puchstein, elindeki bütün imkanları kullarak, 5 heykelin taht-koltuklarının arkasında yer alan ve birbirinin devamı olduğunu belirlediği uzun yazıtın, bir kopyasını çıkarmaya karar verir. Ertesi sabah metni kopya etmeye başladığında, yazıtın 53. satırında çok ilginç bir bilgiyle karşılaşır:
“İşte, gördüğün gibi, Tanrılara gerçekten lâyık oldukları bu heykelleri ben diktirdim: Zeus-Oromasdes’in, Apollon-Mithras-Helios-Hermes’in, Artagnes-Herakles-Ares’in ve her şeyi besleyen vatanım Kommagene’nin heykellerini. Aynı taştan ve aynı tahtlar üzerinde duaları işiten Tanrıların yanına kendi heykelimi de koydurttum. Böylece ulu Tanrıların ezeli saygınlığını kendi genç bahtıma çağdaş kıldım. Ve böylece onların kraliyete ilişkin olarak giriştiğim işlerde sık sık ve somut olarak, âlicenap bir yardım olarak bana tevcih ettikleri sonsuz ihtimam ve himayelerinin hakkaniyetli bir taklitçisi oldum”.
Yazıtta bu şekilde seslenen kimdir? Anadolu tarihinin hangi kralı “göksel tahtların yakınında” böylesine görkemli bir anıt mezar yaptırmıştır? Metnin başındaki harflerin zamanla aşınmış olmasından dolayı, Puchstein ilk kopyalamaları sırasında burayı yaptıran kralın adını tam olarak okuyamaz. Bununla beraber, batıda da tamamen kırma çakıllarla kaplı bir teras daha vardır. Orada da aynı tarzda heykel tahtlarının olduğu, üzerlerini örten karlara rağmen farkedilmektedir.
Puchstein, bu terasta bulunan anıtsal heykel tahtlarının arka taraflarında da doğudakiler gibi yazıt olabileceğini düşünür. Batı Terası’na gittiğinde yanılmadığını kısa sürede anlar. Batı Terası’ndaki heykellerin taht-koltukları arkasındaki yazıtlar, çakıllar tam kapatmadığından daha rahat okunabilmektedir. Puchstein sonunda tüm yazıtı kopyalamayı başarır. Bu arada önemli bir şey daha tespit etmiştir. Her iki terastaki taht koltukların arkasındaki yazıt metinleri, bazı imlâ farkları dışında tümüyle birbirinin aynıdır. Bu durum yazıtın tamamını çözmek açısından son derece yararlı olur. Doğu tarafındaki, tahribattan kaynaklanan eksik yerleri, batı tarafındaki metnin yardımıyla; batıdaki metnin eksiklerini de doğudakinden yararlanarak tamamlama imkanını bulmuştur. Böylece yorucu kopyalama işlemlerinden sonra bütün metin Doğu Terası’nda tam 237 satır olarak çözümlenmiştir.
Metinde Helen ve Pers tanrı isimlerinin birleştirilmiş olması Puchstein’ı önce oldukça şaşırtmıştır. Yazıtın tam anlamıyla okunmasıyla bu sorun da çözümlenmiştir. 30. satır ve devamında, anıtın kurucusu, Persleri ve Helenleri, soyunun “mutluluk veren ataları” olarak anlatmakta ve yazıtın sonunda, “İran’ın, Makedonya’nın ve kendi yurdu Kommagene’nin bütün baba-tanrılarının, çocuklarına ve torunlarına lütufkâr olmakta devam etmeleri” umudunu dile getirmektedir. Yazıttan elde edilen bu bilgiler ışığında, bu gizemli anıtın sırrı da yarı yarıya çözülür. Bu görkemli eserleri yaptıran kişi, sülalesini Pers ve Makedonyalı atalarına bağlayan bir Kommagene kralıdır. Zeus ile birlikte bahsedilen Oromasdes ise, Hellen Pantheonu’nun baba-tanrısı (Zeus) için bir lakaptan ziyade Zerdüşt dininin “bilge efendisi” Ahura Mazda’nın Grekçe karşılığı olarak yer almaktadır. Böylece, Zeus-Oromasdes’i, burada Hellen-Pers ortak tanrılar göğünün hükümranı olarak algılamak gerekmektedir.
Adil ve büyük kral
Ancak bu alışılmamış tarzdaki Doğu-Batı tanrılar birleşimini (synkretismos) buradaki yazıtlarda anlatan kimdir? Puchstein, uzun ve yorucu çalışmalar sonunda bu sorunun cevabını, yazıtın başlangıç kısmını aşağıdaki şekilde çözerek bulmayı başarır: “Kral Mithridates Kallinikos ile, Anasever, Muzaffer, Epiphanes Tanrı Kral Antiokhos’un kızı olan, Kardeşsever Tanrıça Kraliçe Laodike’nin oğlu, Romalıların ve Hellenlerin dostu, Adil, Büyük Kral ve Tanrı Antiokhos, kutsal temeller üzerinde sonsuz zamanlar için ebedi harflerle kendi ululanması amacıyla sözler kaydettirdi”.
Puchstein daha sonra Eski Çağ tarihi kaynaklarını araştırdığında, Nemrut Dağı’ndaki bu görkemli tapınak-mezarı yaptıran ilginç kişinin Kommagene kralı 1. Mithradates Kallinikos ile karısı Laodike’nin oğulları 1. Antiokhos olduğunu belirler. MÖ 69-36 arasında hüküm sürmüş ve Kommagene Krallığı’na en görkemli günlerini yaşatmıştır. Yazıtlarında “megas” (büyük), “dikaios” (adil), “theos” (Tanrı), “epiphanes” (görünür), “philhellenos” (Hellenlerin dostu) gibi Helenistik döneme özgü lakapları kullanmıştır. Dili eski Yunanca olan bu yazıtlardan anlaşılacağı üzere Kommagene Krallığı’nın kurulduğu tarihten beri kraliyet hanedanı eski Yunancayı muhafaza etmişti.
Nemrut Dağı’ndaki kutsal alanın tespiti, Helen-Roma arkeolojisi açısından büyük bir keşif olur. Sester ile Puchstein, 8 Mayıs 1882’de Nemrut Dağı’ndan ayrıldıklarında yazıtların tam bir kopyasını çıkardıkları gibi, Nemrut Dağı’nın diğer bir özelliğini de aydınlatırlar: Dağın karakteristik zirvesi, insan eliyle yapılmış kırma taşların yığılmasıyla oluşturulmuş yapay bir tepedir. Tümülüs adı verilen bu tip mezar anıtlarına, Trakya ve Anadolu’da Lidya, Frig, Helenistik ve Roma döneminde rastlanmaktadır.
Sester ile Puchstein, 16 Temmuz 1882’de İskenderun’a varırlar. Yolculuklarıyla ilgili yazdıkları rapor 1883’te yayımlanır. Nemrut Dağı’ndaki keşif öylesine etkileyici olmuştur ki Berlin İlimler Akademisi, Bergama’yı ilk kazan ve ünlü Zeus Sunağı kabartmalarını bulan Karl Humann’ı Nemrut Dağı’na yeni bir keşif gezisi için gönderir. Ertesi yıl Humann, yine Puchstein ve Felix von Luschan’ın eşliğinde Nemrut Dağı’na gider. 8-23 Haziran 1883 arasında anıtların çizimlerini yapar; fotoğraflarını çekerler. Berlin’e Nemrut zirvesindeki kabartmalara ait çok sayıda alçı kalıbı getirirler. Yolda Karakuş ve Sesönk, Hierothesia, Samosata, Perrhe ve Sakçagözü ve Zincirli gibi Kommagene’nin diğer yerlerini de ziyaret ederler.
1882-1883 çalışmaları, levhalardan oluşan büyük boy ek cildiyle birlikte, 1890’da Reisen in Kleinasien und Nordsyrien (Küçükasya ve Kuzey Suriye’de Geziler) başlığıyla yayımlanır. 1883’te Puchstein ve Karl Humann’ın araştırması sırasında Berlin’e götürülen bazı taşınabilir kabartmalı parçalar biraraya getirilerek en azından iki sahne ve bir baş parçası tahrip olmaktan kurtulmuştur (Keşke Osman Hamdi Bey 1883 Mayıs’ında üzerlerini açtığı kumtaşı selamlaşma levhalarını bir yerde koruma altına alabilse; bu kabartmalar bugün çok daha iyi durumda olabilirdi. Batı terasındaki ünlü arslan horoskobunun 1883’te üzerinden alınarak halen Berlin’de korunan alçı kalıbı ve eserin Nemrut Dağı’nda günümüzdeki perişan hali, bunun en önemli göstergesidir).
Osman Hamdi Bey kazılara başlıyor
1882’de Nemrut Dağı zirvesinde yapılan çalışmalardan haberdar olan Osmanlı Hükümeti, Nemrut anıtlarını incelemek üzere, 1883 baharında Müze-i Hümayun Müdürü Osman Hamdi Bey’i görevlendirir. Osman Hamdi Bey, Sanayi-i Nefise Mektebi’nde yardımcısı ve heykel bölümü hocası Osgan Efendi’yi (1855- 1914) de yanına alarak bu araştırma gezisine çıkar.
Osman Hamdi Bey ilk kazısını 1883 Mayıs’ında gerçekleştirir. Dönüşünde kazı sonuçlarını İstanbul’da yayımlar (Le tumulus de Nemroud-Dagh: Voyages, description, inscriptions / Osman Hamdi Bey ve Osgan Efendi / Constantinople: Péra 1883). Bu, kendisinin olduğu gibi Türkiye arkeolojisinin de ilk önemli yayınlarından biridir.
Osman Hamdi Bey ve ekibi Nemrut Dağı zirvesindeki çalışmalarını tamamlayıp dönerken, Puchstein ve Karl Humann 2. araştırmaları için Kahta’ya gelmişlerdir. 1883’teki bu iki araştırmadan sonra 1953’teki Theresa Goell’in kazısının başlamasına dek Nemrut Dağı açıklanması güç bir yalnızlığa bırakılmıştır. 1883’te bulunan kabartmaların ve eserlerin hiçbir önlem alınmadan olduğu gibi açıkta bırakılması, bu eşsiz eserlerin tahribine yol açmıştır.
Antiokhos’un taşlara kazınmış vasiyeti, mezar anıtı ile ilgili yapılacaklar açısından Cumhurbaşkanımızı yetkili kılmaktadır. Nemrut Dağı anıt mezarı da, aynen Fatih’in, Kanunî’nin türbeleri ya da cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün Anıtkabiri gibi özel bir konumdadır. Yapılacak projelerde de bu durum gözönünde tutularak daha hassas hareket edilmelidir.
Bir yanda sert iklim koşulları, öte yanda denetimsiz kitle turizmi, Kommagene anıtlarını ciddi boyutlarda tahrip etmiştir. Özellikle 2000’lerde yapılan tartışmalı uygulamalarla Nemrut Dağı’nın büyüsünün büyük ölçüde kaybolduğu izlenmektedir. Nemrut anıtlarının korunması yönünde başlatılan projenin acilen tamamlanması gerekmektedir.