18. yüzyıldan itibaren Tatar, İskit ve Altay olarak adlandırılan dillerin 19. yüzyıl ortalarında “Turan” olarak anılmaya başlanması bir dönüm noktasıydı. Turánizmus (Turanizm) akımı, ırkçılığa dönüşen Aryanizme karşı romantik bir milliyetçilik olarak önce Macaristan’da doğdu; Ziya Gökalp’le birlikte (1923) ülkemizde Türkçülük ile eşanlamlı kullanıldı.
Karşılaştırmalı filolojinin kuruluş evresinde (18.-19. yüzyıl), dünya dilleri kabaca 3 büyük gruba ayrılıyordu: Aryan, Semitik, Turanik. Bunlardan ilki Sanskritçe kökenli bir etnonim olup Avrupa’ya Zend-Avesta çevirileriyle yayıldı. İkincisi Tekvin’den (Nuh’un oğlu) alınıp Göttingen Tarih Okulu’nda Sâmî halkları ve onların dil grubunu tanımlamak üzere kullanıldı (1781). Üçüncüsü ise Şehname’de İran’ın kuzeyindeki saldırgan göçebelere, spesifik olarak da Türkler’e ve yurtlarına refere edilen İrani kökenli etno-coğrafi bir terimdi.
Alexander von Humboldt’un (1769- 1859) temellerini attığı, Max Müller’inse (1823-1900) popülerleştirdiği bu tasnifteki adlandırmalar, Johann Gottfried von Herder’in (1744-1803) Avrupa, bilhassa Alman entelijansiyası tarafından yüceltilen “dil ulusun ruhudur” fikrinin ürünleriydi. Bükümlü dillerin (Hint-Avrupa) yüksek uygarlığı simgelediğine, diğer halkların Aryanlar’dan “aşağı” olduğuna inanan 19. yüzyıl dilbilimcileri, eklemeli ve tek heceli dilleri, gelişmelerini tamamlama becerisinden yoksun ve bükümlü dil statüsüne erişme yetisi eksik diller olarak görüyordu. Müller, tasnifini yaparken Aryan dillerini “devlet”, Turan dillerini “nomadik” diller olarak da etiketlemişti. Sâmî ve Turan dillerinin fakir ve despotik, Aryan dillerinin liberal ve estetik olduğuna inanıldığı bu dönemde, dil yakınlıklarından ırk yakınlıklarına, dil farklılıklarından ırk farklılıklarına kolayca geçilebiliyordu. Böylece “aryan”, bir sözcüğün karşılaşabileceği belki de en büyük felakete uğrayarak, Nazizm doktrinlerinin beslendiği anahtar sözcük haline geliverdi.
Aryanlar tarih boyunca bilgiyi yayan, “aşağı halklar”a hükmeden insanlığın kültürel kahramanları olarak sunulurken, Avrupa’daki farklı dil konuşurları (Fin, Macar, Eston) derin bir yalnızlık duygusuna kapılmıştı. Tam bu sırada, Armin Vámbéry’nin (1832-1913) davetiyle Oxford’dan Budapeşte’ye gelen Müller’in verdiği konferansta (1861); daha önceleri “Tatar” (Strahlenberg, 1730), “İskit” (Rask, 1834) ve “Altay” (Castrén, 1844) olarak adlandırılmış dilleri “Turan” adıyla anması ve konuşmasındaki başka içerikler Macarlar için bir dönüm noktası oldu.
Fince, Macarca, Moğolca ve Türkçenin akraba diller olduğunu savunan etnolog Matthias Alexander Castrén’in (1813-1852) teorisi ve “Altayik” adlandırması, kısa sürede dilbilimsel içeriğinden uzaklaşıp etnik kimliğe bürünecek bir mecraya ilerledi.
İşte Turánizmus (Turanizm) adını verdikleri bu akım, tahripkar bir ırkçılığa dönüşen Aryanizme karşı mezkur halkların birliğini savunan romantik bir milliyetçilik olarak Macaristan’da doğdu. 1910’da kurulan Turáni Társaság’ın (Turan Cemiyeti) faaliyetleriyle Türkiye’ye ithal edildi. Ziya Gökalp’in “Turan”ı “münhasıran Türkleri ihtiva eden camiavi bir isim” (Türkçülüğün Esasları, 1923) tanımlamasından bu yana ise, Turanizm ülkemizde Türkçülük ile eşanlamlı kullanılmaktadır.