Zamanının büyük devlet adamı ve tarihçisi Polybius, Roma’nın Kartaca’ya olan üstünlüklerini sayarken Kartacalı siyasetçilerin yöneticilik makamlarına açık açık rüşvet vererek, para ve iltimas dağıtarak geldiklerini, ancak Romalıların siyasi rüşveti en sert şekilde cezalandırdıklarını söyler. Tabii ben bu noktada Polybius’un yalancısıyım, zira aklımda kaldığı kadarıyla Polybius’tan sonra işler değişmeye, Roma siyaseti de kirlenmeye başlıyor ve hatta Roma Cumhuriyeti’nin son dönemlerinde artık verdiğiniz selam bile “rüşvet değil” diye alınmıyor.
Örneğin, herhâlde milattan önce 2. yüzyılın başları olacak, Glabrio isimli bir arkadaş, Roma Censor’u olmak için adaylığını koyuyor ve ilk başta gayet de güzel bir seçim kampanyası yürütüyor. Kendisi henüz iki yıl önce büyük bir askerî zafer kazanmış, Suriye’yi yağmalamış ve kamuoyu anketlerinde falan hep önde. Lâkin rakipleri bir bakıyor ki bu Glabrio öyle böyle değil para saçıyor. “Vay, nereden bu değirmenin suyu” falan derken, Glabrio’nun sağ kollarının ispiyonlamasıyla ortaya çıkıyor ki bu arkadaş Roma’nın Suriye’de kazandığı ganimetin büyük bölümünü çaktırmadan cebe indirmiş, bu işten güzel para yapmış, şimdi de o parayı Censor seçilmek için hunharca dağıtıyor. E tamam, Roma Polybius’tan sonra yozlaşmış dedik ama, o kadar da değil; bu rüşvet ve kaynağına ilişkin deliller mahkemeye sunulunca bizim Suriye fatihi Glabrio o saatte vazgeçiyor adaylıktan.
Anladığım kadarıyla bu seçim rüşvetleri illa seçimden önce de verilmiyor olacak ki, milattan önce 2. yüzyılın sonuna doğru, seçim rüşvetini önlemek amacıyla “Gizli oy” kanunu çıkıyor ve o tarihten
sonra da oylar gizli bir şekilde veriliyor. Ama ne çare ki oyların gizli verilmesi seçim rüşvetini engellemiyor ve sonraki on yıllarda seçim rüşveti öylesine kurumsallaşıyor ki bu suça artık sadece para cezası verilir oluyor. E adam zaten para dağıtıyor, bir miktar da ceza olarak ödüyor tabii. Ha, tabii milattan önce kimi zaman ağır kimi zaman hafif cezalar verilen seçim rüşvetini suç olarak kabul etmek Avrupa’nın aklına ancak 17. yüzyılın sonunda geliyor, o da ayrı mesele.
Tabii seçim sadece rüşvet değil. Bu işin kampanyası, mitingi, döner ayran dağıtması, şarkıcı türkücü çıkartması, bayrak asması da var. Bugün nasıl varsa, Roma’da da var. Hatta rivayet odur ki ilk kez konsüllük seçimine giren Cicero’nun kampanya danışmanlığını üstlenen kardeşi Quintus (ki aslında o da Cicero, ama tıpkı Bach örneğinde olduğu gibi, nasıl bir tek Johann Sebastian Bach, kafadan Bach olarak anılıyorsa Cicero denince de akla Quintus Cicero falan değil, bizim Cicero diye bildiğimiz Marcus Tullius Cicero geliyor) kampanya için bir el kitabı bile yazmış.
Cicero’nun muhtemelen konsül seçilmesini sağlayan bu el kitabına baktığımızda, önce tabii kitabın Latince olduğunu görüyoruz ama Allahtan birileri çevirmiş de ne yazdığını anlayabiliyoruz. Quintus’un, seçilmesi için Cicero’ya verdiği öğütler şunlar:
Herkese ne istiyorlarsa söz ver, olur a seçilince sözünü yerine getiremezsen, nasıl olsa iktidardasın (Roma’da üç dönem kuralı yok; her konsül sadece bir yıllığına seçiliyor, sonra tekrar seçilemiyor.)
İnsanlara duymak istediklerini söyle, yağ çek.
Tokalaşabildiğin kadar insanla tokalaş (Bu öğüdü yaklaşık iki bin yıl sonra Hasan Celal Güzel tokalaştıklarını üstüne bir de öperek gerçekleştirse de çok işine yaramamıştı).
Seçmenlere rakiplerinin işlediği suçlarını ve seks skandallarını sürekli hatırlat.
Cicero, muhtemelen bu öğütleri uygulayarak önce konsül seçiliyor, sonra da Roma siyasetinin en etkili isimlerinden biri olarak hayatına devam ediyor. İnsanlara ne söz verdiğini hatırlamıyorum ama sözlerini tuttuğunu da çok sanmıyorum. Rakiplerine karşı her zaman sivri ve saldırgan bir dil kullanıyor diye aklımda kalmış. Tabii siyaset sahnesinden Kaddafivari bir şekilde ayrıldığını da eklemek gerek.