Ekim 2024 Sayımız Çıktı

Orta Asya’dan Anadolu’ya ‘oda’ya kadar giren ‘ordu’lar

OCAKTAN BARINAĞA, YUVAYA DOĞRU ANLAM HİYERARŞİSİ

Anadolu, Rumeli ve Güney Kafkasya Türkçesinde Orta Asya’ya özgü kubbeli kağan konutlarının adı (ordu) mimari alandan askerî alana kayarken, bunlara “otağ” denmeye başlanır. Türklerin “oda” kelimesini bugünkü anlamıyla kullanması ise 16. yüzyılın ilk yarısındadır. Aynı değişimi Macarcanın “oda” anlamlı sözcüğü “szoba”da (soba) görürüz.

Yazıtlar dönemi Türkçesin­de kağanlık konut ve ka­rargahlarına “otağ” değil, “ordu” denirdi. Kaşgarlı Mahmut “ordu” için “kasabatu’l-melik” (hükümdar başkenti) tanımı yaparken, sözcüğün çeşitli za­man ve mekanlarda yaşadığı ilk anlam değişmesini de gösterir. Nitekim Hazar Denizi’nin batısı­na yerleşen Türklerde “ordu”, hü­kümdar ve hanedan üyelerinin konutundan ziyade, içindekilerle birlikte bu mekanı korumakla mükellef silahlı kuvvetler manası kazanarak ilk anlamından hayli uzaklaşır. Hazar’ın doğu­sunda kalan Türk dilli topluluklarda ise “ordu”, bir yandan arkaik anlamını (saray) korur, öte yandan anlam dünyasını “bilim-kültür merke­zi”ne doğru genişletir.

Anadolu, Rumeli ve Güney Kafkasya Türkçesinde Orta As­ya’ya özgü kubbeli kağan konut­larının adı (ordu) mimari alandan askerî alana kayarken, bu konutlara artık “otağ” denmeye başlanır. Özgün anlamı “küçük ve geçici barınak” olan “otağ”, Orta Asya lehçelerinin çoğunda “der­me çatma kulübe” (Kırgız); geçici çoban barınağı (Uygur); erkeğin baba evinden ayrılıp kurduğu yuva (Kazak) anlamlarıyla yaşar. “Otağ”ın üst düzey devlet adamla­rının büyük ve gösterişli çadırları için kullanımı ise 14. yüzyıldan itibaren Selçuklu ve Osmanlı coğrafyasına özgüdür.

TURK-DILI-TARIHI-2
Filippo Argenti’nin 1533’te yazdığı Regola del Parlare Turcho (Türkçe Konuşma Kuralları) adlı eserinden hareketle Milan Adamovic’in yazdığı 16. Yüzyıl Türkçesi (TDK, 2009).

Yine 14. yüzyılda bu sözcük bir dizi ses değişimine uğraya­rak Anadolu’da “oda” biçimini alır; ancak “oda”nın bu tarihte henüz konutun mutfak, banyo gibi bölümleri için kullanılma­dığı kesindir. Bunun en önemli kanıtı, Süheyl ü Nevbahar (1350) adlı Farsçadan Türkçeye tercü­me edilen mesnevide Arapça “hücre”nin oda, “oda” kelimesinin ise “köşk” anlamıyla geçmesidir. Türklerin Orta Asya tipi bölmesiz keçe çadırdan, içinde bölmeleri olan konutlara ne zaman geçtik­lerini veya “oda” sözcüğünü bu bölmeler için ne zaman kullan­dıklarını Arap harfli metinlerden anlamak kolay değildir. Bunun için en güvenilir kaynaklar, Batı­lıların yazdığı Latin harfli Türkçe gramer kitapları ve sözlüklerdir. Bu tür eserlerin en eski ve yetkini İstanbul Floransa Konsolos­luğu’nda elçilik sekreteri olan Filippo Argenti’nin Regola del Parlare Turcho (Türkçe Konuş­ma Kuralları, 1533) adlı eseri­dir. Toplam 645 yaprağın 570’i İtalyanca-Türkçe sözlük olan bu eserde “oda” için “chamera”, “otağ” için ise “il padiglone del signore” (bey konağı) karşılığı verilir. Buna göre “oda”, 16. yüzyılın ilk yarı­sında kesin olarak günümüzdeki anlamıyla kullanılmaktaydı.

Ota-(yakmak) eyleminden türeyen “otag”, etimolojik olarak ateş (ōt) kavramına dayanır. Bu sözcükte, etrafında aile mecli­sinin toplandığı ocaktan barı­nağa, yuvaya doğru bir anlam hiyerarşisi vardır. Aynı anlam değişimini modern Macarcanın “oda” anlamlı sözcüğü “szoba”da (Türkçe soba) görürüz. Slav dille­rinde aslen “ocak” anlamlı “izba” (Türkçe izbe) Bulgarca ve Rusça­da “kütük köy evleri” için kulla­nılır. Farklı dillere ait bu paralel evrimlerin insanlığın ortak bilinç altından mı kaynaklandığı yoksa etkileşimlerin sonucu mu olduğu dilbiliminde hâlen tartışılan bir konudur.

TURK-DILI-TARIHI-1
Orta Asya otağını (çoban otlatanların geçici barınaklarını) gösteren fotoğraf, 1958 yılına tarihleniyor.