Kasım
sayımız çıktı

Ortadoğu’yu dönüştürdü, ‘İslâmcılığı’ biçimlendirdi…

AYETULLAH HUMEYNİ BİYOGRAFİSİ

Yakın tarihte Ortadoğu’nun ve “İslâmcılığın” şekilenmesinde dönüştürücü bir etki oluşturan 1979 İran Devrimi’nin lideri Humeyni (1902-1989), tarihsel önemine karşın biyografi çalışmalarına çok az konu olmuştu. Köln Üniversitesi’nden Katajun Amirpur’un kitabı, kronolojik bir seyrin yanısıra kritik hadiselerin arka planını da izliyor.

3330 HUMEYNI.indd

Katajun Amirpur’un kita­bında öncelikle Humey­ni’nin hayatı kronolojik olarak, bakışaçısını şekillen­dirmiş etkiler özellikle mercek altına alınarak aktarılıyor. Ancak bu, Humeyni’nin düşünsel geli­şimini anlamak için yeterli değil. Öncelikle Şiilik üzerine konularla ilgili kimi temel bilgilere sahip ol­mak gerekiyor. Yazar bu nedenle, günümüzde İran hükümet siste­minin temelini teşkil eden bu din âliminin yönetim yetkisini, tarihî geleneklerle birlikte detaylı bir şekilde anlatıyor.

Kitaptan, yüzyıllar önce başla­yan tartışmalarda iki farklı görüş ortaya çıktığını öğreniyoruz. İlk görüşe göre insanlar Şii ulema­nın fetvalarına uymak zorun­dadır. Karşıt görüş ise Kuran’ın ve Peygamber’in talimatlarına sadık kalmak koşuluyla, her dindar kişinin kaynakları okuyup yorumlayabileceğini savun­maktadır. 18. yüzyılda ilk görüş sahipleri baskın çıkınca İslâm’ın Şii mezhebinde Katolik Kilisesi’ne benzer bir ulema sınıfı ve ruhani bir hiyerarşi oluşmuştu. Bu hiyerarşi Humeyni liderliğindeki devrimden bugüne, İran yönetim sisteminin de önkoşullarından birini oluşturuyor.

Yazar, Humeyni öncesi İran ta­rihinin önemli dönüm noktaları­na da değiniyor. 19. yüzyıldan iti­baren askerî ve teknolojik açıdan üstün olan Avrupa’yı yakalama çabası, bizde olduğu gibi İran’da da Batı temelli bir düşünce süreci başlatıyor. Bu süreç yine Osmanlı Devleti’nde olduğu gibi 20. yüzyıl başında meşrutiyet devrimiyle (1905-1911) sonuçlanıyor.

Humeyni’nin 1902’de doğu­mundan sonrasının anlatıldığı bölümlerde İran tarihi ile Hu­meyni’nin yaşamı paralel ilerli­yor. Sıradan bir çocukluk geçiren Humeyni’nin ailesiyle ilişkilerini, din eğitimi almaya başlaması­nı ve bir din adamı oluşunu bu bölümde görüyoruz. 1950’lerde İslâm’ın siyasallaşması süreci başlıyor. 1960’lardan itibaren Humeyni ve birçok Şii din adamı artık siyaseten etkili olabilecek­lerini anlıyor, harekete geçiyor. Humeyni, 1961’de kadınlara seç­me seçilme hakkının verilmesini protesto ettiği dönemde sivrili­yor ve kamuoyunda tanınıyor. Gerçi Humeyni bu dönemde din adamlarına siyasi rol atfediyorsa da, onların yönetimde olmalarını değil hükümeti kontrol etmeleri­ni savunan bir çizgide; ulemanın bizzat iktidarda olması gerektiği ise sonraki dönemlerde ortaya çıkacak bir görüş.

Kitap-3
Humeyni, 15 yıllık sürgünün ardından 1 Şubat 1979’da İran’a dönüyor.

Kitabın Türk okurlar için en ilginç yeri, Humeyni’nin Bur­sa’daki sürgün günleri. 1964-1979 arasında yurtdışında sürgünde kalan Humeyni, bu sürenin ilk 11 ayını Bursa’da, bir istihbarat su­bayı olan Ali Çetiner’le eşi Mela­hat Çetiner’in evinde geçirmiştir. Laikliği benimsemesi nedeniyle hiç hazzetmediği Türkiye’de bu­lunmaktan rahatsızdır Humeyni. İlk zamanlarda, misafir olduğu evin hanımı Melahat Çetiner’in başının açık olmasından hoş­lanmasa da sonradan aileyle yakınlaşır. Ali Çetiner’le yüzmeye gider, İran’dan gelen ziyaretçi­lerinin getirdiği tatlıları aileyle paylaşır.

1960’larda Humeyni sürgün­deyken, 1941’den beri İran’ı yöne­ten Şah Muhammed Rıza Pehlevi için de zor günler başlamıştır. Şah’ın izlediği güçlü modernleş­me ve sekülerleşme siyaseti, yol­suzlukları, hem İslâmcılara hem de diğer gruplara yönelik sert baskısı güçlü bir muhalif cephe­nin oluşmasına yol açacaktır

Laik muhalefete oranla daha iyi örgütlenmiş olan, ülke çapın­da camilerle inançlı kesimlerin oluşturduğu bir ilişki ağından destek alabilen dindar muha­lefet, 1971’den sonra daha aktif hâle gelir. Humeyni diğer siyasi liderlere göre daha avantajlıdır; zira sürgünde İran yönetiminin müdahale edemediği bir pozis­yondadır. Taraftarları onu ziyaret eder, talimatlar alır, konuşmala­rını kaydedip tüm ülkede yaygın­laştırırlar.

Gidişatın aleyhine geliştiğini gören Şah Rıza Pehlevi, 16 Ocak 1979’da kendi kullandığı uçakla aniden ülkeyi terkeder. Uçakta Pehlevi’nin ailesiyle birlikte çok değerli 12 yarış atı da vardır.

Nihayet 1 Şubat 1979’da, 15 yıllık sürgünden sonra Tahran’a geri dönen Humeyni’yi tam 2 milyon kişi karşılar. Humeyni, BBC muhabiri John Simpsons’ın kendisini bekleyen milyonlar karşısında ne hissettiği sorusu­na çok kısa bir yanıt vermiştir: “Hiçbir şey.”

Kitap-4
Tahran’daki Şah karşıtı bir gösteride eylemciler sürgündeki Ayetullah Humeyni’nin posterini taşıyor. Tarih 10 Aralık 1978.

30 Mart 1979’da monarşi ile İslâm Cumhuriyeti arasında se­çim yapılan referandumda oyla­rın yüzde 98,2’si “İslâm Cumhu­riyeti” yönünde verilir. Humeyni iktidarı resmen başlamıştır. Bu tarihten sonra Şah’ı devirmek için en az İs­lâmcılar kadar mücadele eden komünist TUDEH ve Müslüman Marksist örgütler, burjuva-liberal Millî Cephe güçleri de dahil olmak üzere tüm gruplar siyaset sahnesin­den silinmeye çalışılır. 10 yıllık sürecek Humeyni döneminde binlerce kişi İran hapishanelerinde katledilecek, kat kat fazla kişi ülkeyi terkedecek, ülkede kalan milyonlar ise kendilerini duygusal bir sür­güne hapsedecektir.

Humeyni’nin geride bırak­tığı son trajedilerden biri de Şubat 1989’da yazar Salman Rüşdi hakkında Şeytan Ayetleri kitabında Peygamber’e hakaret ettiği gerekçesiyle ölüm fetvası çıkarmasıdır. Fetvadan sonra Rüşdi’nin kitabıyla ilintili birçok kişi, yayıncılar ve çevirmenler katledilir. Yazar Amirpur, Hu­meyni’yi bu karara almaya iten nedenin basit bir öfke olmadığını söylüyor. Amirpur’a göre her ne kadar İran Devrimi birçok Sünni tarafından da hayranlıkla izlenmiş olsa, nihayetinde Şii mezhebinin devrimidir. Yazar, Humeyni’nin Rüşdi fetvasıyla İslâmiyet’in önemli savunu­cusu olarak tanınma ve tarihe kendisini bu şekilde kaydetme şansı görmüş olabileceğine değiniyor.

Humeyni, Rüşdi fet­vasından yaklaşık 4 ay sonra, 3 Haziran 1989’da kalp krizi sonucu haya­tını kaybeder. Kitaptan öğrendiğimize göre, eşine ve çocuklarına son olarak şunları söylemiştir: “Kalmak isteyenler kalsın; gitmek isteyenler gitsin. Işığı kapatın, uyumak istiyorum.”