Tanzimat’ı ilan eden Reşid Paşa, yönetim ve ordu başta olmak üzere bir dizi yeniliğin gerçekleştiği bir evreyi temsil etti. Bununla birlikte, sadrazamlığı sırasında özellikle Galata bankerleri ile olan “akçeli ilişkiler”i, ölümünden sonraki terekesinde açığa çıktı. Paşa, kendisine ait yalıyı padişahın oluruyla hazineye satmış, sonrasında ise yine padişahın kızıyla evlenen oğluna hediye olarak geri verilen mülkün anahtarını elinde tutmuştu!
“Vermez idi kimse kimseye nân (ekmek) minnet olmasa
Bir maslahat (iş) görülmez idi rüşvet olmasa”
Nâbî
Asılma kesilme sürülme tehditlerinden azade, padişah nimetiyle yetişmiş devşirme, Kapıkulu ve Enderun kökenli olmayan, aydın ailelerinden yetişmiş donanımlı, deneyimli, dil bilir Tanzimat ricali denen kadrolarının öne çıkması bu dönemde, öncüleri ve önderleri de Mustafa Reşid, Âlî ve Fuad Paşalardı. Bunların “o gitti öbürü geldi” siyasetiyle devleti yönetmeleri, kısa aralıklarla art arda sadaret ve nazırlıkları ise 1846-1871 arasında çeyrek yüzyıl sürmüştür. Bu üçlünün, yönetim-siyaset yorgunluğundan ve kalpten, veremden, başka hastalıklardan ölümleri de ellili yaşlardadır.
10 yaşında yetim kalan Mustafa Reşid’i, ablasının kocası Seyyid Ali Ağa (paşa) yetiştirmiş. Reşid, eniştesine mühürdarlık, divan kâtipliği yapmış, Vezir olan Ali Paşa ile Mora’ya gitmiş. İstanbul’a dönünce İbrahim Efendi adında birine içgüveysi olmuş. Paşakapısı bürolarında kâtiplik etmiş, Fransızca öğrenmiş. Diplomaside ilk başarısını, Amedî (dış işleri) Kalemi’nde ve 1829’da Edirne Antlaşması görüşmelerinde göstermiş. Reisülküttab Pertev Paşa’dan diplomasi öğrenerek yenilikler arayan II. Mahmud’a (1808- 1839) danışmanlık etmiş. 1833 Konya savaşında Kavalalı İbrahim Paşa’ya tutsak düşen Sadrazam Reşid Mehmed Paşa’yı, Kütahya Antlaşması görüşmelerinde serbest bıraktırması, Mısır ordusunun İstanbul’a ilerlemekten vazgeçip dönmesini sağlaması en önemli başarılarıdır.
1834’te Paris, 1837’de Londra sefiri ve vezir olan Reşid Paşa’nın hariciye nazırı ve Londra sefiri olarak Tanzimat fermanını okuması 1839’da, ilk sadrazamlığı 1846’da, 6. kez sadrazamken ölümü 7 Ocak 1858’dedir. 1846-1858 arasındaki 12 yılda kısa aralıklarla 6.5 yıl sadareti, 5 yıla yakın hariciye nazırlığı, aylarla sınırlı başka görevleri vardır.
Osmanlı tarihinde, Tanzimat’ın Reşid, Âlî, Fuad Paşalarına eş tutulacak bir başka devlet adamı, diplomat, halef selef sadrazam-nâzır üçlüsü gösterilemez. Birbirlerini eleştirmelerine, mizaç ve siyaset uzlaşmazlıklarına mukabil, devleti başarıyla yönetmişlerdir. Siyaset tarihine, diplomasiye, tarihe bunlar kadar anekdot, nükte anı bırakmış bir üçlü de yoktur.
Diğer yandan elimizdeki belgeler ve bilgiler, Mustafa Reşid Paşa’nın özellikle sadrazamlığı sırasındaki “akçeli işler”ini gözler önüne sermektedir. Mustafa Reşid Paşa ve Tanzimat adlı kitabın yazarı ve aile torunlarının davalarına da bakan Ord. Prof. Reşat Kaynar (1910-2006), paşanın ölümü vakasını şöyle aktarmıştı: “Bir kış günü (7 Ocak), hanımefendisinden “gizlice” korudaki köşkünde bir cariyeyle halvet olduktan sonra yalıya dönerek uşağına ‘su (gusul) iktiza etti’ diyerek hamama girmiş, kalp krizinden vefat etmiş. O sırada sofada alacak-verecek konuları için kendisini bekleyen banker Zarifi, çığlıklardan öldüğünü anlayarak: ‘Gitti paracıklarım!’diye dizlerini dövmeye başlamış”.
Cevdet Paşa ailedeki ölümleri ve delirmeyi, Reşid Paşa’ya ve Ali Galib’e halkın bedduasına bağlayarak: “Âteş-i zulm ile yandıkça kulûb-i fukara / Böyle vapuru kazâ çarkına uğrar vükelâ” yollu tarih düşürüldüğünü vurgular. Tezâkir adlı eserinde, sık sık konağına gittiği Reşid Paşa için: “Hariciye Nazırlığında az vakitte büyük büyük işler görmüş iken bu kere bil-istiklâl sadrazam olduğu halde o kadar büyük işlere muvaffak olamadı. O dahi âlî binalar yapmak ve irat ve akar edinmek hevesine düştü ve daha sonraları oğlu Galib Paşayı padişaha damat etmek için kadınlara ve harem ağalarına dalkavukluk eder oldu” der.
Reşid Paşa’yı hedef alan o zamanki manzum eleştirilerden biri de şudur:
Zamânenin şu tabibi nâ-Reşid’ini gör-kim
Revaç vermek içün kendi kâr u sınaatine
Vücûd-ı nâzik-i devlet rehîn-i sıhhat iken
Düşürdü re’y-i sakimi firengi illetine
(Anlamı: “Günümüzün doğruluktan sapmış sözde hekimi (Reşid Paşa), kâr ve kazancı peşinde. Rehin altındaki sağlıksız devlet yapısını yanlış kararlarıyla bir de firengiye yakalattı”. Şair, Reşid ve firengi sözcükleriyle birer tevriye yapmış: Doğruluk anlamındaki “reşid”i Reşid Paşa için, bir hastalık olan firengiyi Frenk/Avrupa anlamında da kullanmış).
Eskilerin, sirkat-i müevvel (kılıfına uydurulmuş hırsızlık) dedikleri yöntemle kamu hazinesinden para götürmenin yolunu Reşid Paşa da bulmuştur. Oğlu Ali Galib’le, Sultan Abdülmecid’in kızı Fatma Sultan’ın düğünü 1854 Kırım Harbi arifesinde yapılırsa bir taşla iki kuş vurulacağına, savaş için İstanbul’a gelen müttefik ordularına görkemli bir düğün töreni göstermenin yararlarına padişahı ikna etmiş. Ama düğün masraflarını karşılayacak servetten yoksunluğunu da sızlanarak padişahı acındırmış! Baltalimanı’nda bugün de duran sahilhanesini 250 Mecidiye altına (250 milyon TL) Hazine-Hassa’ya satmış! Günlerce süren düğün gerçekten herkesi hayran bırakmış. Doğal ki o büyük meblağın büyük kısmı Reşid Paşa ailesine kalmış. Dahası Sultan Abdülmecid bir cömertlik daha göstererek Hazineye alınan sahilhaneyi kızıyla damadına düğün hediyesi olarak vermiş! İki genç orada gerdeğe girmişler. Reşid Paşa da bir taşla iki kuş vurmuş! Sahilhanenin bilek kadar anahtarının daima kendisinde kaldığına da kuşku yok!
Namuslu bürokratlar da vardı
Göreve yeni tayin edilen şeyhülislam veya yüksek rütbeli bir kazaskeri tebrik bahanesiyle hediye adı altında gönderilen 10 bin kuruş gibi devrine göre çok yüksek bir rüşvetin nasıl nazikâne ve ders verircesine geri çevrildiğine dair güzel bir mektup. III. Selim’in son devri, 1800-1808 arası bir belge (Sinan Çuluk).
Diğer yandan, yüklendiği sadaret ve nazırlık görevlerinin ağır sorumluluklarına koşut, Galata- Karaköy bankerleriyle borç para-faiz ilişkileri sarmalında bunalan; çiftlik, inşaat işleri ve ailevi sorunlarla da uğraşan paşa için 58 yıllık ömür kısa değil uzun bile görülebilir. Ölümünde ortaya konan terekesi ise borçlarını kapatmadığından geriye yüklü bir “düyûn” (borçlar) bırakmış. Sözkonusu defterde alacak-verecek kalemlerinde oğullarına ve hanımına ait hesaplar da var. Bir hesap uzmanını uğraştıracak içerikteki defterin, “Onluk Mecidiye” biriminin ilk döneminde düzenlendiği dikkate alındığında ve 1 altın lira 100 gümüş kuruş hesabıyla 160.000 altın lira (159.923.506 kuruş) borç, tereke bedellerinden ödenerek geriye 75.000 altın (75.809.580 kuruş) borç kalmış. Şu halde borç yekûnu: 235.000 altın; 1 Mecidiye altınının 1.000 TL olduğu hesabıyla, bugünün değeriyle toplam 235.000.000 lira demektir. Tereke dışı tutulan gayrimenkuller, nakit, altın gümüş mücevherden oluşan servet konusunda ise bir bilgi yoktur.
O tarihlerde aylığı 10 ila 15 bin altın lira olan bir sadrazamın, bu ödenekle konak, köşk, yalı, mutfak, at araba, kayık… giderlerini, ayrıca kethüdadan kavaslara, hamlacılara, seyislere, Haremdeki cariyelere kadar onlarca görevli ve hizmetlilerin ücretlerini karşılaması,; ayrıca ne kadar tutumlu olsa da lüks ve israfı önlemesi zordu. Kaldı ki o dönemde devlet ricâlinden, banker, kuyruklu sarraf, sarraf tuzağına düşmeyen yoktu. Bunlara zaman zaman veya ölümlerinde borçlarının ödenmesi için padişah, kendi hazinesinden atiye-i seniyede yani bağışta bulunurdu.
Mustafa Reşid Paşa’nın ve kimi aile bireylerinin borçlarını gösteren tereke defteri 8 yapraktır. Defterdeki listeler, paşanın ve oğullarının borçları yanında, Osmanlı uyruğu gayrimüslim veya Frenk bankerlerin, daha pek çok kişinin, yani 1858 yılı İstanbul’unun para, bankacılık tefecilik işlerini yürüten zengin kesiminin adlarını, Reşid Paşa ve oğullarıyla ilişkilerini de belgeliyor. Örneğin, Manoloğlu, Sinekerim, Cirecioğlu Serkiz, Kuyumcu Kirkör, Sarrafoğlu Asador, Şamboraki Mikail, Meyhanecioğlu, Arayıcıoğlu Boğos, Kuyumcu Barseg, Zarfçıoğlu, Kürkçüoğlu, Saatçi Maringoğlu, Ölçücü Minas, Kuyumcu Kara Kevork, Mormoraki, Hoca Enderyas, Zarifi Bâzirgân, Baltacı Bâzirgân, Kamando… daha onlarca isim, bugün bize anımsatma vermeyebilir. Oysa o yıllarda padişah sarayından paşa konaklarına kadar her büyük kapıda bu nüfuzlu bankerler vardı.
1849- RÜŞVET NİZAMNAMESİ
‘Rüşvet almayacağım’ diye Kur’an üzerine yemin edildi ama…
Sultan Abdülmecid’in onayı ile Reşid Paşa’nın ikinci sadaretinde gündeme getirdiği bir konu rüşveti yasaklamaktı. Önce Meclis-i Vâlâ’da Men’-i Rüşvet Nizamnamesi kabul edildi. 11 Aralık 1849’ta toplanan Meclis-i Umumi’de de padişah, sonra Reşid Paşa ve bütün devlet erkânı, sırayla ve Kur’an’a el basarak nizamnamede yazılı yemini okudular. Taşralarda da kamu görevlileri, Cuma günü camilerde vali, kaymakam ve kadı önünde -gümüşten altından hediyeler de dahil- rüşvet almayacaklarına yemin ettiler. Yemin metni şuydu:
“Padişahıma ve devlet-i aliyyelerine sadakatden ayrılmayacağıma ve her nasıl nam ve te’vil ile olursa olsun rüşvet almayacağıma ve padişahımın rızâ-ı seniyesiyle kabulü mücâz (uygun) olan hedâya-yı resmiyeden başka memnû’ (yasak) olan hediyeyi kabul etmeyeceğime ve emvâl-i mirîyeyi (devlet mallarını) irtikâp ve telef etmeyip ve hiç kimseye ettirmeyeceğime ve lüzûm-ı hakikisi tebeyyün etmedikçe (gerekliliği gerçekleşmedikçe) hazine-i mirîyeye (kamu hazinesine) masraf vukuunu (gider yüklenmesini) tecviz etmeyeceğimi (onaylamayacağımı), icâbı olmadıkça mücerret riayet-i hatıra mebni (salt hatır için) memur istihdamına lüzûm göstermeyeceğime vallahi”.
Günümüzden 160 yıl önce 7 Ocak 1858de 58 yaşında ölen sadrıazam Mustafa Reşid Paşa, yakın tarihimizde, her ırktan ve inançtan tebaya can mal ve ırz güvencesi, adalet ve yargı hakkı öngören 1839 Tanzimat fermanını ilan eden devlet adamı olarak saygıyla anılır. Bir kış günü ansızın ölümü İstanbul hariç Osmanlı dünyasında heyecan uyandırmasa hatta duyulmasa da İngiltere, Fransa ve Rusya kamuoylarında akisleri olmuştur. Bu ölümün nedenleri arasında padişah Abdülmecid’in, kendisini ve oğlu Galip Paşayı azarlayıp hakaretlerde bulunması da yazılmıştır.
18. YÜZYIL BAŞI
Rüşvetin belgesi olur mu? Olur
Sadrazam Yusuf Ziya Paşa’nın, Fransız müzakereciye rüşvet verilmesi teklifi: “Tarafınızdan Fonton’a akçe sohbetini etmeyesiz tercümana havale edesiz…”
Sadrazam Yusuf Ziya Paşa’nın birinci sadaretinde (1798-1805) elinden çıkma bir belge. Muhtemelen Reisülküttaba yazdığı bir bilgi notu. Fransızlar’la yürütülen müzakerelerde masdariye (bir çeşit gümrük vergisi) oranlarının tespitinin bizim lehimize neticelenmesi için karşı tarafın müzakerecisi Fonton’a 5000 kuruşluk bir rüşvetin divan tercümanı yoluyla teklif edilmesini içermektedir. Fonton’un bu rüşveti kabul edip etmediği hakkında bir bilgi ise yok.
“İnâyetlü Efendim,
Frenklere masdariyye maddesine ruhsat ve müsaade olunduğu halde bizim reâyâmız ile müsâvât olamayup yine reâyâmız Frenk tüccârına mecbûr olacakları ve ticâretde yine ihtilâl derkâr olacağı emr-i mukarrerdir. Bugün sizin ile müzâkere olunduğu üzere masdariyyeyi kabul etmeleriçün Fonton’un celbi lazım olup ancak cenâbınız tarafından akçe teklif olunsa ihtimal ki kabul eylemeye ve belki maslahata muzır olur. Bu keyfiyeti bugün yani şimdi ancak Divan Tercümanına ifade ve Fonton’u bu madde içün irza ve tatyib eylemesini ve nihâyet tarafınızdan beş bin guruş Fonton’a verilmesini tercümana ihale ile rabıtasına himmet eyleyesiz. Hulasa akçe maddesini ve irza ve iskatı tercümana ifade ile iktifa eyleyesiz. Tarafınızdan Fonton’a akçe sohbetini etmeyesiz tercümana havale edesiz ve elbetde bu masdariyye maddesini dahi kabul etdirmeğe ikdam lazımdır”.
Sinan Çuluk