Sinema meraklıları Tolga Karaçelik’in “Kelebekler”inde çalan “Baba” ile, dizi izleyicileri “Öyle bir geçer zaman ki”deki “Beyaz Ev”le hatırladı Erkut Taçkın’ı. 50’leri görenlerse Türkiye’nin ilk rock ‘n’roll’cusunu hiç unutamamıştı zaten. Bahriye’den Almanya’ya, İstanbul’dan Kalkan’a uzanan müzikle dolu bir hayat.
Bazılarının ölümü, kişisel tarihimizde bıraktıkları izler nedeniyle kendi hayatlarımızın da “film şeridi gibi” gözümüzün önünden geçmesine neden oluyor. 78 yıllık olağanüstü hayatıyla Türkiye’nin müzikal tarihinde nesiller üstü bir iz bırakan Erkut Taçkın’ın ölüm haberi, tam da bu etkiyi yarattı.
Onunla ilk defa, bugün tarih olan Emek Sineması’nın yanındaki 10 metrekarelik plakçı (“Remix İhsan”) sayesinde tanışmıştım. Taçkın’ın albümü, 90’larda o küçük dükkanda plaktan kasede aktarılıp bizim eve gelmiş; “Beyaz Ev”, “Çaren Yok”, “Sevmek İstiyorum”, “Baba” gibi efsane parçaları, o zamanlar ilkokula giden bendenizin Sony Walkman’inden yıllar boyunca dinlene dinlene nota nota ezberlenmişti. Yine 90’larda Taçkın’ın Kalkan’da işlettiği otelde (kaset furyasıyla başlayan piyasaya hitap etme kaygısının istediği müziği yapmasının önüne geçmesindense müziği bırakmış; 1980’de arabasıyla geçerken çarpıldığı Kalkan’a yerleşip, Kalkan’ın ilk turizm yatırımlarını o yapmıştı) geçirdiğimiz bir tatil sırasında onunla tanışma fırsatı bulmuş; 6-7 yaşlarındaki bir çocuğun bütün parçalarını ezbere bilmesine çok şaşıran Taçkın’ın verdiği sürpriz konserle hayatımın en unutulmaz hediyelerinden birini almıştım. Gemilerde çalışan arkadaşlarına ısmarladıkları plaklarla rock&roll’la tanışmalarını; 50’lerde henüz 14 yaşında bir Deniz Harp Okulu öğrencisiyken Erkan Gürsal ve Durul Gence’yle kurdukları Türkiye’nin ilk rock&roll grubu “Genç Denizciler”le kız liselerinde kaçak konser verdikleri için aldıkları cezaları; müziğe devam edebilmek için isim değiştirdiklerini; yine müzik uğruna okulu bıraktığını; babası evlenmesine izin vermediği için Köln’e, Ford fabrikasına işçi olarak gitmesini de ilk defa burada dinlemiştim.
Durul Gence’nin yolunun Almanya’ya düşmesiyle bir süre orada da müzik yapmışlardı. Türkiye’ye dönmelerinin ardından Odeon’un yayımladığı üç 45’lik Almanya’da yaptıkları kayıtlardandı. Gence’yle yolları ayrıldıktan sonra 1967’de “Mühür Gözlüm” 45’liği gelmişti. 1975’te ise Onno Tunç’tan Neşet Ruacan’a, Garo Mafyan’dan Süheyl Denizci’ye müthiş bir kadroyla birlikte yaptıkları tek albümü…
Tolga Karaçelik’in “Kelebekler”inde herkesi çarpan Paul Anka uyarlaması “Baba”, “Öyle Bir Geçer Zaman ki”de kült mertebesine ulaşan “Beyaz Ev”, “Masum” ve “Aşk 101”de dinlediğimiz “Sevmek İstiyorum” hep bu albümden. Bu sayede genç nesillere ulaşan Taçkın, zamanın testinden sağ salim geçtiğini kanıtlamıştı. 70’li yaşlarını sürerken bile asla tükenmeyecek gibi görünen enerjisinin bittiğine inanmak çok güç. Ama çığır açan yorumculuğu, izlerken insanı avucunun içine alan müthiş karizması, özgürlük aşkı ve her şeyin ötesinde centilmenliği, insancıllığı, mütevazılığıyla hafızalarımızdan silinmesi imkansız.