1 Kasım 1928’de kabul edilen Latin alfabesi ile birlikte ç, ğ, ı, ö, ş, ü harfleri Türkçeye özgü olarak alfabede yer aldı. Yumuşak g (ğ) harfi de böylece Türkiye Türkçesine girdi. Bir metni sesli okurken belki “ğ”yi söyleriz ama konuşurken söylemeyiz, daha doğrusu söyleyemeyiz. Kendimizi zorlamamız gerekir ki bu da konuşmanın akışını bozar. Bir harfin okunamayışı!
Bizde “değil” sözcüğünün “değil, deel, deil, diğil, deyil, diyil, diil” olarak 7 farklı biçimde telaffuz edildiğini duyuyoruz. Bu yazının yazılma nedeni, son yıllarda yazılışı “değil mi” olan soru sözcüğünün, “diil mi” ya da “diyil mi” diye söylenmesi gerekirken; sunucusundan spikerine, gazetecisinden dizi oyuncusuna kadar hemen herkesin dilinde “di mi” veya “de mi” hâline gelmesi!
Sözcük başında bulunmayan, zayıf bir ses olması nedeniyle bulunduğu çevreden fazla etkilenen -genellikle iki ünlü arasında bulunur- ve farklı biçimlerde sesletilen yumuşak g (ğ) Türkçedeki en tartışmalı ünsüzdür. Alfabemizdeki harfler temsil ettikleri seslerle söylenirlerken, “ğ” harfi, fonetik özellikleri bakımından kendine yakın görünen g’ye “yumuşak” nitelemesi eklenerek okunur.
Yumuşak g (ğ) harfi aslında epey genç sayılacak bir harf. Orhun, Uygur, Karahanlı Türkçelerinde görülmediği gibi Eski Anadolu Türkçesi ve Osmanlı Türkçesinde de “ğ”ye rastlamıyoruz. 1 Kasım 1928’de kabul edilen Latin alfabesi ile birlikte ç, ğ, ı, ö, ş, ü harfleri Türkçeye özgü olarak alfabede yer almıştır. Yumuşak g harfi de böylece Türkiye Türkçesine girmiştir.
Dilbilimciler ve sesbilimciler arasında, yumuşak g’nin bir ses veya harf olup olmadığı tartışmaları yıllardır devam etmektedir. Prof. Dr. Mehmet Akif Kılıç ve Doç. Dr. Mevlüt Erdem, “Türkiye Türkçesindeki yumuşak g ünsüzünün fonetik analizi” (2008) adlı bildirilerinde, yumuşak g (ğ) harfinin iki ünsüz sesi gösterdiğini; bunlardan birinin arka damak ünsüzü olduğunu ve “ğı” sesini, diğerinin de ön damak ünsüzü olan “y” sesini verdiğini savunmuşlardır.
Yumuşak g bazı sözcüklerde dönüşüme uğramıştır. Prof. Dr. Muharrem Ergin Türk Dil Bilgisi (2009) kitabında, sözcüklerdeki yumuşak g’nin “v” şeklini almasının bazı araştırmacılar tarafından iki şekilde açıklandığını belirtir: “Birincisi “öğmek>övmek, döğmek>dövmek, güğercin>güvercin, güyegü>güveyi’ sözcüklerinde görülen g, ğ(y)>v değişimidir. İkincisi ise birincide olduğu gibi yuvarlaklaşmanın etkisiyle ‘koğmak>kovmak, oğmak>ovmak, kılağuz>kılavuz’ sözcüklerinde de görülen ğ>v değişimidir.”
Dilimizde yumuşak g söylenmez; çünkü ses estetiği bakımından kulağa hoş gelmeyen, geriden, gırtlağı zorlayarak çıkan bir sestir. Bunun dışında konuşmanın akışı içinde ğ’yi söylemeye kalkarsak bu akışı durdurmuş oluruz. Bunu söylemek yerine ya önceki ünlüyü uzatır ya ünlüler arasında kaynaştırır ya da kimi ünlüler arasında “y”ye dönüştürürüz. Çoğumuz bir metni sesli okurken belki ğ’yi söyleriz ama konuşurken söylemeyiz, daha doğrusu söyleyemeyiz.
Şair Metin Eloğlu’nun bu “sessiz sedasız” harfe adadığı kitabı meşhurdur. Şair dostları başta olmak üzere, çevresindeki isimlere ithaf ettiği şiirlerine yer verdiği Yumuşak G, alfabedeki tüm harfleri içerir.
Oğuz Atay da Tutunamayanlar’da “ğ”ye göndermeler yapar: “…İyi bir eğitim görseydi, başka bir insan olabilirdi belki. Noktalamaya dikkat ediyor. Biraz fazla virgül kullanıyor yalnız; benim gibi. Bazı kelimelerde imla yanlışları yapmış: ‘bazı’ yerine ‘bağzı’ yazmış. Birçok insan uzatmayı ‘yumuşak ge’ ile yapar…” Kullanıcıları sözcüğün doğru yazımının “bazı” olduğunu bilseler de Gezi hadiseleri döneminde üretilen unutulmaz duvar yazılarından biri, Oğuz Atay’a saygı duruşudur sanki: “Kahrolsun ba(ğ)zı şeyler!”