O esprileri, “müstehcen” konuşmaları yapan, karşısındakinin bütün kalıplarını alaşağı eden kişi Huysuz Virjin’di, gerçek biri değildi. Seyfi Dursunoğlu bütün abartısıyla gerçek olmadığının altını çiziyordu. Böylece gerçeğin bütün baskısından sıyrılma fırsatı verdi seyredenlere de… Cinselliği konuşamayan, konuşamadıkça daha da derinlere bastıran bir toplum, onun esprileriyle nefes aldı böylece. Hâtırası tesellimiz olsun.
Seyfi Dursunoğlu, nam-ı diğer Huysuz Virjin 17 Temmuz akşamı bu dünyadaki yolculuğunu tamamladı.
O andan başlayarak sosyal medyada bir duygu patlaması yaşadı. Arkasından söylenen güzel sözleri, kaybının yarattığı üzüntüyü görse o bile şaşırırdı muhtemelen; çünkü sadece bir insanın değil, başka bir “ülke ihtimali”nin de arkasından ağlıyordu pek çok kişi. Bir “drag queen”in (kendisi “zenne” sözcüğünü tercih ederdi kuşkusuz) ana akım medyada kendine yer bulduğu; çoluk-çocuk televizyon karşısına geçenlere kahkaha attırdığı; devlet büyüklerinin bile sivri esprilerden nasibini aldığı ve bu esprileri kahkahayla karşıladığı bir ülke ihtimali…
Arkasından en çok konuşulan, RTÜK tarafından ekranlardan men edilmesiydi. Gittikçe otoriterleşen, boğucu ve neşesiz bir ülkenin neyi kaybettiğinin simgesi gibiydi. Huysuz Virjin’in arkasından söze dökülenler, bir anlamda “eski Türkiye”ye ağıta dönüştü.
Mizahını, toplumun ikiyüzlülüğünü açığa çıkarmak üzerine kurmuştu. Bir erkeğin söyleyemediklerini sapsarı bir peruğa ve pırıltılı elbiselere söyletiyordu. Öyle bir bileşim yaratmıştı ki ne kadındı ne erkek. Aynı zamanda hem kadın hem erkek! Ona “travesti” diyenler de oldu ama o bunu hiçbir zaman kabul etmedi; Huysuz Virjin onun yarattığı bir roldü; bir kimlik değil. Konuşan, düşünen, espriyi hazırlayan hep Seyfi Dursunoğlu’ydu. Virjin’in görevi, Seyfi’nin önündeki engelleri kaldırmaktı.
Aslında kendini bildi bileli sahnede olmak istiyordu. Henüz 4-5 yaşlarındayken evde çiftetelli oynadığını anlatıyordu söyleşilerde. Hayatını anlatan Katina’nın Elinde Makası kitabında “Aile partilerinde; karılı kocalı, çoluklu çocuklu olunduğu zaman oynardım” diye anlatmıştı; “Bana tanıdık bir aile beyaz bir peruk verdi. Pek bir yakıştırırdım onu, böyle ‘cinalar’ (Gina Lollobrigida) yapar, saçları suratıma kıvırırdım”.
O kadar otoriter bir babası vardı ki, sahne sevdasını dile getirmeyi aklından bile geçirmedi. İlkokulu bitirdiğinde kalburüstü ailelerin çocuklarını gönderdiği Boğaziçi Lisesi’ne kaydoldu. Sonra “Bu kadar para vermeye ne gerek var?” diyen aile büyüklerinin babasının aklına girmesiyle Heybeliada Askerî Deniz Lisesi’ne gönderildi. Çocuklarının isteklerine kulak veren, mutlu olup olmadıklarını dert eden bir baba değildi onunki… O kuşağın çoğu babası gibi… Babasından dayak yemeyen tek kardeş olmanın gayreti içindeydi Seyfi Dursunoğlu; evden dışarı adım atmamak pahasına başardı da.
Askerî okulda kabus gibi geçen üç yılın ardından Haydarpaşa Lisesi’ni bitirip İstanbul Üniversitesi İngiliz Filolojisi bölümüne girdi. Babasının işleri kötü gidince okulu bırakmak zorunda kaldı; artık Sosyal Sigortalar Kurumu’nda memurdu. 18 yıl sürecek memuriyeti boyunca bir yandan da Beylerbeyi Kültür Cemiyeti’nde amatör Ramazan eğlenceleri düzenlerken hep başka bir hayatın hayalini taşıdı. Lafını sakınmayan, libidosu yüksek, gösterişli Huysuz Virjin karakterinin ilk tuğlası o cemiyet günlerinde atıldı. Kanto söylediği için eski kantoculardan Virjn’in adını aldı, huyu-suyu da sıfatını belirledi. Kapalı devre süren bu sahne hayatı katmer katmer açılmak için gün sayıyordu.
35 yaşına geldiğinde abisiyle ettiği büyük kavga onu evsiz bırakırken büyük bir özgürlüğün de kapısını araladı. Artık “Ne derler?”i bir kenara bırakabilirdi. 1969’da gelen teklifi kabul etti ve Huysuz Virjin, Kulüp 12 sahnesinde profesyonel oldu.
Yedi yıl süresince gece kulübü-SSK ikilemi sürüp gitti. Ne zaman ki Virjin ipleri tamamen ele aldı, Seyfi Dursunoğlu SSK’daki işinden istifa etmeye cesaret edebildi. Kulüp dolup taşıyordu her gece; sadece İstanbullular değil, başka şehirdekiler de onu seyretmek için geceyarısı Kulüp 12’ye geliyorlardı. Ancak tek kanallı dönemde onu TRT’deki programına çıkaran Öztürk Serengil sayesinde gerçek bir şöhret kazandı.
Yıllarca çektiği para sıkıntısından kurtulmuş, sahnede istediği şovu özgürce yapar olmuştu. Ancak bir bedeli vardı Huysuz Virjin olmanın. 2014’te Hürriyet’ten İzzet Çapa’ya verdiği söyleşide “Her şeyden önce özel yaşantımdan vazgeçtim” diye anlattı; “En büyük fedakarlığım budur. Ben de meyhaneye gidip kafayı çekmek, bardağı fırlatmak, azıp kudurmak isterdim. Ama hayır! Derli toplu yaşamak zorundaydım. Yaptığım işin icrası, Müslüman bir ülkede çok zor”.
Müslüman ülke Huysuz Virjin’i her haliyle bağrına basmıştı ama Seyfi Dursunoğlu aynı ayrıcalığın kendisine tanınmayacağının farkındaydı.
O esprileri, “müstehcen” konuşmaları yapan, karşısındakinin bütün kalıplarını alaşağı eden kişi, gerçek biri değildi. Bütün abartısıyla gerçek olmadığının altını çiziyordu. Böylece gerçeğin bütün baskısından sıyrılma fırsatı verdi seyredenlere de… Cinselliği konuşamayan, konuşamadıkça daha da derinlere bastıran bir toplum, onun esprileriyle nefes aldı böylece. Ta ki 2007’de dönemin RTÜK Başkanı Zahit Akman televizyon kanallarının yöneticilerine “Kadın kılığında erkek görmek istemiyoruz” diyene kadar.
Kronolojik olarak “Eski Türkiye”ye tekabül eden 1990’larda da Huysuz Virjin’in program yaptığı kanala cezalar gelmiş, dönemin Devlet Bakanı Işılay Saygın ona “terbiyesiz” demiş ve RTÜK’e şikayet edeceğini söylemişti. Ancak onu ekranlardan men etmek “Yeni Türkiye”nin icraatıydı.
Gün be gün neşesini kaybeden, eğlenmekten korkan, soluk renklerin galebe çaldığı bir ülkeden Huysuz Virjin gelip geçti. Hâtırası tesellimiz olsun.