Silahların susmadığı 1960’lar Kıbrıs’ında, her şeye rağmen müzik yapmakta ısrar eden Sıla 4 grubunun 4 Kıbrıslı Türk üyesi aynı zamanda barikatlarda savaşan mücahitlerdi. Üstelik bas gitaristleri, “koskoca liderin oğlu çalgıcı mı olmuş?” sözlerine kulak asmayıp gruba katılan, toplum lideri Rauf Denktaş’ın oğlu Raif Denktaş’tı. Müzik, siyaset ve trajedi.
The Lightnings topluluğu için 1963 son derece güzel geçmişti. Sene boyunca sinemalarda film aralarında verdikleri konserlerle, özellikle gençleri çılgına çevirmişlerdi. Elvis Presley, Cliff Richards, The Shadows, Buddy Holly, Neil Sedaka parçaları, bol gürültü ve saf rock’n roll…
Topluluğun üyeleri, henüz 3 yaşına girmiş olan Kıbrıslı Türk ve Rumların ortak devleti Kıbrıs Cumhuriyeti’nin başkentinde, Lefkoşa’daydı. Davulda Ferahzat Gürsoy, gitarlarda Yılmaz Kalfaoğlu ve Bedik Arakelyan, bas gitardaysa Jirayr Petrosyan. Yıllar sonra söylenenlere bakılırsa, 2’si Türk, 2’si Ermeni bu 4 genç Kıbrıs tarihinin ilk rock’n roll grubunu kurmuşlardı.
Ancak 21 Aralık 1963 gecesi başlayan ve tarihe “Kanlı Noel” olarak geçen toplumlararası çatışmaların ardından, Lefkoşa 1964’e mahalleleri ayıran dikenli tellerle, kum torbaları ve varillerle inşa edilmiş barikatlarla girdi. Yeşil Hat, ülkenin başkentini ikiye bölmüştü.
Bu hat sadece Lefkoşa’yı değil, The Lightnings’i de bölmüştü. Azınlığın azınlığı Kıbrıslı Ermeniler, başkentin göbeğinde birbirlerine giren Türklerle Rumların tam ortasında, bir nevi iki ateş arasındaydılar. Birinci dilleri Türkçeydi, Rumlardan çok Türklere yakındılar; ama bu büyük kavgada taraf olamayacak kadar azdılar. Kimileri Londra ve ABD’ye, kimileri de Erivan’a göç ederken The Lightnings’in iki Ermeni üyesi aileleriyle birlikte daha güvenli buldukları Güney Lefkoşa’ya taşındı. Geride kalan iki Türk üye içinse zor günler başladı. Artık baget ve gitardan çok silah tutmak zorundaydılar.
1964 boyunca Ferahzat Gürsoy ve Yılmaz Kalfaoğlu aynı mangada silah altındaydı. Günlerinin büyük bir bölümü pencereleri güneye bakan bir binada kurulan karargahta nöbet tutarak geçiyordu. Yılmaz’ın gitarı da yanındaydı; Ferahzat ona tempo tutarken, çalıp söyledikleri şarkılar Rum mevzilerine dek ulaşıyordu.
Bir süre sonra saksafoncu Ersin Örek aralarına katıldı. 3 kişi olmuşlardı ve şimdi bir bas gitarist lazımdı. Kendileri gibi hiç hesapta yokken silah kuşanmak zorunda kalan Süleyman İbrahim’i buldular. Provalar başladığında askerî karargahtaki müzikli gecelerin yankısı Bayrak Radyosu’na kadar ulaştı. Otomobil aküleriyle enerji sağlanan iptidai Bayrak Radyosu, “Kıbrıs mücahidinin sesi” sloganıyla Kanlı Noel’in çatışma ortamında, 25 Aralık 1963’te yayınlarına başlamıştı. Radyo yöneticileri herkesin bahsettiği bu müzisyen mücahitlere düzenli program yaptırmaya karar verdi. Grubun ismi de böylece kondu: “Bayrak Kuartet”.
Haftada 1 yayınlanan sadece 15 dakikalık “Bayrak Kuartet Sizlerle” adlı program sayesinde grubun ismi herkesçe bilinir oldu. Ardından genç müzisyen adayı Erdinç Gündüz gruba dahil oldu; Yılmaz Kalfaoğlu yerini kardeşi Aydın Kalfaoğlu’na devretti. 1966’ya gelindiğinde grubun performansı iyice yükselmişti.
En büyük sıkıntıysa askerlik hayatıydı. Hiç değilse radyo için kayıt yaptıkları ya da konsere çıktıkları günlerde nöbetten muaf tutulmak istediler ama bu kabul görmedi. Konserler sonrası ellerinde silahla nöbet yerlerine dönüyorlardı.
Bir yandan da günlük hayat her şey normalmiş gibi akmaya devam ediyordu. Erdinç Gündüz’ün o günlere dair şu anısı çatışma ortamının “tuhaflığını” gözler önüne seriyordu. Bir gün Lefkoşa’nın Rum kesimine geçmiş, sinemaya gitmişti. Sinemada bir Rum genç uzaktan el sallayıp selam verdi kendisine. Filmin arasında da yanına geldi, sigara uzattı, “Anlamadın mı kim olduğumu?” diye sordu. Aynı sinemada, aynı filmi izlediği, tanışsalar belki birçok ortak konuda konuşabilecekleri bu akranı genç, kimi yerde aradaki mesafenin 4 metrenin altına indiği Yeşil Hat üzerinde, aynı noktada ama Rum tarafında nöbet tutan askerdi!
1968’de grubun müzmin bas gitarist sorununu çözmek için Erdinç Gündüz’ün aklına çocukluk arkadaşı Raif geldi. Ancak Raif’in ufak bir problemi vardı: Toplum lideri Rauf Denktaş’ın oğluydu! Birkaç provadan sonra teklifi reddetti. Sokaklarda duyulan “Koskoca liderin oğlu çalgıcı mı olmuş?” fısıltılarından rahatsızdı. İkna çabası birkaç ay sürdü ve sonunda tarihe geçecek kadro Raif Denktaş’ın katılımıyla ortaya çıkmış oldu.
Grubun bu esas kadrosu, sonraki 2 yıl hem “Bayrak Kuartet” hem de “The Clan” adıyla Kıbrıs’ta yaşayan İngilizlerin de büyük ilgi gösterdiği konserler verdi. 1971’de bir plak yayınlama fikri çıktı. Kayıtlar Bayrak Radyosu’nda yapılacaktı. Bu arada Türkiye’de ortalığı sallayan “Anadolu Pop” akımı artık zirvedeydi. Bayrak Radyosu da yayınlarında bu tarz şarkılara yer veriyordu; Bayrak Kuartet üyeleri de Moğollar ve Kardaşlar’ın rock anlayışına yakındı. Ancak onlardan ziyade Modern Folk Üçlüsü gibi 3 ses vokallerin olduğu daha akustik bir müzikte karar kıldılar.
İlk plağın kayıtları yapıldı. Adanın tek plak yapımcısı olan Rum şirketi Keravno plağı basmayı kabul etti, ama masraflar gruba aitti. Para toplandı, kayıtlar plağın kalıpları için Yunanistan’a yollandı ve sonunda 2 bin adet kopya teslim alındı. Hepsi birkaç gün içinde satılıp bitecekti. İşin ilginç tarafı Keravno şirketi de plağı beğenmişti ve Rum tarafında dağıtmak üzere sayısı tam bilinmemekle birlikte plağı bir defa daha basmıştı.
İlk plağın yayınlandığı 1971’de grubun 3 üyesi davulcularını Kıbrıs’ta bırakarak üniversite için Ankara’ya taşındılar. Biraz gayret biraz şansın da yardımıyla işleri babasından devralan genç bir yapımcıyla tanıştılar. Kent Plak’ın sahibi Ümit Güner, Ankara’daki evlerinde şarkılarını canlı dinledi. Önce üç 45’lik, ardından bir long-play yapmayı teklif etti. Ancak iki şartı vardı: Bayrak Kuartet ticari açıdan iyi bir isim değildi. Şarkıları da Kıbrıs ağzıyla söylemeseler daha iyi olacaktı. İsim konusu o kadar dert değildi ama, Kıbrıs Türkçesi bir nevi kırmızı çizgiydi. Sonunda plakların bir yüzünün olabildiğince Türkiye Türkçesinde, diğer yüzünün kendi konuştukları gibi olmasında mutabık kaldılar. Gruba da yeni bir isim bulundu: Sıla 4.
İstanbul’da stüdyoya girdiklerinde öğle vakti başlayan kayıtlar ertesi sabaha dek sürdü. “Kıbrıs Gelini”, “Gelmedin”, “Ölüm Allah’ın Emri” ve “Yine Seni İsterim Ben” adlı 4 şarkı hazırdı. Grubun ilk 45’liği 1972’de ve diğer 2’si 1973’te piyasaya çıktı. Türk basını Kıbrıs meselesinin sürekli gündemde olduğu o günlerde bu Kıbrıslı gruba çok ilgi gösterdi. Üstelik grupta Rauf Denktaş’ın oğlu da vardı.
2. plakları çıktığında ortalığa bir söylenti yayıldı. Bu plaktaki “Gelmedin” adlı parça manidar bulunmuştu. Yolu gözlenen, ama bir türlü gelmeyen sevgiliye yazılmış bu aşk şarkısı, kimilerine göre Kıbrıs’a müdahale etmeyen Türkiye’ye bir sitemdi. Plağın toplatılacağı dedikodusu asılsız bir iddia olarak kaldı.
Ancak grup üyeleri, plakların baskı kalitesinden memnun kalmamıştı. Bir sonraki plağı yapmama kararı aldılar. Bu kez Diskotür firmasının sahibi Antuan Şoriz devreye girdi ve birlikte çalışmayı teklif etti. Diskotür için “Gariban” adlı bestelerini kaydederlerken, Şoriz stüdyoya girip “benim başka fikirlerim var” dedi. Şarkıların akustik değil, “elektriklendirilmiş” olarak, daha sert çalınmasını istiyordu. “Ama teçhizatımız, elektro gitarlarımız yanımızda değil” deseler de Şoriz, İstanbul Gelişim Orkestrası’ndan ricada bulundu, ne gerekiyorsa stüdyoya getirtti. Böylece Sıla 4’ün “Anadolu rock” tarzına en çok uyan plağı kaydedildi.
Antuan Şoriz’in planlarına göre yeni üç 45’lik için 1974 Temmuz’unda tekrar stüdyoya gireceklerdi. Ancak o plaklar hiçbir zaman kaydedilemedi. 20 Temmuz sabahı Türkiye Kıbrıs’a asker çıkardığında, Sıla 4 üyelerinin elinde gitarları değil tüfekleri vardı. Özellikle Raif Denktaş’ın, başındaki çelik miğferin altından uzun saçlarının sarktığı, elinde tüfekle Lefkoşa’daki bir mevziden ateş ederken göründüğü fotoğrafı akıllara kazınacaktı.
Savaşın çalkantısı sona erip hayat normalleştiğinde, grup üyeleri de kendi geleceklerinin kaygısına düşmüştü. Raif Denktaş, Oxford’da Siyasal Bilgiler yüksek lisansı yaptıktan sonra politikaya atıldı. Erdinç Gündüz ve Ferahzat Gürsoy, Bayrak Radyo ve Televizyonu’nda çalışmaya, Aydın Kalfaoğlu ise avukatlığa başladı. Grup üyeleri sık sık yeni şarkılar kaydetmek için sözleştiler. Ancak kimi kayıtlar yapsalar da bir daha biraraya gelemediler.
Grubun adından en çok söz ettiren üyesi, tartışmasız Raif Denktaş’tı. 1976’da henüz 25 yaşındayken babasının kurucuları arasında yer aldığı Ulusal Birlik Partisi listesinden seçilerek 1975’te ilan edilen Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisi’ndeki en genç milletvekili unvanını kazandı. Bir yandan da günlük gazete yayıncılığına girişmişti. İlginç bir çizgi izleyerek zaman zaman babasını da eleştiren politik çıkışlar yaptı. 1981’de partiden istifa etti, 1 yıl sonra Sosyal Demokrat Parti’yi kurdu. 1983’te KKTC’nin ilanı sonrası kurulan Kurucu Meclis’te partisinin temsilcisi olarak yer aldı. Kıbrıs’ın kuzeyinde 1974 sonrası kurulan sisteme itirazları vardı. Savaş sonrası ortamda zenginleşen kesimleri hedef alıyor, halkın ekonomik sorunlarını gündeme getiriyordu. Ancak daha dikkati çekici eleştirisi, Kıbrıslı Türklerin Türkiye’yle olan siyasi ilişkileri hakkındaydı. Bağımsız bir Kıbrıs Türk devleti kurulmasını destekliyordu; ama bu devletin Türkiye’den de bağımsız olmasından yanaydı.
1984’ün son günlerinde bazı muhalif Kıbrıslı Türk siyasetçilerle Kıbrıs’ın güneyinde Rum gazetecilerin düzenlediği bir toplantıda yaptığı konuşma, hem Kıbrıs Türk tarafındaki milliyetçi kesimlerde hem de Türkiye gazetelerinde şaşkınlık yarattı. Hitap ettiği Rum siyasetçi ve gazetecilere “Ben 1974’te size karşı savaştım, ama çocuklarımın sizin çocuklarınızla savaşmasını istemiyorum. Çocuklarımızın birer Kıbrıslı olarak yetişmesinden yanayım” şeklindeki cümleleri tepki çekti; 17 Ocak 1985’te yeniden başlayacak toplumlararası görüşmeler öncesi gündemin ilk maddesi haline geldi.
10 gün sonra 27 Ocak 1985’te Cumhuriyet gazetesinde “Kıbrıs’ın Geleceği ve Federasyonu Hazmetmek” başlığıyla yine dikkati çeken bir makalesi yayımlandı. Aynı yılın 9 Aralık günüyse Raif Denktaş adı Hürriyet ve Günaydın gazetelerinde beklenmedik bir şekilde yer aldı. MİT tarafından, o dönem yerleşen adıyla “Babalar Operasyonu” kapsamında sorgulanan organize suç örgütü lideri Behçet Cantürk, Avrupa’ya yapılan eroin sevkiyatında ortak çalıştıkları Raif adlı Kıbrıslı bir şahıstan söz etmişti. Basına yansıyan iddialar, bu kişinin Rauf Denktaş’ın oğlu Raif Denktaş olduğu yönündeydi. Raif Denktaş iddialara karşı yayımladığı açıklamasında şöyle diyecekti: “Büyük bir oyun oynandığını hissediyorum. Evim ve 2 eski arabamdan başka hiçbir maddi varlığım yoktur. Ama şerefli bir ismim, canımdan çok sevdiğim ailem, dostlarım ve bir görevim var. İfadeleri alanların, basına aktaranların kimler olduğu Türkiye Cumhuriyeti ilgili makamları tarafından iyice incelenmelidir. Türk yetkililerinden bu rezilliği ortaya çıkarmalarını beklemek, en doğal hakkımdır.”
İşin ilginç yanı, bu iddia hiçbir zaman soruşturma kapsamına alınmadı. Denktaş ailesinin açtığı dava sonucu, haberi yayımlayan gazeteler 50 bin lira tazminat ödemeye de mahkum edildi. Ancak Raif Denktaş mahkeme sonucunu öğrenemedi. 24 Aralık 1985 günü geçirdiği trafik kazasının ardından komadayken Ankara’ya nakledilecek, 2 gün sonra da 34 yaşında hayata veda edecekti. Otomobiliyle çarptığı aracın bir askerî kamyon olması kaza hakkında yıllar boyunca unutulmayacak bir şaibe oluşturacaktı. 19 yıl sonra 2004’te Türkiye’de yayımlanan Vatan gazetesiyle yaptığı söyleşide Rauf Denktaş, oğlunun istihbarat örgütü içerisindeki bir grup tarafından öldürüldüğünü ima edecekti.
Sıla 4’ün geride kalan üyeleri 2 yıl sonra 1987’de grup arkadaşlarını anmak için yıllar sonra ilk defa sahneye çıktılar. Raif Denktaş anısına yapılan konserler 1988 ve 89 yıllarında da tekrarlandı. Sonrası ise, yaklaşık 20 yıl sürecek bir suskunluk dönemiydi. Sıla 4 üyeleri 10 Mayıs 2007’de tekrar sahneye çıktıklarında, hiç beklemedikleri bir seyirciyle karşılaştılar. Şarkılara eşlik eden izleyicinin büyük kısmı, o şarkılar yapıldığında henüz doğmamış olan gençlerden oluşuyordu.