Kasım
sayımız çıktı

Sonumuzun başlangıcı mı? Hayır, bu yeni bir başlangıç

TEKNOLOJİK GELİŞME VE İNSAN / KORKU VE İYİMSERLİK

İnsanlar teknoloji karşısında hep ifratla tefrit arasında gidip geldi. Dokuma makineleri, işçileri korkuttu; matbaa ise elyazısıyla kitap çoğaltan yazıcıları. Bisiklet, tren, otomobil, uçak, telefon, elektrik, internet… Hepsi ilk ortaya çıktığında birbirine zıt bu iki tepkiye yolaçtı. Teknolojinin etkisini kısa vadede çok büyütüyoruz, uzun vadede ise küçümsüyoruz.

Dergimizin yayın yö­netmeni bana müjdeyi verdi: Artık çevirmen olarak mesleğim, tehlike altın­daki bir türe dönüşmüştü! Zira yapay zeka araştırma merkez­lerinden OpenAI’ın yeni açık­ladığı ChatGPT-4o, diğer başka marifetlerinin yanısıra bugü­ne kadar geliştirilmiş çeviri uygulamalarının da en iyisiydi. Gerçekten farkettim ki herkes çoktan ChatGPT’yi telefonuna indirmiş, çeşitli dillerde çeviri yapıp eğlenmeye başlamıştı.

Gerçi bir süredir yapay ze­kadan başka bir şey duymuyor­duk. Ancak bana en ilginç gelen, borsaların da coşması, yapay zeka şirketlerinin hisseleri­nin şaha kalkmasıydı. Öyle ya, dünyadaki hisse senedi piya­salarında yapay zekaya dayalı algoritmaların doğal zekalı borsacıları neredeyse geride bırakmaya başladığı günler­deydik. Belki borsada çalışan­ların mesleği de son günlerini yaşamaktaydı, tıpkı çevirmen­lerinki gibi…

Çevirmenler, borsacılar ve diğerleri… Korkmalı mıyız? Yoksa coşmalı mıyız?

Kapak-Dosyasi-Analiz-1
Ludditlerin kurmaca lideri Ned Ludd. 1812 tarihli gravür, The Metropolitan Museum Art’da sergilenmektedir.

Önümüzü görmek için geç­mişe baktığımızda, insanlığın her büyük teknolojik yeniliğe bu iki tepkiden birini gösterdi­ğini farkediyoruz. Kimilerine göre insanlığın sonu geliyor, kimilerine göre de insanlığın sorunları sona eriyor. Oysa bu iki öngörünün de doğrulanmadığını tarih bize gösteriyor. En mantıklı yorum belki de Amara Yasası. Amerikalı biliminsanı ve fütürist Roy Amara (1925- 2007) şöyle demiş: “Teknolo­jinin etkisini kısa vadede çok büyütüyoruz, uzun vadede ise küçümsüyoruz” (kimileri, Bill Gates de benzer bir cümle kur­duğu için buna “Gates Yasası” diyor.)

Gerçekten de Dolly (1996- 2003) adlı klonlanmış koyunu biraz çabuk unutmadık mı? Aradan geçen zamanda may­mun, köpek, kedi, kuş, deve, kurt, aklınıza gelen her türlü hayvan klonlandığı halde bu önemli buluşun nereye gittiği, Dolly’nin doğduğu gün kadar bizi ilgilendirmiyor. Unutma­yalım ki bisiklet, tren, otomobil, internet de ilk ortaya çıktıkla­rında büyük gürültü koparmış, servetler yatırılmış icatlardı ama, o sıralarda henüz po­tansiyelleri tam olarak ortaya çıkmamıştı. Aradan yıllar geçip her yere yayıldıktan sonra ise, aslında dünyayı değiştirmiş olmalarına rağmen, hayatın kopmaz birer parçası olarak ne­redeyse görünmez hale geldiler.

Teknoloji korkusu deyince, öncelikle İngiltere’de 200 yıl önce meydana gelen ve “Lud­dit” adı verilen işçi eylemle­rini düşünmek gerekir. Adını gerçekte varolmayan, efsanevi Ned Ludd adlı bir kahramandan alan bu eylemci işçiler, işleri­ni kaybedecekleri korkusuyla makineleri kırıp dökmüşlerdi. Bu eylemler, yakın tarihe kadar “gerici” bir hareket olarak algı­landı. Ancak tarihçiler artık bu basmakalıp inanışa şüpheyle yaklaşıyor. Geçmişe dönüp bu eylemleri didik didik araştıran günümüz tarihçileri, farklı bir manzarayla karşılaştı: Oriji­nal Ludditler, teknolojiye karşı olmadıkları gibi, bu yenilikleri kullanma becerisinden de yoksun değildiler. Çoğu, tekstil sanayiinde çalışan yetişmiş makine operatörleriydi. Kaldı ki, bir sanayi protestosu olarak makineleri kırmak ne onlar­la başlamıştı ne de onlarla bitecekti. İşçilerin sabolarıyla işyerlerini tahrip ettiği, “sabo­taj” kelimesinin kökenindeki eylemler, ücret ve çalışma ko­şullarını düzeltmeyi hedefleyen bir mücadele yöntemiydi.

Kapak-Dosyasi-Analiz-2
Alman ressam ve matbaacı Daniel Chodowiecki tarafından çizilen bir yüzyıl matbaası tasviri.

19. yüzyıl başında İngilte­re’de, Fransa ile bitmek bilme­yen savaş ve yayılan işsizlik, yoksulluğu bütün taşraya yay­mıştı. Gıda fiyatları durdurula­maz şekilde artıyordu. 11 Mart 1811’de dokuma sanayiinin merkezlerinden Nottingham’da İngiliz birlikleri, daha fazla iş ve daha iyi ücret isteyen bir pro­testocu kalabalığına saldırdı. O gece öfkeli işçiler, yakındaki bir köyde dokuma makinelerini kırıp döktüler. Ardından bu tür protestolar ülkenin en kuzeyine kadar yayıldı. Öyle ki parlamen­to, “makine kırma”nın cezasını idam olarak belirledi!

Kapak-Dosyasi-Analiz-3
Teknoloji hayranlığı 19. yüzyılın ikinci yarısında doruğa ulaştı. Dünya fuarları, yeniliklerin sergilendiği yerlerdi. Eiffel Kulesi, 1889 Paris Fuarı için yapılmıştı. 1933 Chicago Dünya Fuarı’nın diğer adı da “İlerleme Yüzyılı Uluslararası Sergisi”ydi. Serginin Art Deco posteri de bu gelişimi vurguluyordu.

2004’te tarihçi Kevin Bin­field’in editörlüğünde Writing of the Luddites (Ludditlerin Yazıları) başlıklı bir derleme yayımlandı. Kitap, İngiltere’nin üç ayrı bölgesinden bu pro­testolara katılan ve sanılanın aksine hiç de eğitimsiz olmayan Ludditlerin kaleminden çıkma bildiriler, mektuplar, gazete yazıları ve risalelerden oluş­muş bir derlemeydi. Binfield’e göre, 19. yüzyıl başında işçile­rin verimliliği her gün artan makinelerden korktuğu elbette doğruydu; ama “Ludditlerin kendilerinin makinelerle ilgili bir sorunu yoktu.” Onlar için asıl mesele, işverenlerin maki­neleri, standart emek uygula­malarının etrafından dönerek “sahtekarca ve yanıltıcı şekilde” kullanmalarıydı. Eylemciler, makinelerin bir çıraklık süre­cinden geçmiş eğitimli işçiler tarafından doğru düzgün ücret­ler karşılığında kullanılmasını istiyorlardı.

Harekete adını veren kurgu karakter Ned Ludd hakkında anlatılan efsanevi hikaye bile asıl sorunun başka bir yerde olduğunu gösteriyordu: Öyküye göre adı Ludd veya Ludham olan genç bir çırak bir dokuma tez­gahında çalışırken, şefi onu çok gevşek ördüğü için azarlamış ve “iğnelerini düzelt!” (makine belli sayıda iğneyle çalışıyordu) diye bağırmıştı. Bunun üzerine Ludd kızarak bir çekiç kap­mış, bütün makineyi tuzla buz etmişti…

Bu eylemler bittikten kısa bir süre sonra “Sanayi Devrimi”­nin sonuçları bütün toplumda tartışılırken, bazı entelektüel çevrelerde makineleşmeye karşı bir korku başladı. 19. yüz­yılın çok etkili İngiliz düşünürü Thomas Carlyle’ın sözlerine (1829) göre, “bir makine çağı”na girilmişti. Teknoloji, “düşünme ve hissetme biçimimizde müt­hiş değişimlere” yol açıyordu: “İnsanlar ellerinde olduğu ka­dar kafalarında ve kalplerinde de mekanik hâle geldiler.”

Kapak-Dosyasi-Analiz-4
Thomas Edison, 1878’de Edison Electric Light şirketini kurdu, 1879’da ampulü icat etti.

Bu hadiselerin İngiltere veya Avrupa’ya özgü olmadığını, bizim işçi tarihimizin de bir parçası olduğunu eklemeliyiz. Profesörler Yaşar Bülbül ve Rahmi Deniz Özbay, “Osmanlı İmparatorluğunda Teknolojiye Karşı Direncin İktisat Tarihi” adlı makalelerinde (2007), 1850’lerden 1910’lara kadar işçi eylemlerini taradıklarında benzer bir sonuca ulaştılar. Tekstil sektörü başta olmak üzere, bu kesimde yoğun olarak çalıştıkları için kadın işçilerin önemli rol oynadıkları olaylar­da; eğirme makineleri, tezgah­lar, mekanik taraklar saldırıya uğramıştı. Ancak olayların tamamının teknoloji karşıtı eylemler olmadığı, birçoğunun ücret ve çalışma koşullarıyla ilgili taleplerden ve işçilerin patlayan öfkelerinden kaynaklandığı anlaşılıyordu.

Kapak-Dosyasi-Analiz-6
Telefonun mucidi kabul edilen Graham Bell ve icat ettiği telefonunun tam bir replikası.
Kapak-Dosyasi-Analiz-5

Ludditleri temize çıkarsak bile, işsiz kalma korkusuyla çoğu insanın teknolojik geliş­melere tepki duyduğu gerçe­ğini unutamayız. Johannes Gutenberg 15. yüzyılda mat­baayı geliştirdiğinde, dünyada bilginin yayılmasında büyük bir değişikliğin ilk bebek adımı atılmış oldu. Matbaadan önce kitaplar yavaş ve pahalı bir şe­kilde elle kopyalanarak çoğaltı­lıyordu. Hayatını bu işi yaparak kazanan zamanın yazıcılarının (kopistlerin) nasıl bir tepki gösterdiğini tahmin etmek zor değil. 1492’de Alman rahip Johannes Trithemius, De Laude Scriptorum (Yazıcılara Methi­ye) adlı risalesinde şöyle yazdı: “Kardeşler, sakın ‘matbaa sana­tı bu kadar önemli kitabı aydınlığa çıkardığına ve ucuza dev bir kitaplık edinilebildiğine göre, elimizle kopya etmekle uğraşmanın ne anlamı var’ diye düşünmeyin. Emin olun, böyle söy­leyen adam sadece kendi tembelliğini örtbas etmeye çalı­şıyor demektir.” Tek­nolojinin insanlığı tembelliğe ittiğine dair bu iddiayı okudu­ğumuzda, hesap makinesinden sonra çarpım tablosu ezberle­menin anlamsızlaşacağı veya gelecekte yapay zeka nedeniyle doğal zekanın atalete düşeceği korkusunu hatırlamamak elde değil.

Sadece yazıcılar değil, dev­rinin en zeki insanlarından sayılan ünlü düşünürler bile matbaaya karşı çıkabiliyordu. Basılı kitaplar Avrupa’yı sardığı sırada bile, 1690’da ünlü düşü­nür, matematikçi ve biliminsa­nı Gottfried Wilhelm Leibniz, Fransa Kralı 14. Louis’ye yazdığı bir mektupta şöyle demişti: “Gittikçe büyüyen korkunç kitap yığını, yeniden barbarlığa düşmemize yol açabilir.” Burada da başlıca geçim kaynağı olan bilginin, fazla sayıda insan tarafından paylaşılmasından korkan bir entelektüelin tepki­sini görebiliriz.

Kapak-Dosyasi-Analiz-8
Harness’in elektrik çılgınlığı sırasında ürettiği “elektrikli korse” ilanı.

Telefon, insanların uzak me­safelerden iletişimini çarpıcı bir şekilde değiştirdi. Aslında Graham Bell’in bu icadı 1876’da kamuoyuna açıklamasından önce, 1862’de Alman biliminsanı Philip Reis, sesleri yayan bir alet geliştirmiş ve buna, bugün de kullandığımız gibi “tele­fon” adını takmıştı. New York Times gazetesi, Graham Bell’in icadının açıklanmasından sadece iki hafta sonra, Reis’in bu yeni icadını eleştiren bir yazı yayımladı:

“Ya Prof. Reuss (isim gazete­de yanlış yazılmış) kötü niyetle ve Avrupalı despotların kış­kırtmasıyla bütün Amerikan kentlerine telefon dağıtacak olursa? Ya Philadelphia’ya bile gitme zahmetine katlanmadan bütün Amerikan yurttaşlarına istediklerini dinletirse? 100. yıl kutlamalarından (ABD’nin ku­ruluşunun 100. yılı dolayısıyla Philadelphia’da bir dünya fuarı yapılacaktı) artık ne bekleye­biliriz? Prof. Reuss’un karanlık hedefinin bu olduğunu söyleye­meyiz ama, Londra Kulesi’ndeki İngiliz kraliçesinden kumarha­nesindeki Monaco prensine ka­dar bütün yabancı despotların ulusumuzun ilerlemesi ve refa­hı karşısında 100. yıl kutlama­larına telefonlarla saldırmak gibi bir komplo kurmaları hiç de imkansız değildir” (The New York Times, 22 Mart 1876).

Bize bugün komik gelen bu iddialar, günümüzde çeşitli dijital uygulamalarla dünyayı “kontrol etmeye” çalışan şu veya bu büyük güç karşısında duyulan korkuları hatırlatmı­yor mu?

Kapak-Dosyasi-Analiz-7
Bir uçan otomobil denemesi. New York’ta düzenlenen 1917 Pan-American Aeoronotik Sergisi’nde Glenn Curtiss’in tasarladığı küçük uçak.

Telefon korkusuna bir başka örnek daha: İsveç, 1880’ler­de telefonun hızla yayıldığı ülkelerden biriydi. Linköping Üniversitesi’ndeki teknoloji ve toplumsal değişim programını yöneten Prof. Lars Ingelstam’ın yazdığına göre, özellikle taş­radakiler bu gelişmeden pek memnun değildi. Köylerde çoğu yaşlı insan, elektrik şokuna uğrama korkusuyla telefona dokunmaktan çekiniyor veya tam tersine, romatizmaları varsa aynı şoklarla iyileşeceği umuduyla telefonların bulun­duğu köy dükkanlarına koşu­yordu. Ancak en büyük korku kötü ruhları çağırması veya en azından yıldırım çarpmasına yol açması korkusuydu. Kırsal kesimde halkın “telefon akro­batları” dediği işçiler direklere tırmanıp hat çektikçe, bazı çiftçiler doğrudan sabotaja başvurup telleri ve direkleri sö­küyor, köy kiliselerinde vaizler telefonu şeytan aracına benze­tiyordu. Lars Ingelstam’a göre, “Yeni teknolojiyle ilgili algıları zaman içinde yanlış çıktı diye bu insanlara aptal diyemeyiz.”

Aynı icat korkuya olduğu gibi coşkulu bir iyimserliğe, bütün sorunların çözüleceği duygu­suna da neden olabilir. Elektrik ampulünün bulunuşu, insanla­rın kısa süreliğine iyimser bir hezeyana kapılmasına örnek olarak gösterilebilecek bir hadi­seydi. 1878’de Thomas Edison, Edison Electric Light şirketini kurduktan hemen sonra, ABD bir elektrik fırtınasına tutuldu. Bu modadan yararlananlardan biri de Cornelius Bennett Har­nes’ın “elektrikli korsesi” oldu. Güya, manyetik çelik levhalarla yapılmış olan bu korse kadın sağlığına büyük yarar sağlayacaktı! Elektrikli korse, 1893’te yaratıcısının bir sahtekar olduğu ortaya çıkıncaya kadar kadınlar tarafından kapışıldı. “Elektrikli jartiyerler” de hem kadın hem erkeğe hitap eden bir başka icattı.

Kapak-Dosyasi-Analiz-9
Ford’un T model otomobili, Amerikan orta sınıfını bu yeni ulaşım aracıyla tanıştırdı. 1924’te fiyatı 290 dolardı (bugün 5 bin dolar civarında).

19. yüzyılın sonuna doğru, kullanıcılara elektrik şoku vermesi amacıyla çok sayıda ev aleti icad edildi. “Elektroterapi” aletlerinin en önemlisi olan diyotlarla döşeli “elektropa­tik kemer” doğrudan doğruya çıplak deriye sarılıyor, gün boyu kullananlara küçük şoklar veriyordu…

Kapak-Dosyasi-Analiz-10
Klonlandığı sırada çok meşhur olan koyun Dolly 2003’te öldükten sonra dolduruldu, şimdi İskoçya Ulusal Müzesi’nde sergileniyor.

Yeni buluşların büyük coşkuyla karşılandığı pek çok örnek var. Meslela Osmanlı İmparatorluğu’nda telgraf hatla­rının çekilmesini hatırlayalım. Böyle bir girişimin İstanbul’daki iktidar merkezinde nasıl bir heyecanla beklendiğini hayal edebiliriz: Artık en uzak vila­yetlerde olan bitenler anında başkentte öğrenilecek, merkez­den gönderilen emirler anında uzak köşelere iletilebilecekti. Öyle ki hatlar bağlandığında anıtlar bile yapıldı. Hayfa’da Hicaz demiryolları ve telgraf hatları için bir sütun dikildi. Şam’da Merce meydanındaki Telgraf Kulesi ise Raimondo d’Aronco tarafından tasarlan­mıştı; üzerinde telgraf hatları yarı kabartmayla resmedilmiş, sütunun tepesine ise minya­tür bir Yıldız Hamidiye Camii konulmuştu. Büyük bir altyapı yatırımının olduğu kadar, tek­nolojik bir yeniliğin de kutsan­masıydı bu sütunlar.

Kapak-Dosyasi-Analiz-11
Telgrafın Şam’a ulaşması üzerine Abdülhamid’in yaptırdığı Telgraf Kulesi.

Yeni icatlara bakarak gelecekle ilgili hayal kurmak veya öngörülerde bulunmak, yeniliğin uygulanma alanlarını genişletir ve başka icatların önünü açar elbette. Ancak her tahmin de tutmaz. Örneğin, Eugene Vidal’ın alay konusu olan “700 USD’lik uçak” pro­jesine bakalım. Amerikalı bir seçkin, olimpiyat atleti, hava­cılığın girişimci öncülerinden Eugene Vidal, 1930’larda ABD Havacılık Ticaret Bürosu’nun (bugünkü Federal Havacılık Dairesi’nin başlangıcı) başı­na getirildi. O tarih, ABD’de T modeli Ford otomobilinin orta sınıf için ulaşılabilir hale geldi­ği bir döneme denk geliyordu. Kasım 1933’te Eugene Vidal, Büro’nun yeni planını açıkla­dı: Uçak, artık T modeli Ford kadar sıradan bir kişisel ulaşım aracı hâline gelecek, 700 USD gibi bir fiyata satılacak, böy­lece gelecekte herkes evinin önündeki özel uçağına atladığı gibi istediği yere gidebilecek­ti. Büro, uçak üreticilerini bu proje için bir yarışa davet etti ama ortaya uygulanabilir bir sonuç çıkmadı. Zavallı Eugene Vidal 1969’daki ölümüne kadar hep “700 USD’lik uçak” projesi nedeniyle alaya alındı. Vidal’ın öngörüsü, gerçekleşene kadar yanlış diyebileceğimiz tahmin­lerden biriydi; çünkü gelecekte küçük kişisel uçakların ortaya çıkmayacağını kim kesinlikle iddia edebilir?

1980’lerde kişisel bilgisayar devrimi başladı. Jonathan Gat­lin’in Bill Gates:The Path to the Future adlı kitabında anlattı­ğına göre, o dönemde ABD’nin en büyük bilgisayar şirketle­rinden birinin, Digital Equip­ment Corporation’ın kurucusu ve CEO’su Ken Olsen cesur bir iddiada bulunarak şöyle dedi: “Her insanın evinde bir bilgi­sayarı olması için hiçbir neden yoktur.” Bilgisayarın öncülerin­den parlak bir mühendis ve bi­liminsanı olan Ken Olsen, artık bu talihsiz iddianın gölgesinde anılıyor.

Kapak-Dosyasi-Analiz-12
Günümüzün fiber optik kablolarından önce kıtaları birbirine telgraf bağladı. Atlas Okyanusu altından geçen ilk telgraf hattı 1866’da devreye girdi.

Sonuç olarak, bazıları malu­mun ilanı da olsa genellemelere geçelim:

Birincisi, teknoloji tarihi, arka arkaya birtakım icatların ortaya çıkış yıllarını (bazen günlerini) sıralamak değildir; çünkü bütün yeniliklerin arka­sında yıllara, yüzyıllara uzanan hayaller, çalışmalar, başarı­sızlıklar, deneyler ve şartların zorlamaları vardır.

Kapak-Dosyasi-Analiz-13
Avustralya’yı bir baştan diğer başa dolaşan telgraf hattı projesinde (1878) bir telgraf direği dikiliyor.

İkincisi, her yenilik bir buzdolabı, bir çamaşır maki­nesi, hızlı bir iletişim aracı gibi insanlığı daha rahat bir hayata kavuşturmaz. Birçoğu rad­yasyon ışınlarının kullanımı gibi iki tarafı keskin kılıçtır. Kimisi ateşli silahlar, nükleer bombalar, hipersonik balistik füzeler, gaz odalarında kullanı­lan siklon gazı gibi saf öldürme araçlarıdır. Birçoğu pastörizas­yon, tarım ilaçlarının bulunu­şu gibi kurtarıcı ve yardımcı, ama zaman içinde gıdaları ve toprağı bunlardan temizlemek için neredeyse deli gibi uğraş­tığımız gelişmelerdir. Kömür veya petrolden enerji üretmek müthiş buluşlardır ama, bugün onlardan kurtulmak için kendi­mizi geride kalmış yel değir­menleri devrinde çare (rüzgar enerjisi) ararken bulabiliriz. Bazı gelişmeler de klonlama ve yapay zeka gibi nereye çeksen oraya gidecek yeniliklerdir.

Üçüncüsü ve en önemlisi, eşitsizlikleri, yoksulluğu azaltan, herkese özgürlük getiren, refahı ve barışı sağlayan bir teknolojik mucize gelmemiştir. Tabii belki bir gün o da gerçekleşir. AI saye­sinde mi? Bilmiyoruz.