Galileo’nun ölüm yıldönümünde doğdu, Einstein’ın doğum gününde öldü. Doktorlar birkaç yıl ömür biçtiler ama hastalığına rağmen 76 yıl yaşadı. Uzay ve evrenin oluşumuyla ilgili çalışmaları, bilim alanında yeni bir çığır açtı.
İngiliz biyolog bir baba ile tıbbi araştırma merkezinde çalışan bir annenin ilk çocuğu dünyaya geldiğinde, Galileo’nun 300. ölüm yıldönümüydü. Stephen Hawking 8 Ocak 1942’de savaştan uzak durmak isteyen bir ailenin ferdi olarak Oxford’da doğdu. Annesinin aktardığına göre Hawking, çocukluğunda bilimle ilgili özel bir meraka sahip değildi. Gezer tozar, sosyalleşmeye derslerinden daha çok vakit ayırırdı.
Londra’nın 20 mil kuzeyindeki St. Albans şehrine taşındıklarında 8 yaşındaydı. Hayatındaki çelişkili durumlardan biri de, babasının onu bir tıpçı olarak yetiştirmek istemesine karşın onun gözünün matematikte olmasıydı. Nihayet kararını fizikten yana verdi. Oxford’da aldığı genel fizik eğitiminden itibaren, teorik fiziğe ait konulara dikkatini yöneltti. Hawking, buradan birincilikle mezun olup Cambridge’te doktoraya başlamadan kısa bir süre önce hastalandı. Doktorlar en fazla üç yıl yaşayacağını söylese de Hawking aslında hayata daha yeni başlıyordu. Önce evlendi (1965), sonra doktorasını yazdı (1966).
1975’ten beri zirvede
Stephen Hawking fizik ve kozmolojiye damgasını vuran makalesini 1975’te yazdı. 2007’de NASA tarafından Atlantik üzerinde bir jette, yerçekimsiz ortamda renkli bir görüntü vermişti (altta).
Belki de lisans öğrencisi Jane Wilde ile evlenmesinin önündeki yasal engel ‘zaten kısacık bir ömrü kaldı’ öngörüsüyle kaldırıldı. Fakat yaşama sımsıkı tutunan Stephen’ın “Hayatımın aşkı” dediği Jane Wilde’dan üç çocuğu oldu.
Yaşamının sonuna kadar çalıştı, çalıştı, çalıştı… Son makalesini 24 Temmuz 2017’de yayımlayıp 4 Mart 2018’de güncelledi.
Evrenin başlangıcı ve genişleme anını inceleyen “Genişleyen Evrenlerin Özellikleri” başlıklı doktora tezi, bugün dünyada en çok atıf alan doktora tezleri arasında. O bu tezi yazarken ALS hastalığı artık yürüme ve yazma yetisini elinden almaya başlamıştı. Kendi eliyle attığı son imzası doktora tezine oldu. Düğününe ve doktora savunmasına giderken baston kullandı.
20. yüzyılın ilk yarısında fizik bilimindeki gelişmeleri devam ettirdi; fikirleri ve hipotezleriyle bugünün fiziğini ve gökbilimini hazırladı.
Şüphesiz en az Einstein kadar renkli bir kişiliğe sahipti. Hastalığından kaynaklı ciddi rahatsızlığını hiçbir zaman hiçbir adımına ‘engel’ görmedi. Simpsons dahil birçok televizyon projesinde yer aldı.. 1990’ların bir “Star Trek” bölümünde Newton ve Einstein ile poker oynayan bir hologramı belirmişti. Popüler kültürden hiç uzak durmadı. Zamanın Kısa Tarihi kitabı listelerde yıllarca bestseller olarak kaldı.
Katıldığı kampanyaları ve makalelerini sosyal medya ile paylaştı. Hakkındaki biyografik filmde (The Theory of Everything – Herşeyin Teorisi) kendisini canlandıran ve bu oyunculuğuyla Oscar alan Eddie Redmayne’i çok beğendiğini de Facebook kanalıyla duyurmuştu.
Hiçbir döneminde politikaya angaje olmadı ama hayattaki gelişmeleri gözden kaçıran bir biliminsanı da değildi. Çoğu seçimde İngiliz İşçi Partisi’nin destekçisi olan Hawking, partinin son yıllarda radikal sola doğru ilerlemesindense rahatsızdı. Brexit’in Birleşilik Krallık için bir felaket olacağını düşünüyordu ve özellikle devlet sağlık sisteminin daha iyileştirilmesi gerektiğini savunuyordu. Sıkı bir savaş karşıtıydı. Vietnam Savaşı’na ve ABD’nin Irak işgaline sert açıklamalarla karşı çıkmıştı. 2004 yılında Trafalgar Meydanı’nda savaş karşıtı bir mitingde “savaş cinayettir, cinayetinse her türlüsü suçtur” çıkışı çok konuşulmuştu.
Ağır hastalığına rağmen yaşama sımsıkı bağlanmasına karşın ötenaziyi desteklemesi oldukça şaşırtıcıydı: “Çok büyük acılar çeken bireylerin acısız bir şekilde yaşamını sonlandırma hakkı olmalıdır”.
Hawking, kendi alanı dışındaki bilimsel meselelerle de ilgiliydi. Dünyadışı yaşamın insanlara düşünüldüğü kadar dost canlısı yaklaşmayacağını iddia etmesiyle sık sık gündeme geliyordu. Hawking aksine “yaşamın varlığını saklamamız gerektiğini” düşünmekteydi; zira dünyadışı akıllı yaşam ile insanlığın karşılaşmasını Batılı emperyal devletler ile Amerikan yerlilerinin karşılaşmasına benzetiyordu. Yapay zekâ çalışmalarına da karşı çıktı; internet erişimi olan bir yapay zekanın çok kolay bir şekilde insanların kontrolünden çıkıp bir tehdit oluşturabileceğini düşünüyordu. Nitekim konuşmasını sağlayan cihaz da bir yapay zeka değil, vücut kasları hareketiyle çalışan bir mekanizmaydı. Oynatabildiği sağ gözünün altındaki kası ile kelimeleri seçiyordu. Bilimsel çalışmalarında ise önce çeşitli denklemleri aklından çözümlüyor, sonrasında birlikte çalıştığı matematikçi arkadaşı Roger Penrose bu denklemleri kağıda geçiriyordu.
Hayvanların bilimsel deneyler uğruna öldürülmesini onaylayarak herkesi şaşırtmıştı. Gayet ‘gerçekçi’ bir tavırla Hawking, 1998 yılında bir konferansta “tıp alanında hayvan denek kullanılmamasını istemek saçmalamaktır” demiş, bu işlemin milyonlarca insanın hayatını kurtardığını belirtmişti. Din ve Tanrı hakkındaki fikirlerini de netlikle dile getirdi; her sorulduğunda tanrıtanımaz olduğunu açıkça söyledi.
2006’da ikinci kez, hemşiresi Elaine Mason’la evlendi. Jane Wilde’dan sonra bu ilişkisini de “tutkulu ve ateşli” sözleriyle nitelendirdi.
Stephen Hawking’in doğumgünü olduğu gibi, ölüm günü de nükteliydi. Albert Einstein’ın doğumgününde hayata gözlerini yumdu. Hastalığına rağmen bu kadar uzun yaşamasının sırrı, her zaman kendisini hayata bağlayan şeyler bulması ve çevresinde onu seven insanların olmasıydı.
HAWKING IŞIMASI
33 yaşında literatüre geçti
1975’te “Karadelikler Tarafından Parçacık Üretimi” makalesiyle, uzayın sır perdesini araladı. Hawking’in bilime katkıları…
Stephen Hawking’i dünyadaki en önemli kozmologlardan biri yapan 1975’teki makale, karadeliklerde “Hawking Işıması” adı verilen olayı ilk kez ortaya koymuştu. Buna göre karadelikler o kadar da “kara” değildi. Karadeliklerin kütlesi ve yükünün olduğu halihazırda biliniyordu. Hawking Işıması ise karadeliklerin aynı zamanda entropiye de sahip olduğunu, yani evrenin en boş dediğimiz kısmında bile birbirinin antisi olacak, birbirlerini sönümleyecek iki parçacığın bir anda oluşup hemen sönümlenmeyeceğini gösterdi. Böylece bir enerji kaybı oluşmuyor fakat birbirinden bağımsız iki cisim ortaya çıkıyordu. Parçacık çiftlerinden birinin karadeliğin merkezine düşmesi, diğerinin kaçması olağan oluyordu. Bu sayede karadelikler de ışıma yapıyordu. Bu durumun nasıl gerçekleştiği ise halen fiziğin gizemlerinden biri.
Einstein karadeliklerin varlığını ilk kez dünyaya bildirdiğinde, bu cisimlerin patlama sonrası ölmüş bir yıldızın kalıntılarının kendi içine çökmesini durduracak bir mekanizma olmamasından kaynaklığını belirtmişti. Einstein’ın “genel görelilik kuramı”, kütle, uzay ve zamanı birleştiren, bunları Newton mekaniği tarzı bir yaklaşımla sistematik hale getiren bir teoriydi. Hawking ise Einstein’ın yarattığı bu modelin içindeki çözülmemiş bir fenomen üzerine çalıştı. Genel Görelilik ve Kuantum’un prensiplerini tek potada topladı ve “Karadelikler Tarafından Parçacık Üretimi” başlıklı makalesiyle teorik fizikte çığır açtı. Einstein’ın “Tanrı zar atmaz” sözüne karşılık, karadelikleri öne sürerek “Tanrı zarları görülemeyecek yerlere atıyor” dediğinde, Einstein ile karşı karşıya getirilmişti.