Kasım
sayımız çıktı

Süper Mario binayı terketti…

MARİO LEVİ (1957-2024)

Mario Levi 31 Ocak’ta 67 yaşında ardında okuma hazzı veren onlarca eser bırakarak aramızdan ayrıldı. Romanlarında, öykülerinde İstanbul’u ve ‘az kalanlar’ı anlattı. Ölümünden sonra neden Türkçe yazdığını söylediği video çok paylaşıldı: İlk aşkımı hangi dilde yaşamışsam, sinirlenince hangi dilde sövüyorsam o dilde yazıyorum…

Fotoğrafına bakıyorum. “Gülümsüyorsun. Buruk, acı bir gülümseme bu, görüyorum. Hikayen başka türlüsüne izin vermiyor.” Sonra aynaya bakıyo­rum. Yüzümde senin gibi acıyı, aşkı, sindirmiş o mahcup gülüm­semeden eser yok.

Dediler ki Mario öldü. Ka­bullenememenin getirdiği bir sersemlikle aklımda oyunlar oy­nuyorum. Daha doğrusu “Benim istediğim küçük bir olasılığa, bir kez daha inanmak galiba.”

Biliyorum, “Mevsimlerin durduramadığı anlar vardır.” Bundan böyle anlatamayacağın masallar diyarının keyfini çıka­rırsın diye umuyorum ve ümidim odur ki “hiçbir şeyi dilediğince anlatamamış olmanın kırgınlığı sarmaz ruhunu. Çünkü sen an­lattın, hem de çok güzel anlattın.”

“Bir aşkı yaşayabileceğime kendimi inandırmak istiyordum ben.” İnandırdın, yaşattırdın.

“Hayallerimizden yana yaptığımız seçimler bizim hep kaderimizdir zaten.” Kaderimi kendi elime almamı ve ondan gocunmamamı sağladın.

Yanlış Tercihler Mahallesinin­ bir sakini olarak yaşadığım yeri sevmeyi öğrendim.

Kendimi sessize almayı da öğ­rendim sayende. “Bir çıldırmanın neresindeyim dersin? Suskunluk, evet.”

Ana dillerinden İspanyolca ve Fransızcayı bir kenara koyup, ilk aşkını yaşadığın, sokakta oyun oynarken kulladığın, içinden söverken en usturuplu küfürleri bulduğun Türkçe ile yazman bana çok şey anlattı: İçinde en do­ğal neyin varsa onu ortaya çıkar, onu sev, onunla gurur duy. Sana kaybettireceklerinden çekinme.

Amacım birtakım çocuklar gibi, senin gibi ardımdan gelenle­re yol açmak oluverdi. “O çocuk­lar yürümeyi, mayınlı tarlalarda öğrenmişlerdi.” O mayınlı tarlada bana açtığın yolda yürürken geridekilere bir iz göstermek için adımlıyorum hayatı.

Bana bıraktıklarınla avun­mayı öğreneceğim şimdi çünkü “Kitaplar… Ben en çok onlara güvendim.” Avunmak ve savun­mak birbiriyle bir hayli bonkör bir kafiye oluşturuyor. “Bazı gerçek­leri bilerek es geçmek de bir çeşit savunmaydı.” Savunduğun öz benliğindi, gerçekliğindi Türkçe­ye sarılarak. Bak! Ben de izinden geliyorum kör topal. Oğlum bü­yüdü, senin kitaplarının boyuna geldi neredeyse.

Dediğinde haklısın: “Yerleşik­liklerine sığınarak yaşayanlar ayrılıkları kolay kolay taşıya­mazlardı ki…” Sığındığım, yuvam bellediğim, içimde biriktirdiğim sözlerinden ayrılmasam da bes­lenmem için yenilerine ihtiyacım var. İşte buna alışmak, bu gerçeği taşımak kolay değil.

“Bir yere geri dönmek istiyor­san, ayrılırken arkana bak, derdi babaannem.” Baktın mı?

Baktıysan eğer, “Hayallerim, sözcüklerim ve tüm olabilirlikle­rimle çağıracağım seni.

Alıntılar, Mario Levi’nin Bu Oyun­da Gitmek Vardı, İstanbul Bir Masaldı, Bir Şehre Gidememek, Lunapark Ka­pandı, Bir Cümlelik Aşklar, O Pazartesi Eminönü, Size Pandispanya Yaptım eserleri ile Ayşe Böhürler ile yaptığı söyleşiden.

ardindan_mario_levi

FÜRUZAN (1932-2024)

En güzel öyküler için yaşadı

Eserlerinde ‘öteki’lerin, ezilenlerin, görmezden gelinenlerin hayatlarını anlatan Füruzan, bir süre Almanya’da yaşadı ve göçmen işçilerle ilgili çok sayıda eser de üretti. Füruzan için ‘yazınımıza göktaşı gibi düştü’ denmişti. Öyküden, romana, şiirden senaryoya kadar birçok alanda başarılı yapıta imza attı. Onlarla yaşayacak.

ardindan_furuzan

Türkçe edebiyatın en üretken ya­zarlarından Füruzan 11 Şubat’ta yaşamını yitirdi. Asıl adı Feruze Çerçi olan yazar 1932’de İstanbul’da doğdu. Erken yaşta tiyatro ile ilgilen­meye başladı. 1950’li yıllarda bir süre oyunculuk yaptıktan sonra tama­men edebî çalışmalara yöneldi.

Karikatürist Turan Selçuk ile evlendi. Bu evlilikten bir kızı oldu. Eserlerinde Füruzan adını kullandı, soyadı kullanmamasını ise şöyle açıklamıştı: “Ben o yıllar çok ünlü bir soyadı taşıyordum. Çok ünlü, çok saygıdeğer iki adamın kendi akılla­rıyla, emekleriyle ve yetenekleriyle ünlendirdiği saygıdeğer bir soyadıy­dı. Ben, o ünlenmiş soyadının bana sağlama ihtimali olan kolaylıkları­na hiç yanaşmak istemedim. Ben, yazarlığımın sınanmasını öyle bir şekilde tek başıma yapıp bu büyük addan yararlanmamalıydım.”

60’lı yıllarda çeşitli dergilerde yayımlanan öyküleriyle tanınmaya başlandı. İlk kitabı Parasız Yatılı ile Sait Faik Hikaye Ödülü’nü kazandı. Kuşatma ve Benim Sinemalarım adlı öykü kitapları yayımlandı.

Türkiye 12 Mart darbesinin yıkı­mını yaşarken Kırkyedililer adlı ro­manı yayımlandı. Darbe, 1968 kuşağı olarak bilinen kuşağın liderlerini katletmiş, işkence ve tutuklamalar yaygınlaşmıştı. Roman çoğunlukla 1947 doğumlu olan bu kuşağı anlatı­yordu ve büyük beğeni topladı. Artık adı Sevgi Soysal ve Adalet Ağaoğlu ile, edebiyatın güçlü kadın yazarla­rıyla birlikte anılıyordu.

Eserleri filmlere aktarılan Füru­zan, sinemayla da yakından ilgilendi. Benim Sinemalarım kitabını senar­yolaştırdı ve filmi kendisi yönetti. 1970’lerde bir süre kaldığı Alman­ya’da göçmen işçilerle ilgili çalışma­lar yürüttü. İkinci romanı Berlin’in Nar Çiçeği, Almanya’daki göçmen işçilerin hayatını konu edindi.

Değerli yazarımızı, Yapı Kredi Yayınları editörünün Parasız Yatı­lı’ya yazdığı önsözle uğurluyoruz: “Füruzan, sanki o güzelim öyküleri yazmak için yaşamıştır. Yazınımı­za ‘göktaşı gibi düştüğü’ onun için söylenir.”  

ALEKSEY NAVALNİ (1976-2024)

Rus muhalif hapishanede ‘öldü’

ardindan_navalni

Rusya’nın otokratik lideri Putin’e muhalefetiyle tanı­nan avukat, aktivist ve siyasetçi Aleksey Navalni’nin, 16 Şubat’ta 3 yıldır tutulduğu cezaevinde hayatını kaybettiği açıklandı. 47 yaşındaki avukat, aktivist ve siyasetçi, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in en önemli muhalifleri arasındaydı. Putin iktidarının yolsuzluklarına dikkat çeken Navalni, rejimin ülkeyi “bir tür feodal düzen”le yönettiğini ileri sürüyordu. Daha önce sinir gazıyla ze­hirlenen ancak hayatta kalan Navalni tutuklanmış ve 19 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Moskova’dan 1900 kilometre uzaklıktaki bir hapishaneye gönderilen Navalni’nin ölüm nedeni açıklanmadı; ancak gör­gü tanıklarına göre cesedinde morluklar vardı.  

SEVDA FERDAĞ (1942-2024)

Kimselere benzemeyen aktris

ardindan_sevda_ferdag

Aktris Sevda Ferdağ, 82 yaşında öldü. Usta yazar Selim İleri’ye göre “sinema ortamımızda salt kendisi olabilmenin mücadelesini veriyordu. Bütün gücünü, bütün sanatlık sezgisini, duyarlığını asıl bu mücadeleden almaktaydı.”

Türk sinemasının önde gelen oyuncularından Sevda Ferdağ, 17 Şubat’ta yaşama veda etti. 1942’de Balıkesir’in Edremit ilçesinde do­ğan Ferdağ’ın çocukluğu İstanbul’da geçti. Gerçek adı Lütfiye Dumrul olan sanatçı, 1958’de ilk filmi “O Günden Sonra”da rol aldığında henüz 16 yaşın­daydı. Sonradan gazeteci-yazar Mesut Kara’yla yaptığı bir röportajda “58’de sinemaya geldiğim zaman ilişkileri, sinemanın fukaralığını hiç sevmedim. Sinema parasızlık de­mekti, yalnızlık demekti” diyecekti.

Hemen ardından, yine oyuncu olan ablası Ferda Ferdağ’ın yanına Alman­ya’ya gitti. Burada bir süre modellik yapan Sevda Fer­dağ, aldığı sinema teklifle­rini geri çevirdi ve bir süre sonra İstanbul’a geri döndü. 1963’te Atıf Yılmaz’ın “Azrail’in Habercisi” ile tekrar sinemaya döndü. Bir yıl sonra Halit Refiğ’in “Gurbet Kuşları” filminde rol aldı.

Birçok sinema oyuncusu gibi, Yeşil­çam’ın krize girdiği dönemde Fahrettin Aslan’ın gazinolarında şarkıcılık yaptı. 200’e yakın filmde rol alan oyuncu, bir­çok ödül de kazanmıştı. Sevda Ferdağ, sinemayla ilişkisini anlatırken şöyle demişti: “Beni yıldız olmak hiç ilgilen­dirmedi, asla istemedim. Çünkü taviz vererek yaşamak istemiyordum. Her zaman özgür oldum. Ben yıldız olma­dım ama kendimi hep yıldız gördüm. Hiçbir sinemacıyı da suçlamıyorum. Ben sadece ‘niye iyi film yapmıyorlar’ diye suçladım. Sonra bunun bir ülke so­runu olduğunu anladığımda hepsi be­nim arkadaşım oldu. Ayrıca ben birini aşmaya çalışmaktan hoşlanmıyorum. Ben kendim olmaktan hoşlanıyorum. Yaptığım şu kadar filmle hâlâ Sevda Ferdağ isem bu önemli bir şey”.

Selim İleri, Hatırlıyorum kitabında Sevda Ferdağ’dan şöyle bahsediyor­du: “Usul usul fark ediyorum ki Sevda, herkesin başka bir kadın veya başka bir erkek olmayı denediği, bunun için var gücüyle çabaladığı sinema ortamımız­da salt kendisi olabilmenin mücade­lesini veriyordu. Bütün gücünü, bütün sanatlık sezgisini, duyarlığını asıl bu mücadeleden almaktaydı. Benzemek istediği hiç kimse yoktu. Beğenilmek, önemsenmek, alkış toplamak hiçbir zaman sorunu olmamıştı. Bireyliğini yaşamaktı seçeneği.”  

ALEV ALATLI (1944-2024)

Aydın ve muhafazakar…

ardindan_alev_alatli

Yazar Alev Alatlı 3 Şubat 2024’te 79 yaşında yaşamını yitirdi. Mene­men’de doğan Alatlı, ODTÜ’de ekonomi ve istatistik okuduktan sonra eğitimi­ne ABD’de devam etti. Burada kalkın­ma ekonomisinin yanısıra felsefe ve teoloji eğitimi aldı. Türkiye’ye döndük­ten sonra iktisatçılığından çok, yazı­larıyla da tanındı. Zaman gazetesinde köşeyazarlığı yaptı. Yaseminler Tüter mi Hâlâ (1985), İşkenceci (1986), Kadere Karşı Koy A.Ş. (1995) adlı romanları yazdı. Çok sayıda deneme, inceleme kitabı da bulunan Alatlı’ya Filistin lideri Yaser Arafat tarafından Özgürlük Ma­dalyası verildi. Alatlı, Aydınlanma Değil Merhamet eseriyle Rusya’da Şolohov Roman Ödülü’ne layık görüldü. Alatlı yazdıkları ve söyledikleriyle muhafa­zakar kesimlerin beğenisini kazanır­ken, siyasi iktidarla ilişkileri nedeniyle muhaliflerin tepkisini çekmişti.  

NİHAT FALAY (1941-2024)

İktisat dünyasının büyük kaybı

ardindan_nihat_falay

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’nde 1969-2008 ara­sında görev yapan Prof. Dr. Nihat Falay, Şanlıurfa’da doğdu. İlkokulu Diyarba­kır’da okuduktan sonra İstanbul’da Karagümrük Ortaokulu’nu ve 1961’de Vefa Lisesi’ni tamamladı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’nden 1965’te mezun olan Falay, 1969’da aynı fakültede öğretim üyesi yardımcılığı yaptıktan sonra, 1988’de “Doğu-Batı Toplumlarında Mali Sistem­lerin Gelişimi ve Özellikleri” adlı tezi ile profesör oldu. Eğitimciliğinin yanısıra üniversite öğretim üyelerinin örgüt­lenmesine de büyük katkı sundu. Anka­ra’da kurulan Tüm Asistanlar Derne­ği’nin (TÜMAS) İstanbul Şubesi kurucu üyelerindendi. Falay ardında şu eserleri bıraktı: Türkiye Ekonomi Bibliyografyası, İbn-i Haldun’un İktisadi Görüşleri, Prog­ram Bütçe ve Sıfır-Esaslı Bütçe Sistem­leri, Planlama-Programlama-Bütçeleme Sistemi ve Türk Program Bütçe Modeli, Maliye Tarihi, İstanbul Üniversitesi’nin Yabancı Akademisyenleri.

ERGUN HİÇYILMAZ (1942-2024)

Gazeteci, sporcu, uzman sahaf

ardindan_ergun_hicyilmaz

Ergun Hiçyılmaz 12 Şubat’ta yaşa­mını yitirdi. 1942 yılında Eskişe­hir’de doğan Hiçyılmaz, gazeteciliğe 1960’larda başladı. Akşam, Yeni Sabah, Yeni İstanbul, Günaydın, Fotospor, Tercüman, Güneş, Erkekçe, Nokta, Yankı, Hürgün, Takvim, Sabah gibi önde gelen gazete ve dergilerde çalıştı. Aynı zamanda bisiklet sporuyla yakından il­gilenen Hiçyılmaz, 1979-80 döneminde Türkiye Bisiklet Federasyonu başkanlı­ğı da yaptı (cenazesinde federasyondan hiçbir yetkili yer almadı). Çeşitli üniver­sitelerde gazetecilik üzerine dersler de veren Ergun Hiçyılmaz, tarih çalışma­larıyla da tanınıyordu. Hayli zengin bir kitap ve belge koleksiyonuna sahipti. Uzun yıllar Beyoğlu’ndaki Avrupa Pasajı’nda sahaflık yaptı. Edebiyatla da yakından ilgilenen gazeteci, spor tari­hine ilişkin çalışmalarıyla tanınıyordu. Koyu bir Fenerbahçeli olan Hiçyılmaz, tabutuna sarılan Fenerbahçe bayrağı ile uğurlandı.

GÜLÇIN AKSOY (1965-2024)

Sanatçı ve hocanın erken vedası

ardindan_gulcin_aksoy

Hem sanat üretimi, hem akademik çalışmalarıyla tanınan Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü Halı Atölyesi öğretim üyesi Prof. Dr. Gülçin Aksoy, genç yaşta İstanbul’da geçirdi­ği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversi­tesi mezunu olan Aksoy, 1993’ten ölü­müne kadar bu üniversitede öğretim üyesi ve yönetici olarak çalıştı.1990 ların başından itibaren aktif sanat üretimine devam eden Gülçin Aksoy, bireysel üretiminin yanında, kolektif olarak da bir çok sanatsal eylem içer­sinde yer aldı. Prof. Aksoy’un beklen­medik ölümü büyük üzüntü yarattı.