1968’de Londra’da kurulan ve o zamandan bu yana albümleri dünya çapında 100 milyonun üzerinde satan efsanevi rock grubu Deep Purple, dünya turnesi kapsamında 25 Haziran gecesi İstanbul’da da bir konser verecek. Daha önce de 1998 ve 2022’de Türkiye’de sahne alan 5 kişilik grubun 4 üyesi 75 yaşın üzerinde. Dünya ölçeğinde bir klasik…
Frank Zappa ve grubu “The Mothers of Invention”, 4 Aralık 1971 tarihinde İsviçre’nin Cenova Gölü kıyısındaki Montreux Casino binasında sahnedeler. Konserin yaklaşık 90. dakikasında çaldıkları şarkının adı “King Kong”. Grubun klavyecisi Don Preston tam solosunu tamamlamışken bir ışık huzmesi ortalığı aydınlatarak seyircilerin arasından ahşap tavana ulaşıyor ve tavandan dumanlar tütmeye başlıyor…
O günü yaşayan görgü tanıklarının yıllar sonra naklettiğine göre, salondakilerin çoğu, başlayan yangını şovun bir parçası sanarak büyük bir sakinlikle karşılamıştı. Hatta sahnedekiler bile. Vokalist Howard Kaylan, Arthur Brown’ın 1968’de listeleri kasıp kavuran, rock tarihinin en büyük hitlerinden “Fire” şarkısına ithafen “Ateş! Arthur Brown’un ta kendisi değerli izleyiciler!” diye bağırmıştı. Dünyanın hâlen en saygın müzik organizasyonlarından biri olan Montreux Caz Festivali’nin kurucusu ve direktörü Claude Nobs’ın açıklamalarına bakılırsa, konser salonu yangın öncesinde de zaten hayli “dumanlı”ydı ama, ortamda Allah’tan aklı başında bir insan vardı: Frank Zappa (1940-1993).
Yaratıcılığı, yetenekleri, entelektüel birikimi başta olmak üzere her konuda dönemin hippi kültüründen farklı ve ayık bir kişilik olan Zappa’nın, son derece sakin bir tonlamayla “Bayanlar-baylar, küçük bir sorunla karşı karşıyayız. Şimdi lütfen herkes sakince salonu terketsin” anonsu yapması olası can kayıplarının önüne geçmişti.
Görkemli tesisi küle çeviren yangın, o gün o konserde izleyiciler arasında olan bir başka efsanevi rock grubu sayesinde dünya müzik tarihinin en ilginç olaylarından biri olarak anımsanmasına yol açacak bir şarkıyı ortaya çıkaracaktı: “Smoke on the water, fire in the sky…” (Suda duman, gökyüzünde alev…)
1968’de Londra’da kurulmuştu Deep Purple. 1971’e gelindiğinde tam 5 albüm çıkarmış bir gruptu. Başlarda, dönemin “saykodelik” tarzına daha yakın bir duruşları vardı. 1968’de yayınladıkları “Shades of Deep Purple” adlı ilk albümlerinde grubun sonraki yıllarda günümüze dek konserlerinin değişmez parçası olacak ilk büyük hitleri “Hush” da yer alıyordu. Gitarda Ritchie Blackmore, davulda Ian Paice, klavyede John Lord, vokalde Rod Evans ve basta Nick Simper’dan kurulu kadro, 3 ay geçmeden ikinci albümleri “The Book of Taliesyn”i kaydetti. Bunu 1 yıl sonra kendi adlarını verdikleri “Deep Purple” albümü izledi. 3. albümde, 10 dakikayı aşan süresiyle “April” parçası dikkati çekiciydi. Yaylıların ve nefeslilerin dahil olduğu, klasik müzikle rock’ın bir araya geldiği bir çalışmaydı.
Blackmore ve Lord sadece klasik bestecilere hayranlık duyan rock müzisyenleri değillerdi; aynı zamanda aldıkları eğitim sayesinde bu alanda da yetkin isimlerdi. Yine Lord’un girişimiyle grup, aynı yıl bir de The Royal Philharmonic Orchestra eşliğinde “Concerto for Group and Orchestra” albümünü kaydederek müzik dünyasını şaşırtacaktı. Bu albüme gelindiğinde kadroda yapılan iki değişiklikle vokale Ian Gillian, bas gitaraysa Roger Glover dahil olmuştu. Bu 5’li, grubun yıllar içinde bazı değişikliklerine uğrayan kadrosunun ticari olarak en başarılı olan ve aynı zamanda sadık dinleyicilerin en çok beğendiği hâliydi.
1970’de “Deep Purple in Rock” ile “hard rock”a kaydılar. Montreux’yü ziyaret ettikleri 1971’deyse 5. albümleri “Firewall”un ardından hiç hız kesmeden bir sonraki yılın albümü için kayıt yapmaya karar vermişlerdi. Bu iş için de Rolling Stones grubunun kullandığı gezici mobil stüdyoyu kiralamışlar ve Montrex Casino’nun otoparkına parketmişlerdi. Frank Zappa ve The Mothers of Invention konserinde de salondaydılar.
Anlatılanlara göre her şeyin başlangıcı, izleyicilerden birinin cebinden çıkardığı işaret fişeği tabancasını ateşlemesiyle başlamıştı. Deep Purple’ın solisti Ian Gillan yıllar sonra bu hadise kendisine sorulduğunda, omzunun üzerinden parlak, fosforlu bir ışığın geçip tavana yükseldiğini gördüğünü anlatacaktı. Konser öncesi, o dönemde henüz ayakta konser geleneği tam olarak başlamamış olmasına karşın salondaki sandalyeler kaldırılmıştı. Yangın sonrası yapılan tüm değerlendirmelerde, bu tesadüfi uygulamanın salonun hızlı bir şekilde, paniksiz boşaltılmasında çok işe yaradığı ortaya çıkacaktı.
Bir an önce canını kurtarma peşine düşmek yerine bir itfaiyeci gibi herkesin sağ-salim tahliye edilmesi için çabalayan organizatör Nobs ise; en çok seyirciler arasında sızıp kalanlar olabileceğinden ve olan biteni farkedemeden yanıp gideceklerinden korktuğunu söyleyecekti.
Deep Purple üyeleri yangının ardından kendilerini otel odalarına atmışlardı ama Montreux Casino’dan yükselen dumanlar odalarına kadar ulaşıyordu. İtfaiyenin müdahalesine karşın binadan alevler yükselmeye devam ediyordu. Dumanlar bir sis tabakası gibi gölün yüzeyine çökmüştü. Manzarayı izlerken grubun bas gitaristi Roger Glover aynı cümleyi birkaç defa tekrarlayınca, rock tarihinin en klasik parçalarından birinin nakarat cümlesi ortaya çıkıvermişti: “Smoke on the water / Fire in the sky…”
Ertesi gün solist Ian Gillan ve Roger Glover kafa kafaya verdiler ve şarkının gerisini kaleme aldılar. Sözler son derece basit bir şekilde olan biteni anlatıyordu:
“Tam takım geldik Montreux’ye / Cenevre gölünün dibinde / Mobil stüdyomuzla kayıt yapma peşinde / Zamanımız da hayli kıttı / Frank Zappa ve The Mothers / En kıyak yerdeydik / Ama işaret fişeği tabancalı bazı salaklar / Mekanı kül edip gittiler / Suyun üstünde duman, gökyüzünde alev / Kumarhane yandı gitti…”
Şarkıda dendiği gibi, grubun zamanı gerçekten kıttı. Yeni kayıtlar için anlaşma imzalanmış, plak şirketi kaydın Cenevre’de yapılması için razı edilmişti. Ancak Casino’nun kullanılamayacak hâle gelmesi büyük meseleydi. Şarkının devamında alevlere karşı kahramanca mücadele eden organizatör Claude Nobs’u da unutmadan işin bu kısmına girmişlerdi:
“Funky Claude bir içerde bir dışardaydı / Salondaki çocukları çekip çıkarmaktaydı / Her şey olup bittikten sonra / Şimdi yeni bir mekan bulmamız lazımdı / İsviçre saati çalışıyordu / Yarışı kaybediyorduk…”
Claude Nobs, bu defa da grubun imdadına yetişecekti. Kayıt yapabilecekleri yeni bir salon buldu ama, provaların daha başında salonun bulunduğu otelde kalanlardan öyle bir şikayet yükseldi ki, polis zoruyla tahliye edildiler. Nobs bir dafa daha iş başındaydı. Yakınlardaki Grand Otel’i ayarladı bu defa. İlahi bir şans gülmüştü grubun yüzüne: Her ne hikmetse otel o günlerde tamamen boştu. Yine de tedbir elden bırakılmadı; oteldeki yatak, döşek kullanılarak iptidai bir ses yalıtım önlemi alındı:
“Grand Otel’e kapağı attık / Boş, soğuk ve çıplaktı / Birkaç ışık ve üç beş yatakla / Terimizi atabileceğimiz kadar bir yer yaptık…”
“Smoke on The Water”, kaydediliş biçimi ve anlattığı hadise sebebiyle müzik tarihinde ilgi çekici bir yere sahip olması için gereken her şeye sahipti. Ancak ilginç bir şekilde hikayede bundan daha fazlası da vardı: Grubun gitaristi Ritchie Blackmore’un şarkı bestelenirken kullandığı gitar “riff”i. Bir rock gitaristi olma hayaliyle eline ilk defa gitar alanların bile birkaç denemede tekrarlayabileceği basitlikteydi. Ancak bu sadeliğinin yanında, şarkının girişi akılda kalıcılığıyla rock tarihinin en ikonik gitar “riff”lerinden birine dönüşecekti.
Blackmore’un etkileyici ve dahiyane bulunan bu sisteminin ardındaysa, aslında müzik tarihinin en büyük bestecilerinden birinin payı vardı: Ludwig von Beethoven. Beethoven’ın en bilinen eserlerinden 5. Senfoni’nin girişi, “Smoke on The Water”ın girişini yazarken kendisine ilham kaynağı olmuştu. Yine kendi ifadesine göre, senfoninin ilk notalarının dizilişini tersine çevirerek çalmış ve tüm dünyada herkesi çok etkileyen gitar “riff”ini o şekilde ortaya çıkarmıştı. Şarkı, grup Montreux’yü terketmeden 1 gün önce kaydedildi. Albüm yayımlandığında Billboard 45’likler listesine 4. sıradan girdi; tüm dünyada büyük bir satış rakamına ulaştı.
Bu büyük başarıya karşın, grup içi huzursuzluklar had safhadaydı. Çoğunlukla birlikte hareket eden Gillan ve Glover grubu terkettiler. Yerlerine Deep Purple’da yaptığı kariyerin ardından “Whitesnake” adını verdiği topluluğuyla tanınacak David Coverdale ve basçı Glen Hughes geldi. Bir yıl sonra Blackmore da gruptan ayrılınca, Deep Purple 1984’e kadar sürecek bir sessizliğe gömüldü. O yıl yeniden biraraya gelen “rüya takım”, 1993’e dek aynı sahneyi paylaşmaya devam etti. Sonunda topluluğun en kaprislisi olarak ün yapan Blackmore bir daha dönmemek üzere kendi yoluna giderken, 2012’de klavyeci John Lord da 71 yaşında öbür dünyaya göçetti. Kuruluşunun üzerinden 56 yıl geçmiş olmasına rağmen, topluluk günümüzde hâlen sahnelerde. Esas kadrodan Ian Gillan (78), Roger Glover (78) ve Ian Paice’in (76) yanında, klavyelerde Don Airey (75) ve gitardaysa grubun yaş ortalamasını düşüren en genç elemanı olarak 45 yaşındaki Simon McBride var.
Temmuz ayında çıkacak 23. stüdyo albümleri “=1”in dünya turnesi kapsamında, bu ay (25 Haziran gecesi) İstanbul’da da sahne alacaklar. Gruptan daha önce Türkiye’ye ilk gelen solist Ian Gillan’dı. Türkiye’nin dünyaca tanınmış rock yıldızlarının konserlerine henüz alışkın olmadığı bir dönemde, 30 Ocak 1992’de İstanbul Lütfi Kırdar Spor Salonu’nda sahneye çıkmıştı. Gillan o yıl yayımlanan solo albümünden şarkılar seslendirirken, Deep Purple klasiklerini, özellikle de “Smoke on the Water”ı söylemeyi de ihmal etmemişti. Gillan 6 yıl sonra İstanbul’a bu defa Deep Purple ile birlikte geldi. Grubun esas kadrosundan bir tek Ritchie Blackmore eksikti, onun yerine gitarda Steve Morse vardı. 2019’da biletleri satışa sunulan üçüncü konserse Covid 19 talihsizliğine uğramış ve sürekli ertelenerek 2022’de yapılabilmişti.
Hem topluluğun hem de rock müziğin tarihinde unutulmaz bir yeri olan Montreux Casino’ya tekrar dönersek…. 4 yıllık bir suskunluğun ardından 1975’te yenilenmiş hâliyle tekrar hizmete açıldı ve bugün de varlığını sürdürüyor. Günümüzde Montrö’yü ziyaret edenlerin en çok uğradıkları yerlerden biri ise, organizatör Claude Nobs’un adını yaşatan Funky Claude’s Bar. Mekanın duvarlarına kendisinden “Funky Claude” diye bahseden “Smoke on The Water”ın o meşhur girişinin dev notaları çizili. Nobs, 1973’te Ertegün Kardeşler’in plak şirketi Atlantic’in İsviçre sorumlusu oldu. Aynı zamanda Ahmet Ertegün’ün maddi ve manevi büyük desteği sayesinde Montreux Caz Festivali’ni dünyanın en saygın müzik organizasyonlarından biri hâline getirdi; 2013’te 77 yaşında hayata veda etti.
“Smoke on The Water” şarkısıysa, hâlen dünyanın en çok yorumlanan rock parçası olarak her gün dünyanın dörtbir yanında radyolarda duyuluyor, dinleniyor. Grubun devam eden dünya turnesinin uğradığı tüm şehirlerde olduğu gibi İstanbul’da da daha ilk notası duyulur duyulmaz büyük alkış alacağına şüphe yok.