Kasım
sayımız çıktı

Taksim meydanına cami: ‘Bölgeye İslâmi mühür’

Taksim’e cami inşa edilmesiyle ilgili ilk hamle, 1951’de o dönemin Türkiye Anıtlar Derneği’nce yapıldı. Üstelik bu cemiyet, caminin bugünkü gibi “oldukça büyük” olmasını ve yine bugün bulunduğu noktada yapılmasını da yazılı olarak önermişti! O tarihten günümüze Taksim meydanına cami yapma girişimleri, belediye-siyasi iktidarlar-siyasi liderlerin tutum ve demeçleri.

Taksim Camii, bilindiği üzere 28 Mayıs 2021 ta­rihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katıl­dığı bir törenle açıldı. Kamuoyu Taksim Camii’nin epey bir süre­dir ülke gündeminde olduğunu biliyor. Taksim’e cami yapmak aynı zamanda eski zamanlardan beri Pera’ya, yani şehrin “öteki­si” olarak algılanan kent silueti­ne damga vurmak açısından da muhafazakar iktidarlar tarafın­dan önemseniyordu.

Cami projesi, 28 Şubat sü­recinde Necmeddin Erbakan’ın iktidarına mâl olan en kritik ge­lişmelerden biriydi. Erbakan, 26 Ocak 1997’de Taksim’deki iftar çadırını ziyaret etmiş ve burada yaptığı açıklamada Taksim Ca­mii’nin temellerinin 27 Mart’ta atılacağını söylemişti. İlerleyen yıllarda Taksim Camii meselesi uzun bir süre gündeme gelme­di. Yakın zamanda ise AK Parti yönetimi bölgede yeni bir pro­jeyi gündeme aldı. Prof. Dr. Ah­met Vefik Alp’e hazırlatılan ve “Taksim Cumhuriyet Camii & Dinler Müzesi Projesi” adını ta­şıyan teşebbüs, yeni tartışmaları da beraberinde getirdi. Projenin “Uluslararası Mimarlar Birliği Ödülü”ne layık görülmesi de bu bağlamda farklı yorumlara se­bep oldu. Cami için karar kılınan mekan, meydanda bulunan su deposunun arkasındaki araziydi.

Asıl ilginç olan ise Taksim’de camii projesinin pek çoğumu­zun sandığı gibi 25 yıllık bir hi­kayeden ibaret olmaması. Tak­sim Camii’nin öyküsü Demok­rat Parti iktidarının ilk yıllarına, 1951’e kadar gidiyor.

Fransız şehircilik uzmanı Prost’un Taksim meydanını planlarken Aya Tirada Kilisesi’ni esas alması eleştirilir, ama Prost aynı yaklaşımı Eminönü’nde camiler için uygulamıştır.

Taksim’de bir camiye ihtiyaç olup olmadığı tartışmaya açıktır. Kanaatime göre böyle bir yapıya ihtiyaç da bulunmaktadır. Zira İstiklal Caddesi’nin başında bu­lunan Taksim Mescidi ve cad­denin ortalarında bulunan Ağa Camii, ibadet ihtiyacına cevap vermenin uzağındadır. Ancak tartışmanın bu denli kitlenme­sindeki asıl sorun, buradaki ca­minin meydanın siluetinde bı­rakacağı etkidedir. Zira Taksim meydanında hâkim olan unsur­lara bakıldığında, Canonica’nın elinden çıkan “Atatürk Heykeli”, Tek Parti döneminde kamusal hayata eklemlenen “Taksim Ge­zisi” ve yine meydana hâkim tek dinî yapı olan “Aya Triada Kili­sesi” hemen dikkati çekiyordu. Hasılı tüm bu sayılan mekan­lar, muhafazakar kesimin bazı bireylerince “bölgede İslâmî bir mührü zaruri kılıyor”du.

Türkiye Anıtlar Derneği’n­ce 11 Temmuz 1951’de kaleme alınan bir dilekçenin muhatabı, İstanbul valisi ve belediye baş­kanı Fahreddin Kerim Gökay’dı. Dernek, kaleme aldığı dilekçe­de Taksim Meydanı’nda yeni bir caminin temellerinin atılması­nı ister. Buna gerekçe olarak da Şişli’den Ağa Camii’ne kadar bel­li başlı bir cami olmaması göste­rilir. Ancak bu cami, alelade bir mabed olmamalıdır; yani amaç sadece Müslümanların ibadet ihtiyacını karşılamakla sınır­lı değildir. Derneğin dilekçesi­ne göre yeni cami, çift minareli ve Şişli Camii’nin en az 2-3 katı büyüklüğünde olmalıdır. Bunun için de 3-4 milyon lira arasında bir meblağ gözden çıkarılmalıdır.

Dilekçede Demokrat Par­ti iktidarına kadar İstanbul’un imarı ile bizzat ilgilenen Fransız şehircilik uzmanı Prost’a da atıf yapılır. Prost, Taksim meydanı­nı planlarken Aya Tirada Kili­sesi’ni esas almış ve bu kilisenin etrafını istimlak ederek yapının haşmetini meydana çıkarma yo­luna gitmiştir. Bu durum üstü kapalı olarak eleştirilmektedir (Ancak unutulan bir şey vardır ki aynı Prost, bunu bir Hıristi­yanlık telakkisi ile yapmamış; benzeri şekilde Eminönü’nde Yenicami, Bayezid Camii, Süley­maniye, Sultanahmet Camii gibi yapıların da bu suretle görünür olmasına çalışmıştır). Dilekçe sahipleri Taksim’deki mevcut durumun “meydanın bir İslâm mabedi ile tezyinini zorunlu kıl­dığı” fikrindedir.

Meydanda Cuma Taksim Camii, 28 Mayıs 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı bir törenle açıldı. Törene katılanların meydanda kıldığı cuma namazının fotoğrafları tarihe geçti.

Peki mabedin yeri neresi ol­malıdır? Dilekçe sahiplerinin ilk aklına gelen Taksim Parkı’nın “münasip bir mahal” olacağıdır. Eğer bunda sakınca görülürse o zaman da Sular İdaresi’nin yi­ne meydana bakan su deposu ve çevresindeki arazi bu işe tahsis edilebilir. Cemiyet, bu iki seçe­neğin de kabul görmemesi duru­munda üçüncü bir teklifi daha gündeme getirir. O da Taksim’de belediyeye ait arsalardan denize nazır bir bölgenin kendilerine tahsis edilmesidir.

Bu taleplere vali ve beledi­ye başkanı Fahreddin Kerim Gökay’ın cevabı gecikmeyecek­tir. Gökay, talebi hüsnü telakki ile karşılamakla birlikte ne Gezi yerinin ne de su deposunun böy­lesi bir işe tahsisinin mümkün olmadığını belirtir. Esasen Gö­kay’a göre su deposu ve ardın­daki alan, cami için en müsait mevkii olmakla birlikte belki bu teşebbüs gelecek yıllarda tekrar ele alınabilir.

Gelgelelim cemiyet bu cevabı tatmin edici bulmaz. Bu defa ta­lebinin merkezine su deposunu koyarak caminin Taksim meyda­nına yapılması için gerekçelerini sıralar. Buna göre su haznesinin yıkımına gerek kalmadan da bu­rada abidevi bir cami inşa etmek mümkündür. Etraftaki tamir­hane ve garajların istimlak edil­mesi hem bölgenin nezihliği açı­sından hem de bir İslâm mabedi inşa edilmesine vesile olacağın­dan son derece isabetli bir tu­tum olacaktır. İmza sahiplerine göre atalarımız şehrin meydan­larına cami inşa ederek o bölge­yi imar yolunu tuttuklarından, Taksim meydanındaki teşebbüs de ecdadın yolunun takip edil­mesi anlamında hayırlı bir iştir. Dilekçede, yapılacak caminin aynı zamanda Taksim siluetine vurulacak Türklük damgasına da hizmet edeceğinin altı çizilir: “Yeryüzünün incisi olan şehri­mizin en kesif ve muhtelit ve çok lüzumlu bir yerinde Türk birlik ve ahlak yuvasının timsali olan çift minareli ve harikulade bir cami oturtulmuş olur”. Yine bir başka bölümde şu ifadeye yer ve­rilir: “Güzel İstanbulumuzun Be­yoğlu semtinde Türk damgasını taşıyan biricik eser adı geçen su haznesiyle, önündeki çeşmedir”. Caminin yapımını zaruri kılan bir diğer faktör de son yıllarda bölgede İslâm nüfusun artma­sı ve nüfus dengesinin değişme­sidir. Bilhassa yerleşime açılan Ayazpaşa ve Talimhane semtle­ri, artık bu tarz bir imar faaliye­tini zaruri kılmaktadır.

Bu yazışmanın ardından Türkiye Anıtlar Derneği İstan­bul şubesi cami ile ilgili planla­rı ilgili mimarlarına çizdirmiş ve bu planlar Şehir Meclisi’nde tasvip olunmuştur. Ancak son kertede inşaat için gerekli izin çıkmamış olacak ki yapım konu­sunda bir temel atma girişimin­de bulunulmamıştır.

Bununla beraber Taksim’e cami projesinin hemen kapandı­ğı sanılmasın. Bu konuda 70’ler ve 80’lerde, bilhassa muhafaza­kar partilerin iktidarları devre­sinde ciddi girişimlerde bulu­nulur. 70’li yıllardaki ilk ciddi girişim 13 Mart 1977 tarihinde Süleyman Demirel başkanlığın­daki Milliyetçi Cephe hükümeti zamanında gerçekleşir. 1977’de pek çok kişinin hayatına mâlo­lan 1 Mayıs olaylarının üzerin­den daha iki hafta geçmeden yapılan bu teşebbüs, “Taksim Camii Şerifi Külliyesi” adını ta­şımaktadır. Lakin projenin ha­yata geçebilmesinin önündeki en büyük engel, proje için iste­nen arazinin büyük bir kısmı­nın Ziraat Bankası ile İstanbul Belediyesi’nin elinde olmasıdır. İstanbul Belediyesi de o günler­de CHP yönetiminde bulundu­ğundan, projenin hayata geçme­si nerede ise imkansız gibidir. İlerleyen günlerde proje, içine bir çarşı ve otoparkı da alacak şekilde geliştirilir. Planlanan çarşının en vurucu yerinde Zira­at Bankası’nın Taksim şubesinin bulunacağı bankaya vaadedilir. Bu teklif görece bir yumuşamaya sebebiyet verse de araya 12 Eylül darbesi girecek ve her şey yeni­den başa dönecektir.

Taksim’e vurulan İslâm damgası Canonica’nın elinden çıkan “Atatürk Heykeli”nin, tek parti döneminin sembollerinden “Taksim Gezisi”nin ve “Aya Triada Kilisesi”nin hâkim olduğu meydanın artık yeni bir sahibi daha var.

1983’te cami için yeniden bir girişimde bulunulur. 7 Ocak 1983’de Vakıflar Başmüdürü Sü­leyman Eyüboğlu, dönemin as­kerî belediye başkanı Abdullah Tırtıl Paşa’yı artan Arap turist akınını gerekçe göstererek yeni­den bu girişimin içine sokmaya çalışsa da, teşebbüs başarılı ol­maz. Askerî idare, su deposunun arkasındaki araziyi Taksim’de gittikçe artan araç trafiğini de gözönüne alarak çok katlı bir otopark olarak kullanmayı ar­zulamaktadır. Nitekim Danış­tay da bölgede bir cami projesine özellikle mülkiyet meselesinden kaynaklanan gerekçelerle izin vermezken, tarihî dokuya halel getirmemek şartıyla alanın be­lediyeye ait olan bölümünde bir otopark inşaına müsaade eder.

26 Mart 1984 tarihi ise Tak­sim Projesi açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Zira bu tarih­te iktidardaki Anavatan Parti­si yerel seçimlerde İstanbul’u kazanmış ve cami projesi tek­rar gündeme gelmiştir. Üstelik bu seferki girişimin daha güçlü argümanları vardır. Daha önce hem belediyeyi hem de Ziraat Bankası’nı ikna etme mecburi­yeti varken, seçim sonrasında belediyenin destek veren tutu­mu, muhalefet konusunda Ziraat Bankası’nı tek bırakacaktır.

Yeri gelmişken hemen belir­telim ki dönemin Belediye Baş­kanı Bedrettin Dalan, sözkonusu projeye şartlı destek verecektir. Bu şart da belediyeye ve bele­diyeye bağlı bir kurum olan İS­Kİ’ye ait parsellere karşılık, bu­rada inşa edilecek külliye içinde yer alacak olan çarşıdan belediye hesabına pay istenmesi şeklin­dedir. Lakin Dalan’ın 1984-1989 arasındaki iktidar dönemindeki bu proje, özellikle Ziraat Banka­sı’nın ve hukuki mercilerin ona­yının alınamamasından dolayı kuvveden fiille geçemeyecektir. 1989’da yerel yönetim seçimle­rinde İstanbul’un SHP tarafın­dan kazanılmasıyla cami projesi 1994’e kadar rafa kalkar.

1994’te Refah Partisi’nin Re­cep Tayyip Erdoğan liderliğin­de Büyükşehir Belediyesi’ni elde etmesi ile Taksim’e cami projesi yeniden ivme kazanır. 26 Mart 1994’deki yerel seçimlerden 3 ay kadar sonra 21 Haziran 1994’te Recep Tayyip Erdoğan, Taksim Camii için istenen ruhsatın ve­rileceğini, cami temellerinin de Cumhurbaşkanı Süleyman De­mirel tarafından atılacağını du­yurur. Ancak Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu pro­jeye gelen itirazlar üzerine cami­nin inşaı tasarlanan bölgede ar­keolojik kazı yapılmasını, bu kazı neticesinde su tesisinin temelle­rinin gözden geçirilerek bu doğ­rultuda çıkacak sonuçlara göre hareket edilmesine karar verir. 24 Kasım-22 Aralık 1995 tarih­leri arasında yapılan arkeolojik kazılarda ise hiç hesapta olma­yan buluntulara tesadüf olunur. Sadece 18. yüzyılda 1. Mahmud zamanından kalma su tesisi ka­lıntılarına değil, Bizans dönemi­ne ait nekropol yani mezar alanı kalıntılarına da rastlanır. İnşaa­tın hızı bir kez daha kesilir.

Dönemler değişti, tartışma bitmedi
Taksim’e cami inşa edilmesiyle ilgili tartışmalar her dönem gündeme gelmişti. Özellikle 1996’da başlayan Refahyol iktidarında basına yansıyan
en önemli polemik konularından biri Taksim Camii olmuştu.

Cami ile ilgili tartışmalarım en hararetli safhalarından biri Refahyol iktidarı döneminde ya­şanır. Haziran 1996’da başlayan ve 1 yıl kadar süren 54. hükümet döneminde basında yer alan en önemli polemik konularından biri Taksim Camii’dir. Esasen Taksim Camii ile Refah Parti­si’nin iktidardan önceki dev­rede de bazı söylemleri basına yansımıştır. Mesela 9 Ocak 1995 tarihinde Necmettin Erbakan, Ankara’da katıldığı Refah Partili Belediyeler toplantısında şu ifa­deleri kullanır: “Halk Taksim’de cami istiyor. Cami yapılacak sa­hayı sit sahasına çevirerek en­gellemek istediler. Camiyi peka­la yapacağız, çok güzel olacak”. Bu konudaki açıklamaya sonra­dan DYP’den milletvekili olarak meclise girecek olan dönemin İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğ­lu’ndan cevap gelecektir. Kozak­çıoğlu, bölgenin sit alanı olma­sı sebebi ile böyle bir girişimin mümkün olamayacağını ifade et­tiği gibi, mülki amir olarak buna izin vermeyeceğini de açıklar.

O dönem basında da sözko­nusu girişim değişik cepheler­den ele alınır; İstanbul üzerine çalışmalarıyla tanınan isimle­re görüşleri sorulur. Bazı kişiler caminin seçileceği yer, bazıları taşıyacağı estetik özellikler üze­rinden yorum yapar. Çelik Gü­lersoy ise bunların ikisini birleş­tirerek şunları söyler: “Caminin yapılacağı yerin tam karşısında taş kesme mimarlık şaheseri bir Ortodoks kilisesi var. Onunla re­kabet edemeyecek bozbulanık çimentodan mamul bir yapıyı yapmamak daha iyi”.

Cami meselesi Refah Partisi ve iktidar ortağı DYP ile de iple­rin gerilmesine yol açacaktır. Ni­tekim Erbakan, mevcut gerilimi azaltmak için Taksim’e cami te­şebbüsünün ilk defa 16 yıl kadar önce DYP’lilerin “Baba” olarak nitelendirdiği Süleyman Demi­rel’in başbakanlığı sırasında or­taya atıldığını ifade ile “Sizin ‘ba­banız’ da başbakanken kararna­meyi imzalamış” der.

1997 başında temel atma gü­nü tespit edilmeye çalışılmış, bunun için en iyi tarihin İstan­bul’un fetih yıldönümü olan 29 Mayıs olmasına karar verilmişti (Bu tarih caminin dinî ihtiyaç­tan başka anlamlar da taşıdığı­nın bir tezahürü kabul edile­bilir). Camiye bir türlü onay vermeyen ve iktidar partisinin deyimi ile “böylesi hayırlı bir ic­raata taş koyan” Anıtlar Yüksek Kurulu’nda da bu süreç içinde adeta bir deprem yaşanır. Döne­min Kültür Bakanı İsmail Kah­raman, kurulun başkanı olan Semavi Eyice’yi görevden alıp, yerine belediye seçimlerinde Ba­kırköy’den aday olan mimar Ka­dir Topbaş’ı atayacaktır. İsmail Kahraman, Semavi Bey’i görev­den alışını “Alnı secdeye değme­miş bir kişi karşı çıktı. Ben de kapının önüne koydum” diye an­latacaktır.

Camiyle ilgili son ciddi giri­şim 2017’de gerçekleşir. Bu yıl içinde temeli atılan cami 28 Ma­yıs 2021’de ibadete açılır.

Daha ayrıntılı bilgi için:

. Türkiye Anıtlar Derneği 1950-51 yılına ait kongre broşürü, İstanbul 1951.

. Oktay Ekinci-Bütün Yönleriyle Taksim Camisi Belgeseli, İstanbul 1997.