Kasım
sayımız çıktı

Tevfik Fikret

Umutla yeis, imanla red arası salınan, şimdiki zamana en karamsar mercekle bakarken geleceği ışık içinde gören, kararları ve yapıtlarıyla benzersiz bir miras bırakan özel bir insan, sıradışı bir karakter.

On sekizinci yüzyılın son yılında, 42 yaşında öldü Şeyh Galip; onunla birlikte Dîvan şiiri geleneğinin altın döneminin so- na erdiğini görüyoruz: İz sürücüleri aynı düzeyi tutturamamışlardır. XIX. yüzyıl, öte yandan, ‘Batılılaşma Dönemi Türk Şiiri’ başlığı altında toplanan, kendi geleneğinden şüphesiz kopmayan, buna karşılık Avrupa uygarlığının kimi değerlerine yakınlık duyan edebiyatçıları merkeze taşıdı. Bugün dönüp bakıldığında, Tevfik Fikret’in hem şiiriyle, hem duruşuyla ilk canalıcı kırılma noktasını temsil ettiğini görüyoruz: Modern şiirimizin doğumunu, Yahya Kemal’i ve Hâşim’i olduğu kadar, Nâzım Hikmet’i ve sonrasını da tetikleyen ana figür odur.

Tevfik Fikret, Âşiyan’daki evinden hâlâ umutla Türkiye’nin geleceğine bakıyor.

Gelgelelim, sözgelimi akranı Cenap Şahabeddin gibi şaire indirgeyemeyiz Fikret’i: Bu tanımlama biçiminden bütün temsil etmiş olduklarıyla taşar: Şairden fazladır, fazlasıdır, çünkü bir simgeye de dönüşmüştür.

Her simge kaçınılmaz olarak çift kutupludur. Bir uçta Fikret’i özgürlüğün, başkaldırış ve diklenişin, gururun ve ödünsüzlüğün bayrağı olarak görenler varsa, öteki uçta onu dinsizlikle, halkı küçümsemekle, ulusal duygulardan yoksunlukla suçlayıp, karalayanlar yeralır. Kimseyi kayıtsız bırakmamıştır.

Kutuplaşma, çağdaşlarıyla başlamıştı: Âkif en ağır sözlerle kişiliğine ve şiirine yüklenirken, Halid Ziya onu Baudelaire’den kat kat üstün bulduğunu yazıyordu. Ölümünün ardından tablonun değişmediğini görüyoruz: Yahya Kemal, şiirinde nesir boyutunun ağır bastığını söyler ama kendisine ve kuşağına yolu Fikret’in açtığını teslim eder, yapıtını önemsediğini gösterir. Necip Fazıl hem “basit ve cüce kırgınlıklar”a bağlı bir kişilik eleştirisi yapar, hem şiirini küçümser. Taban tabana zıt konumdaki Dıranas, dünya şiirinde eşi görülmemiş bir girişimle Rubab-ı Şikeste’den Kırık Saz’ı doğurur. Cemal Süreya ise hiçbir şaire yöneltemediği amansızlıkta bir reddiye yazısıyla aydını ve şairi infaz eder.

Âşiyan’daki ev: Fikret’in aynası Şair, kendisinin tasarlayıp yaptırdığı evinde, bir anlamda kendi iç sisinin merkezine çekilmişti. Âşiyan Farsçada “kuşyuvası”anlamına geliyordu.

Fikret ‘bir şairden fazla’sı olduysa, burada hudayinabitliğin payı görülemez: Aydınlanma’dan, 1789 Devrimi’nden başlayarak Victor Hugo’nun siyasal çıkışına ve sürgününe, oradan Dreyfuss davasında Zola’nın ön alışına giden çizgide Avrupalı edebiyat adamları “entelektüel” kimliğinin belirip netleşmesini hazırlamışlardı; bizdeyse, öncü figür, Tanpınar’ın altını çizdiği gibi Namık Kemal’di: “Onun şahsiyetini sert vurulmuş bir mühür gibi taşıyan kelime, hürriyet kelimesidir… Başka hiçbir meziyeti olmasa, sırf bu kelimeyi ilk def ’a olarak bu cemiyetin içinde bu kadar aşkla, bu kadar gür sesle ve bu kadar sık olarak kullanmış olması onu tarihimizin en büyük ve en istisnaî hâdiselerinden biri yapmaya kifayet eder”.

İşte Fikret’i döneminin ediplerinden ayıran, karşıt kutuptaki Âkif ile aynı kavga hizasında tutan fazlalığı Namık Kemal’den devraldığı bayrağı, en az onun kadar zorlu koşullarda taşımayı üstlenmiş olmasında aranmalıdır: Türk şiirine apaçık ve doğrudan ilk siyasal duruşu taşıyan başkası değildir. Ve sözkonusu duruşun ana niteliğini “fikri ve vicdanı hür” olma özelliğinde billûrlaştığını belirtmek gerekir.

Galatasaraylı Tevfik Fikret Tevfik Fikret, Mekteb-i Sultani’de müdürlük yaptığı yıllarda, Galatasaray futbol takımıyla.

Tevfik Fikret, başlangıçta yalnız bir adam değildi. Malumat’tan Servet-i Fünun’a, çevresinde kendisine saygıyla bağlı değerli yazarlar oldu. Ülkeye, şehre nüfuz eden baskı ortamının karşısında zaman zaman ortak yılgı anlarını paylaştılar: Nuvel Zeland’a firarî çıkma ya da Ege’de bir çiftliğe çekilme düşlerini körükleyen de, son aşamaya yaklaşıldığında geri adım atan da Fikret’ti.

En gözüpek diklenişleriyle en kırılgan kabuğuna çekilişleri arasında yaşadığı gelgitleri anlamakta ve anlamlandırmakta güçlük çekenler “karakter”ine bağlı biçimde keskin yargılar geliştirmişlerdir.

Tevfik Fikret’in karakteri gündeme geldiğinde sık kullanılan sıfatlar hodbîn, bedbîn, alıngan, münzevi türünden gri siyah bir ruh atmosferini işaret edenlerdir. Bizde melankoli üzerine en kapsamlı çalışmayı (1997) yapmış olan Dr. Serol Teber’in Tevfik Fikret’in Melankolik Dünyası-Âşiyan’daki Kâhin (2002) başlıklı kitabı, şairin çetrefil iç dünyasının bileşenlerinin ayrıntılı çözümlemesini içerir: Umutla yeis, imanla red arası nasıl salındığını, şimdiki zamana en karamsar mercekle bakarken geleceği ışık içinde gördüğünü, kararları ve yapıtları aracılığıyla sökmemizi sağlayan bir yorumdur Teber’inki.

Karakterinin bu asal özelliği ve altında bekleyen çift kutupluluk, Tevfik Fikret’in hem yazınsal, hem siyasal, hem yaşamsal stratejisini ve onu ören hamlelerini belirlemiştir. “Sis” imgesi sözgelimi tipik bir simge olarak karşımıza çıkar: İstanbul doğasının bu vazgeçilmez arızasının hüküm sürdüğü Boğaziçi’nin en kuytu bölgesini seçerek orada Âşi- yan’ını kurmuş, böylelikle bir anlamda iç sisinin merkezine çekilmiş, en güçlü şiirlerinden birini bu s/imge üzerinden kurmuş, ülkenin siyasal atmosferini doğal atmosfer olayıyla çakıştırarak dipsiz bir derinlik alanı oluşturmayı başarmıştı.

Burada, Âşiyan’a küçük bir parantez açmak gerekiyor. Fikret’in, bize ulaşmış suluboya ev resimleri, nasıl bir “yuva” (âşiyanın Farsçada ‘kuşyuvası’ anlamını taşıdığı unutulmazsa) tasarladığını gösteriyor. Şüphesiz bütünüyle özgün bir mimarî çözümden sözedilemez Âşiyan konusunda; Afife Batur’un altını çizdiği gibi Arts and Crafts anlayışının türevi bir girişimdir bu. Gelgelelim sorunu başka bir cephesinden ele almak yanlış olmaz. Bir şairin kendi evini çizmesi ve gerçekleştirmesi sık rastlanan durum değildir; hele ki kuş ile özdeşleşerek! Öte yandan, Âşiyan, konumu ve kimi özellikleriyle enikonu şahsîleşmiş bir uzamdır. Hayatın ortasında ölümü (mezarlık) barındırması, merdivenle okula bağlanması, geri duruşuyla şehirden ve şehirlilerden kopması onu Fikret’in bir aynası kılmaya yetmiştir. Yarı zemin mutfak penceresine şairin “Sokrat’ın Penceresi” adını takmış olması, üzerinde ayrıca durulmayı bekleyen bir seçimdir.

Müdürlükten istifası üzerine Kalem dergisinde çıkan karikatürü.

Tevfik Fikret’in öğretmen kimliği, Galatasaray yıllarındaki hali tavrı, hangi ilkelerini koruma adına o “yuva”sından ayrılışı, Robert Kolej’e geçişinin yarattığı abes tartışmalar enikonu mürekkep akıtmış konular. Karakterinin çift kutupluluğunun izleri bu bağlamda da belirgindir: Köklü karamsarlığı onu dibe çökerttiğinde geleceğe inancını, güvenini, umudunu yitirir gibi olur; hemen ardından öğrencileri, gençler, bir o kadar da çocuklar karşısında harekete geçer, en büyük sorumluluğunun kaynağı olarak görür yetişmesine katkıda bulunduklarını. Âşiyan’ı okula bağlayan merdiven bu gündelik gelgitin somut sahnesi, Fikret’i içinden dışına bağlayan köprü olmuştur.

Şair, bir bakıma Rousseau’nun izini sürerek eğitimi taçlandırmıştı dünyasında. Ortasında yaşadığı gecenin bittiğini kendisi göremeyecek olsa bile, gençlere yönelik ana tasası onları geleceğin ışığına hazırlamaktı. Halûk’un Defteri’ndeki “Bu memlekette de bir gün sabah olursa Halûk” dizesi bütün bir programın sol anahtarıdır. Gene de, 1. Dünya Savaşı patlak verdiğinde bu ümitleri de söner: Gençleri de sürükleyip götürecek kıyamet tablosuna bakarak bir tek çocuklara bel bağlanabileceğine varmıştır: Şermin (1914) şüphesiz ısmarlanmış bir kitaptır (Satı Bey’in kurduğu yuvadaki çocuklar için), ama neredeyse hayalî bir toruna seslenir Fikret.

Şair böyle, insan böyle. Birincisine erişmek görece daha kolay: Yapıt önümüzdedir, donanımımıza ve tercihlerimize bağlı biçimde Rubab-ı Şikeste’yi ya da Kırık Saz’ı okuyarak, yorumlayarak ona sokulabiliriz. Zor, zorlu olan: İnsana dokunmak, yaklaşmak. Tevfik Fikret’in yaşamöyküsüne ilişkin birçok iz devşirilebiliyor kaynaklardan: Çağdaşlar; Rıza Tevfik’ten Halid Ziya’ya, Hüseyin Yalçın’dan Mehmet Rauf ’a veriler sunar; izsürücülerse, Ertaylan’dan Kenan Akyüz’e, Ruşen Eşref ’ten Tanpınar’a hatları dolgunlaştırırlar. Gelgelelim ele avuca kolay sığmıyor Fikret: Çetrefil huy haritası, gizli kapaklı yaşam çizelgesiyle.

Halid Ziya’nın dediği gibi “çok okumayan” bir edip miydi? Feyhaman Duran haklı mıydı: Biriki yıl Avrupa’da resim atölyesine katılmış olsaydı, hepsinden üstün bir ressam olabilir miydi? Feridun Nigâr’ın ileri sürdüğü gibi eşi kendisine “hiç lâyık” değil miydi? Selim İleri’nin düşünü kurduğu gibi Mihri Hanım’la aralarında derin bir tutku bağı var mıydı?

Tevfik Fikret tıpkı Namık Kemal, tıpkı Sait Faik, 50 yaşını göremedi. Son günlerinin yakın tanıkları “öyle” yaşamaktan yorgun düştüğünü, gelgör ki hastalığını yenmek için gerekeni yapmaya yanaşmadığını aktarırlar. Ölümünden biriki saat sonra hekiminin ve ailenin izniyle Mihri Hanımın çıkardığı ölüm maskesine mıhlanmış ifadede yaralı, kanadı kırık bir kuşun kederli ama çekip gitmekte kararlı ifadesini okuyorum — tam yüzyıl sonra.