1947-1948 Hindistan-Pakistan ayrışmasından bu yana iki ülke arasındaki ilişki, zaman zaman sıcak çatışmaya varan eksende devam etti. Son aylarda Myanmar’daki şiddet ve Rohingya Müslümanlarının katledilmesi, yurtlarından sürülmesi ile gündeme gelen kritik bölgenin yakın tarihini, Hint kökenli uzman tarihçi Prof. Dr. Feroz Ahmad anlatıyor.
Hint altkıtasındaki saflaşma 70. yılını doldurdu; fakat dünyanın bu en kalabalık nüfuslu bölgesinde yaşanan trajedi artan boyutlarda devam etmekte. Britanya Hindistanı’nın son bulması ile 22 Ekim 1947- 1 Ocak 1948 arasında çıkan savaştan bu yana, Hindistan ile Pakistan arasında birçok çatışma yaşandı. Geçen sürede askerî yönetimler, sivil diktatörlükler, şiddet, yok sayma, göçler ve direnişler bölgenin çehresini oluşturdu. Son olarak Rohingya Müslümanlarının maruz kaldıkları katliamlarla gündeme gelen bölgenin yakın tarihini, Hint asıllı uzman tarihçi Feroz Ahmad’la konuştuk.
Myanmar’dan Bangladeş’e…
Myanmar’ı Bangladeş’ten ayıran Naf Nehri üzerinde Arakan Müslümanları. BM’ye göre göçe zorlanan insanların sayısı 1 milyona yaklaşıyor.
Hint Altkıtası’nda 1947’deki bölünmeye kadar coğrafi ve kültürel olarak nasıl bir görünüm vardı?
Bugün Hindistan, Pakistan, Nepal ve Bangladeş’i kapsayan altkıta esas olarak Hindular/Sihler ve Müslümanlar olarak bölünmemişti. Hindu ve Müslümanlar karışık olarak birlikte yaşıyorlardı ve azınlıkta olan Müslümanlar -ki bu topraklara baktığımızda bugün % 30-35 gibi bir oran çıkmakta- neredeyse tüm bu coğrafyaya yayılmışlardı. Kuşaklar ve yüzyıllar boyunca bölgeler dinî farklılıklara göre değil, dil ve kültürlere göre şekillenmiş ve ayrılmıştı. 20. yüzyıla gelindiğinde ise dinî ayrımlar keskinleşti. Tüm Hindistan’ı temsil ettiğini iddia eden Indian National Congress (INC) ile azınlık olduğu için Müslümanlar’ın hak ve hukuk olarak ezilebileceğini ve onların hakkını koruyacağını söyleyen All Muslim League (AML) iki önde gelen siyasi partiydi. Bu partiler daha sonra bölünmenin iki önemli aktörü oldular.
Peki, bölünmeye giden yolda bu iki partinin rolü neydi; birarada kalabilmek için gayret sarfedildi mi?
Bu partileri anlamak için liderlerini iyi tanımamız gerekiyor. Bir yanda (INC) güçlü, merkeziyetçi, Hindistan’ın birliğine inanan Jawaharlal Nehru ile Hinduluk’u siyasileştiren, neredeyse bir Hindu azizi gibi yaşayan ve kendini lanse eden Mahatma Gandhi (ki o da tek bir Hindistan Devleti’ne inanmaktaydı); diğer yanda ademimerkeziyetçi, otonom bölgeleri ve Müslümanlar’ın haklarının anayasal olarak korunmasını talep eden Muhammed Ali Jinnah. Müslüman fakat Sünnî olmayan Jinnah seküler bir isimdi, ancak azınlıktaki Müslümanlar’ın Hindu yönetimindeki bir sistemde haklar açısından problem yaşayacaklarını düşünüyordu. Jinnah siyasi çekişmelerden dolayı gittiği İngiltere dönüşünde (1934), Müslümanlar’ın çoğunlukta bulunduğu bir Pakistan kurulması gerektiğini savunmaya başladı. Britanya da yakın gelecekte altkıtadan çekileceğini öngörebildiğinden ve bu coğrafyada güçlü ve birlik içerisinde bir Hindistan istemediğinden (ki buna dilenirse böl-yönet de denilebilir), kendisine müttefik olabilecek bir Pakistan’a sıcak bakıyordu. Bu stratejide başarılı da oldular. 2. Dünya Savaşı sırasında Britanya’nın kolonisi olan Hindistan’da INC ve Hindu’lar İngilizler’i desteklemezken; Jinnah liderliğinde All Muslim League (AML) ve Müslüman nüfus Britanya’yı destekledi.
Savaş bittikten sonra Britanya artık kolonilerini elde tutabilecek güçte değildi; en büyük kolonisi olan Hindistan’dan da bu nedenle çekilecekti. Yapılan Bakanlar Kurulu Komisyonu Planı (Cabinet Mission Plan – 1946) Haziran 1948’de buradan çekilmeyi, öncesinde de (1946) seçimlerin yapılmasını öngörüyordu. INC seçimlerde AML kaşısında büyük bir üstünlük kazandı. Bunun sonucu olarak INC, Müslümanlar’ın da kendisini desteklediğini ve merkezin güçlü olduğu tek bir Hindistan’ın mümkün görüldüğünü söylemeye başladı. Bu iddia Müslümanları ve AML’yi daha da çok korkuttu. Jinnah da gücünü göstermek adına tüm Müslümanlar’ı eylemler yapmaya çağırdı (Direct Action Day– 1946). Tüm ülkede gerçekleşen bu eylemler sırasında birçok katliamlar yaşandı; bunların en büyüğü ise Bengal-Kalküta’da gerçekleşti. İngilizler problemlerin büyüdüğünü görünce, altkıtayı terkediş tarihlerini daha erkene, 1947’ye çektiler.
Bu çekilme sırasında ve sonrasında neler yaşandı? Neredeyse iki yüzyıl süren Hindistan’daki İngiliz yönetimi nasıl sona erdi?
Yaşanan olaylar sonrasında artık tek bir Hindistan’ın olamayacağı gözlenmekteydi. Tüm taraflar Londra’dan tayin edilen Hakim (barister) Radcliffe’in çizeceği sınırlara razı olmayı kabul etti. Buna göre Müslümanlar’ın yaşadığı yerler Pakistan, Hindular’ın yaşadığı topraklar Hindistan olacaktı. Burada bulunan prenslikler de insiyatifleri doğrultusunda iki devletten birine katılacak veya bağımsız kalacaktı. Aslında bu mümkün değildi, zira tüm bölgelerde Hindu ve Müslümanlar karışık bir şekilde yaşamaktaydı. Tarih boyunca bölgesel bölünmeler kültürel ve dilsel olmuştu. Bunun en çarpıcı örnekleri nüfusun yoğun olduğu altkıtanın kuzeydoğu ve kuzeybatısında, yani Pencap ve Bengal bölgelerinde görülmekteydi. “Radcliffe Sınırları”na göre Pencap da Bengal de doğu ve batı olarak ayrılacaktı. Batı Pencap ve Doğu Bengal, Pakistan’da kalacak; diğer bölgeler ise Hindistan’ın olacaktı. İki ülkenin de bağımsızlıklarını kazanmaları sonrası bu yapay bölünmeler büyük trajedilere sebep oldu.
1947’de Britanya’nın çekilmesi sonrası siddet ve huzursuzluk arttı. İki ülke arasında büyük gruplar halinde göçler-nüfus transferleri başladı. Hindu ve Müslümanlar’ın beraber yaşadığı yerlerde kundaklama ve karşılıklı her türlü şiddet görülürken, göç etmeye çalışanlar da hastalıklardan ve yolda yapılan saldırılardan muzdaripti. İki tarafta da insanlar şiddet olaylarından dolayı göçetmeye zorlanıyordu. Pakistan’da, Hindular’ın terkettiği yerlere Müslümanlar, Hindistan’da Müslümanlar’ın terkettiği yerlere Hindular ve Sihler el koyuyordu. Diğer yandan göçün tek sebebi bu şiddet olayları değildi. Özellikle bulundukları ekonomik durumdan memnun olmayan Müslümanlar yeni kurulan devlette (Pakistan’da) fırsatlar olabileceğini düşünerek bu ülkeye göç ediyorlardı. Yeni kurulacak bürokraside de birçok pozisyonlar olacaktı.
Bu göçleri ve yerleşim yerlerindeki saldırıları önleyebilecek, asayişi sağlayabilecek bir devlet kontrolü yok muydu?
Burada değil bir devlet kontrolünden, organizasyon olarak bir devletten bile söz edemeyiz; zira yüzyıllar boyunca devletin önemli kademeleri ve sorumululuk İngiliz bürokratların elindeydi. Onların çekilmesi ile bu sorumlulukları hakkıyla üstlenebilecek pozisyonlar boş kaldı.
Siz Hindistan topraklarında kalan Delhi’de Müslüman bir ailede doğdunuz. Aileniz neden Müslümanlar için kurulan Pakistan’a yerleşmeyi düşünmedi?
Babam, ibadetlerini yerine getiren bir Müslüman’dı ve aynı zamanda seküler bir insandı. Kendisine niye gitmediğini sorduğumuzda, Pakistan’ın Müslümanlar için de olsa bizim için sonuçta yabancı bir ülke olduğunu ve herşeyin kendilerine yabancı olacağını, bu nedenle avukatlık yaptığı ve yaşadığı Delhi’den ayrılmak istemediğini söylerdi. Böylece ailesiyle beraber bu şehirde kaldı.
İki ülke arasındaki bu göçler ne kadar daha sürdü ve yeni kurulan devletler sizce ne kadar başarılı olabildi?
Hindistan kayıtlarına göre yedi yıl daha, 1954’e kadar sürdü. Göçler sırasında -rakamlar tam olarak bilinmemekle beraber- yüzbinlerce insan öldü. Rakamlar hakkında hâlâ birçok spekülasyon bulunmakta, zira kayıtlı hiçbir şey yok. Hindistan’da Nehru her ne kadar merkezî yönetimin güçlü olmasını ve tek dilli bir ülkeyi savunmuş olsa da, bence iyi bir siyasi lider olarak, baskılar karşısında bu söylemlerinden vazgeçti; 1954’te yerel yönetimleri güçlendirdi ve yerel dillerin kullanılmasını kamusal alanda serbest bıraktı. Müslümanlar için kurulan fakat seküler bir devlet olan Pakistan ise (okurların Jinnah’ın her dinden kişinin ibadetlerini yapmakta özgür olduğunu bellirttiği ülkenin kuruluş konuşmasını okumasını tavsiye ederim) Jinnah’ın erken vefatı (1948) ile zor bir duruma girdi. Bu noktada Türkler’e hep şu örneği vermekteyim: Farzedin ki Atatürk, cumhuriyetin ilanından bir yıl sonra öldü. Genç cumhuriyetin ne halde olabileceğini düşünebiliyor musunuz? Pakistan’da ise Jinnah’ın ölümü sonrası ülkenin ne hale geldiğini biliyoruz. Önce asker yönetimi devraldı, sonrasında ise dinî gruplar. Ülke tamamen Batı’ya bağımlı hale geldi; tam da İngilizler’in altkıtayı bölerken tahmin ettikleri gibi.
Bugün Myanmar’da Rohingya Müslümanları’na karşı şiddet uygulanmakta. Bunu da Hindistan’ın bölünmesi ile oluşan problemlerden biri olarak görebilir miyiz?
Myanmar ya da eski adıyla Burma, İngiliz Hindistanı’na bağlı bir bölgeydi. 1947’de İngilizler’in Hindistan’dan çekilmesinden 10 yıl kadar önce, 1937’de, yine Britanya’ya bağlı kendi anayasası da olan bir koloni statüsüne kavuşmuştu. 1948’de ise Britanya’nın burayı terketmesi sonrası tam bağımsızlığına ulaştı. Myanmar’daki Rohingya Müslümanları kuşaklar boyunca ve yüzyıllardır orada yaşamaktalar. Myanmar Devleti’nin ya da Myanmar’daki insanların çıkıp Müslümanlar’ın kendi vatandaşları olmadıklarını söylemesi, insan haklarını ihlal etmektir. Aynı şekilde onları bu sebeple Bangladeş’e doğru sürmek de insan haklarının ihlalidir. Bangladeş de biliyorsunuz, 1947’de kurulan Pakistan’ın doğu kısmıdır (Doğu Bengal’i kapsayan) ve 1971’de siyasi nedenlerden Pakistan’dan ayrılarak yine Müslümanlar’ın çoğunlukta bulunduğu bir devlet olarak kurulmuştur. Tabii ki Burma’da tarih içerisinde, uzak geçmişte veya Burma’nın da içinde bulunduğu Hindistan’ın tek bir siyasi yapı olduğu İngiliz yönetiminde, bugün Bangladeş dediğimiz topraklardan gelmiş Müslümanlar olabilir; fakat bu insanlar Burma’nın/Myanmar’ın yüzyıllardır bir parçasıdır. Bugün orada yaşananlar ise gerçekten büyük bir trajedi. Myanmar Devleti de uzun seneler askerî cuntalar tarafından yönetilmiş her bakımdan çok zayıf bir devlet. Myanmar’da nüfusun çoğunluğu bilindiği gibi Budist. Bu insanlar dinlerinden ötürü barışsever ve şiddet karşıtı olmalı diye düşünüyoruz. Esasında böyle yaparak dinler hakkında mitler de oluşturuyoruz; bazı dinler şiddete eğilimlidir, bazıları da şiddet karşıtıdır gibi. Gerçekte ise böyle bir ayrım yapamayız.
Rohingya Müslümanları’nın tam olarak nereden geldiğini bilmiyorum. Dilleri Bangladeş’teki Bengal dilinin bir lehçesi mi, bu iki dil arasında bir dilsel bağ var mı yok mu konusunda da bir fikrim yok. Fakat bilinen ve bildiğim bir şey varsa, bu insanların yüzyıllar önce oraya yerleştiği ve bugün bizim de şahit olduğumuz büyük trajedi. Hindistan’ın bölünmesi ile yaratılan birçok küçük devlet var. Bunlar tarihte işlevini yitiren Hindistan’ın parçalarıydı: Nepal, Myanmar gibi. Bugün olanları da Hindistan’ın bölünme sürecinin esasında bitmediği ve sürecin devam ettiği şeklinde görebiliriz ve yorumlayabiliriz.
İnsan haklarının açık ihlali
Myanmar’daki Rohingya Müslümanlarının kuşaklar boyunca orada yaşadıklarını belirten Feroz Ahmad, onların Bangladeş’e doğru sürülmelerini insan haklarının açık ihlali olarak niteliyor.