Avrupa’da üniversite kalıcı bir binası bile olmayan loncalar çevresinde örgütlenmeye başlamış; sabit bir mekanı olmamasını avantaja çevirip iktidarla çatıştığı noktalarda özerk konumunu çekip gitme tehdidiyle güvence altına almıştı. 13. yüzyıla uzanan tarihinde, kendi mahkemelerini, cezaevlerini kuran üniversiteler ulus-devletlerden çok daha köklü kurumlardı.
Avrupa tarihi açısından bakıldığında üniversite demek, şehir demektir. Ortaçağ’ın sonlarından itibaren şehirlerde üniversiteler ortaya çıkmaya başlar; üniversitesi olan yerleşim yerleri şehre dönüşür. Bologna ve Paris’in model kurumlarını Oxford, Salamanca (1219), Napoli (1224), Prag (1347), Pavia (1361), Krakow (1364), Leuven (1425) izler.
Ancak başlangıçta üniversitelerin kalıcı binaları bile yoktur. Ortaçağ üniversitesi, eğitmen, öğrenci ve şehir arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi ve eğitmenlerle öğrencilerin haklarının korunması prensibi üzerine kurulmuş loncalarla işlerdi. Ortaçağ’da Latince universitas kelimesi de lonca veya herhangi bir tür birlik anlamına gelmekteydi. Üniversitelerin kendi mekânları olmadığından şehirli burjuva ile barınma ve ders mekânları için devamlı pazarlıklar yapılmaktaydı. Yerleşik bir düzenin olmaması bazı rahatlıkları engellese de üniversite mensuplarına karşı tavır alındığında en büyük tehdit, üniversite hocalarının dersleri kesmesi ve başka bir şehre göç etmesi oluyordu.
13. yüzyıldan itibaren loncalar üniversiteleşmeyle başladı. Üniversitelerin özerkliği fikri de aynı dönemde doğdu. Bunun ortaya çıkmasının nedeni loncaların siyasi otoritelerle çatışmasıydı. Özellikle Paris’te öğrencilerle kralın kolluk güçlerini karşı karşıya getiren kanlı 1229 olaylarından sonra, üniversite özerkliği bir daha kaybedilmemek üzere kazanılmıştı. Üniversite loncaları bu kavgalardan öncelikle birbirlerine bağlılıkları, tutarlılıkları ve kararlılıkları sayesinde galip çıkmışlardı. Grev ve kenti terk etme gibi bir silahı kullanmakla tehdit ederek ve gerçekten kullanarak. Çünkü bir hoca ya da öğrencinin loncasının bulunduğu şehri terk etmesi, o şehre ciddi ekonomik sorunlar getirirdi. Üniversiteler böylece kendi normları, hukukları olan kurumlar olarak ortaya çıktılar. Hatta üniversitede işlenen suçlar için kendi mahkemeleri ve cezaevleri bile vardı.
Doktorlar toplantısı
14. yüzyıldan kalma bir elyazmasından, Paris Üniversitesi’ndeki doktorlar toplantısını gösteren illüstrasyon.
Bugün Avrupa’da kurumsallaşmış ünlü üniversitelerin çoğu, şu an içinde bulundukları ulus-devlet yapılarından çok daha eskidir. Üniversite özerkliğini bu açıdan da değerlendirmek gerekir. Avrupa üniversitelerinin çoğunu devlet kurmamıştır. Hatta tam tersi, üniversite varolabildiği için ulus-devlet mümkün olabilmiştir. Çünkü üniversitenin kültürel olarak inşa ettiği kamusallıkta pişen bireyi daha sonra ulus-devlet kendisine yurttaş edinecektir. Bu nedenle ulus-devlet üniversiteyi tanır ve onu baş tacı eder. Türkiye gibi modernleşme toplumlarında ise üniversiteler mecliste yasayla kurulurlar. Yani aslında soykütükte, fıtratta bir sorun vardır. Üniversiteler, önce sivil alanda kurulur sonra devlet onu tanır, yani önünde eğilir. Modernleşme toplumlarında ise, üniversiteler iktidarın önünde eğilirler.
Bugün Avrupa’da kurumsallaşmış ünlü üniversitelerin çoğu, şu an içinde bulundukları ulus-devlet yapılarından çok daha eskidir. Üniversite özerkliğini bu açıdan da değerlendirmek gerekir. Avrupa üniversitelerinin çoğunu devlet kurmamıştır. Hatta tam tersi, üniversite varolabildiği için ulus-devlet mümkün olabilmiştir. Çünkü üniversitenin kültürel olarak inşa ettiği kamusallıkta pişen bireyi daha sonra ulus-devlet kendisine yurttaş edinecektir. Bu nedenle ulus-devlet üniversiteyi tanır ve onu baş tacı eder. Türkiye gibi modernleşme toplumlarında ise üniversiteler mecliste yasayla kurulurlar. Yani aslında soykütükte, fıtratta bir sorun vardır. Üniversiteler, önce sivil alanda kurulur sonra devlet onu tanır, yani önünde eğilir. Modernleşme toplumlarında ise, üniversiteler iktidarın önünde eğilirler.
Modernleşme ülkelerinde hiçbir alanın siyasetten özerk olamaması gerçeği, üniversiter alan için de bir istisna değildir. Gecikmiş ve aceleci ulus-devlet tecrübeleri tasfiyelerle, yıkıp yeniden yapmalarla dolu bir üniversite tarihi üretmiştir. 1933’te Millî Eğitim Bakanı’nın bir yazısıyla 1900 yılında kurulmuş ilk üniversitemiz olan Darülfünun kapatılabilmiştir. İstanbul Üniversitesi’ne dönüşmesi, mevcut öğretim üyelerinin pek çoğu tasfiye edildikten sonra gerçekleşmiştir. Arap alfabesinden Latin harflerine geçmek ve Darülfünun’u kapatmak, Türkiye’nin Osmanlı mirasıyla bağını koparmasına olanak sağlamış, yeni bir başlangıca zemin hazırlamıştır.
(Besim F. Dellaloğlu’nun Poetik ve Politik kitabının “Üniversite” bölümünden özetlenerek aktarılmıştır).
Türkiye ‘aklını’ kaybediyor
Ortaçağ’da üniversite hocalarının iktidarla aralarındaki çatışmalara karşı ellerinde tuttuğu “beyin göçü” kozu, günümüzde de genç ve eğitimli nüfusunun arzu ettiği koşulları sağlayamayan ülkeleri yetişmiş insan kaynağını kaybetmek gibi büyük bir tehditle karşı karşıya bırakıyor. Rakamlarla Türkiye’nin beyin göçü karnesi…
84.863
2019’da Türkiye’den yurtdışına göçeden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı sayısı (Kaynak: TÜİK)
25-29
Türkiye’nin en çok göç verdiği yaş grubu (50.154 kişi) (Kaynak: TÜİK)
İstanbul
Türkiye’nin en çok göç veren kenti (Kaynak: TÜİK)
11
Türkiye’nin yurtdışına en fazla öğrenci gönderen ülkeler sıralamasındaki yeri (Kaynak: OECD)
824 milyon dolar
Türk öğrencilerin ABD ekonomisine 1 yılda sağladığı katkı (Kaynak: TÜSİAD)
% 95
Lisans ve lisansüstü eğitimlerini yurtdışındaki üniversitelerde yapmak isteyen öğrencilerin oranı (Kaynak: British Council)