“On ne naît pas femme; on le devient”: “Kadın doğulmaz, kadın olunur”. Simone de Beauvoir’ın İkinci Cinsiyet adlı eserindeki bu açılış cümlesi, onun bakışaçısını özetliyordu. 20. yüzyıl felsefesine ve 2. dalga feminizme damgasını yazan Fransız yazar, özgün düşünce ve kavramlarıyla “dişi” kaderin/kimliğin yapısını sorguladı, sergiledi.
Fransız varoluşçuluğunun ve biyolojinin kader olmadığını savunan 2. dalga feminizmin önemli düşünürlerinden Simone de Beauvoir… Onun fikirleri ve felsefi eserleri, erkek egemen akademinin de etkisiyle sevgilisi Jean-Paul Sartre’ın gölgesinde (!) kalmıştı. 1. Dünya Savaşı sırasında fakirleşen -bir zamanların varlıklı-burjuva sınıfından bir ailenin kızıydı Simone de Beauvoir. İyi bir eğitim almış, henüz okul yıllarında Maurice Merleau-Ponty, Claude Levi-Strauss gibi geleceğin önemli entelektüelleriyle tanışmıştı. Ömrü boyunca da Fransa’nın önde gelen akademik çevrelerinin içinde olacaktı.
Sartre’la da yine gençlik yıllarında tanışmıştı; aralarındaki ilişki onun ölümüne (1980) kadar sürecekti. Beauvoir, hem romanları hem felsefi eserleriyle çok üretken bir yazardı. 1947’de yayımlanan Belirsizlik Ahlakı Üzerine, bugün varoluşçu düşüncenin önde gelen eserlerinden biri olarak kabul ediliyor. Feminist hareket ve düşüncenin mihenk taşlarından İkinci Cinsiyet eseri ise 1949’da çıktı. Çok ses getiren eser, Freud, Engels ve Alfred Adler’ın kadınlar üzerine yazmış oldukları tezleri eleştiriyor ve toplum içerisinde cinsiyetin inşaı üzerine önemli savlar geliştiriyordu. Simone de Beauvoir Konuk Kız, Başkalarının Kanı ve Herkes Ölümlüdür gibi kurgu eserler yazdı; Mandarinler adlı romanı ile 1954’de Fransa’nın prestijli edebiyat ödülü Goncourt’u kazandı.
1-Sartre’ın gölgesi değildi, özel-özgün bir filozoftu
Simone de Beauvoir’ın varoluşçu felsefeye katkısı 90’lara kadar Sartre eksenli okunageldi. Genel kanı uzun süre, Sartre’ın varoluşçuluğuna Beauvoir’ın sadece feminist düşünce açısından katkı yapmış olduğu yönündeydi.
İki düşünür, yakın ilişkileri nedeniyle birbirlerinin yazılarını yayımlanmadan önce okur ve bunlara katkıda bulunurlardı. Beauvoir, kendine özgü varoluşçu bir fenomenoloji oluşturmuştu. Sartre dışında Heidegger, Kojeve, Husserl ve hatta Hegel’den esinlenerek -Sartre’ın mutlak özgürlük konseptine karşı çıkarak ve ondan farklı- bir özgürlük konsepti oluşturmuştu. Belirsizlik Ahlakı Üzerine’de yine Sartre’ın Varlık ve Hiçlik eserindeki bilinç (zihin değil) gövde düalizmine karşıt ve onun yerine temel bir belirsizlik sunuyordu. Onun mücadelesi, toplumdaki ve hatta akademideki erkek egemen bakışaçısına karşıydı; bu nedenle felsefe alanında hakettiği yeri bulamadı. Ancak günümüzde Beauvoir hakkındaki bu yanlış kanı değişti; eserleri, barındırdıkları özgün düşünce/konseptlerle varoluşçu felsefe kanonuna (veya temel eserler arasına) girdi.
2-Karıştığı skandallar
Beauvoir’ın da Jean-Paul Sartre’ın da, ilişkileri sırasında birçok farklı sevgilileri oldu. Simone de Beauvoir biseksüeldi ve hemcinslerinden de sevgilileri vardı. Öğretmen olarak görev yaptığı Paris’teki Moliere Lisesi’nde, henüz 15-16 yaşında olan kız öğrencisini istismar ettiği, Bianca Bienenfeld hatıratını yayımladığında ortaya çıkacaktı. Beauvoir’ın cinsel istismar konusundaki tartışmalı yaklaşımı 1977 ve 1979’da yayımlanan Fransa’daki “Rıza Yaşı Yasalarına Karşı Dilekçe”lerle devam etti. Cinsel ilişkide rıza yaşının 13’e kadar indirilmesini öneren ve aslında pedofilinin yasallaştırılması talebinde bulunan dilekçelerde dönemin Foucault, Sartre, Deleuze, Barthes, Lyotard ve daha birçok önde gelen doktor, psikolog ve düşünürünün de imzası vardı!
3-‘Feminizmin kahramanı’ yaftasını kabul etmedi
1. dalga feminizm, kadınların oy hakkı, hukuk karşısında eşitlik gibi temel hak ve özgürlüklerini savunurken, Beauvoir’ın öncülerinden olduğu 2. dalga feminizm kadınların aile içinde, işyeri ilişkilerindeki konumlarına, cinsellik konusuna ve fiili eşitsizliklere yoğunlaşıyordu. İkinci Cinsiyet adlı eseri toplumsal cinsiyet konusunu tartışmaya açmış ve büyük yankı uyandırmıştı. Feminist hareketin ve düşüncenin önemli (belki de yaşadığı dönemde en önemli) sesi olduğunu bilmesine rağmen, kendine biçilen “feminist teorinin şöhreti/ünlü ismi” kalıbını röportajlarında da, özel hayatında da hiçbir zaman kabul etmedi. Bir röportajında neden “pozitif kadın kahramanlar” yaratmadığı sorulduğunda, bunun “anlamsız ve problemli” olduğu söyleyecekti. 1974’de Fransız L’Arc dergisinin bir sayısını kendisine ithaf etme önerisini kabul etmedi; bir grup feministin çalışmaları üzerine odaklanılmasını önerdi.
4-Ömrünün büyük bölümünü seyahatlerde geçirdi
Beauvoir, genellikle beraberinde Sartre’ın da olduğu birçok seyahate çıktı. Bunların bir kısmında gittiği yerlerin önemli devlet adamlarıyla görüştü; onlarla röportaj yaptı ve dönemin güncel siyasi konularında aktif rol aldı. Küba Devrimi sonrası Küba’ya gitti; İsrail ile Mısır arasındaki 6 Gün Savaşı patlak vermeden önce iki ülkeye ziyarette bulundu. ABD’ye, Sovyetler Birliği’ne, Çin Halk Cumhuriyeti’ne giderek buralarda görüşmeler yaptı.
Belirli bir amacı olan tüm bu gezilerin haricinde en çok gitmeyi ve yaşamayı sevdiği yer ise Roma’ydı. 1950 ve 1960’larda Sartre’la Roma’ya gelir, yılın 3-4 ayını burada geçirirlerdi. Aynı pansiyon ve otellerde kalır, çokça gelmiş olmalarına rağmen turistik turlara katılırlardı. Roma’daki arkadaşları Carlo Levi, Alberto Moravia ve Renato Guttuso gibi Sol görüşlü İtalyan yazar ve sanatçılardı.