Cumhuriyet döneminin özellikle edebiyat alanındaki ilk ve en büyük kamplaşması 1935’ten itibaren yaşanır. Nâzım Hikmet’in hedefinde, hiç sorgulanamaz denecek bir isim, “vatan şairi” Nâmık Kemal vardır. Sol-Sağ fikir ayrışmasının bugünkü kökleri oluşur ve ünlü yazarlar saf tutmaya başlar. Nâzım Hikmet neredeyse tek başınadır ama, yine de…
Gerek 1908’de 2. Meşrutiyet’in ilanında gerekse 1919’da Kurtuluş Savaşı’nın çetin günlerinde; Nâmık Kemal sevinçte de kederde de Türk milliyetçiliğinin, vatan şairliğinin simge ismiydi. Toplumun önemli bir motivasyon kaynağı, ortak değeriydi. Öyle ki 1930’ların başında Hamdullah Suphi Tanrıöver, Türk Ocağı’na hem Mustafa Kemal’in hem de Nâmık Kemal’in büstlerinin konulacağını söylemişti.
Bununla birlikte Nâmık Kemal’in bu “büstleşmiş” imajı sorgulanamaz değildi. Bu durum, 1935’te 33 yaşında olan Nâzım Hikmet’in bir şiiriyle iyice açığa çıkacaktı (1932’de Kerim Sadi bir öncü olarak “Nâmık Kemal: Tarihin Materiyalist Telâkkisine Göre yahut Tarihî Nâmık Kemal’in Keşfine Doğru İlk Adım” adlı bir broşür yazmış ve şairin “… ferdi mülkiyet prensibiyle Türkiyede, yeni bir sınıf halinde taazuva başlayan (şekillenen) ve tedricen (giderek) kümeleşen burjuvazi”nin sesi olduğunu iddia etmişti).
1935’te Hitler, Yahudiler’in sivil haklarını elinden alan Nürnberg Kanunları’nı gündeme getirmiş; nasyonal sosyalizm Türkiye’de de kendine taraftar bulur olmuştu. Bu iklimde genç Nâzım Hikmet hem Sol kanatta Nâmık Kemal’e karşı bir “vatan şairi” olarak kendi ismini yükseltecek hem de dönemin popüler milliyetçiliğine karşı bir “put yıkma” işine girişecekti.
Türkiye’de 30’lu yılların ortasında Sağ-Sol ayrımları yeniden tarif edilecek; özellikle edebiyatçılar-yazarlar arasındaki kalem kavgaları da yükselecekti. Nâzım Hikmet’in Peyami Safa’yı hedef alan dizeleri de işte böyle ortamda yazılacak ve unutulmaz şiirler arasına girecekti. Cumhuriyetin bu ilk büyük ideolojik kamplaşması, Sağ-Sol mefkuresinin yıllar geçse de değişmeyecek temellerini ve isimlerini oluşturacaktı.
1935
Nâzım Hikmet’ten Peyami Safa’ya: ‘Sen bu kavgada bir nokta bile değil, bir küçük eğri virgül, bir zavallı vesilesin!’
Peyami Safa, 1930’da Sertel’lerin Resimli Ay Yayınları’ndan çıkan 9-uncu Hariciye Koğuşu adlı kitabını Nâzım Hikmet’e ithaf etmişti. Aradan geçen 5 yılda ise Peyami Safa çizgisini değiştirmiş ve gazetelerde Nâzım Hikmet’le polemik yarıştırır hale gelmişti. Orhan Seyfi Orhon ve Yusuf Ziya Ortaç’ın birlikte çıkarmaya başladığı Aydabir dergisinin 1 Eylül 1935 tarihli ilk sayısında yayımlanacak Nâzım Hikmet’in “Bir Provaktör Üstünde Hiciv Denemeleri” şiiri, açıkça Peyami Safa’yı hedef alıyordu. Şiir aslında Temmuz’da kaleme alınmış, Nâzım kimi dostlarına şiirden bahsetmiş olacak ki dizelerin uğultusu yayımlandığı günden önce dillerde dolaşmaya başlamıştır.
Şiirin girişinde T. F. imzasıyla Tevfik Fikret’in “Kız Kardeşim İçin” şiirinin bir dizesine ithaf vardır: “Sen ölmedin, seni öldürdüler zavallı kadın”. Nâzım Hikmet, Tevfik Fikret’in bu dizelerinden hem ses ve kurgu için ilham alır hem de onun şahsına ve kalemine özellikle bu şiirle bir selam gönderir. Nâzım, Peyami Safa için; “Sen bu kavgada / bir nokta bile değil, / bir küçük, eğri virgül, / bir zavallı vesilesin!..”… diyecektir.
Nâzım Hikmet, Nâmık Kemal’e karşı “takma aslan yeleli” yakıştırmasıyla şiirin devamında şu satırları yazar: “Bir düşün oğlum, / bir düşün, ey, göbekli patron veletlerinin / “Doğru yol” göstericisi… / Bir düşün ey yetimi Safa, / bir düşün ve hatırla ki, son defa: / O, takma aslan yeleli / Nâmık Kemal üstadın senin; / abanoz ellerinden / zenci kölesinin / som altın taslarla şarap içerek / ve “didarı hürriyet”in dizinde / kendi kendinden geçerek: / “Yüksel ki yerin / bu yer değildir, / dünyaya geliş / hüner değildir!” / demiş… /. Şiirin son dizesinde de yine Nâmık Kemal’in “Vatan yahut Silistre” piyesine gönderme yapılır: “Karabet ustanın uduna benzemez suratı. / O, ne şapırtılarla çiğnenen bir sakız, / ne ‘Vatan-Silistre’de Abdullah çavuşun tiradı, / ne de ‘Bir akşamdı’ da müteverrim bir bayan ilacıdır. / O, şahlanmış bir kavga atı / kalın kabzalı bir savaş kılıcıdır. / Bu ata atlıyacak yürek / ve bu kabzaya bilek / gerek…”.
Peyami Safa ise “Cingöz Recai’den Nâzım Hikmet’e” başlığıyla, Hafta dergisinin 23 Eylül 1935 tarihli sayısındaki cevabında şu dizeleri yazacaktır: “Bre toprak altında yatan / büyük Türk ölülerine çatan / bre tümen tümen kıtır bom / bre tümen tümen palavra / bre işçiye yalan / ölüye iftira atan / sağı sola katan / bre kaltaban / bre Türk düşmanı, bre vatan / haini şarlatan!”.
1935 VE 1943
Nihal Atsız’dan Nâzım Hikmet’e: ‘Bizim ırkçılığımız bütün milletlere karşı. Komünist Don Kişot’u Nâzım Hikmetof’
Nâzım’ın Nâmık Kemal’e “takma aslan yeleli” göndermesi yaptığı ve adeta milliyetçi cepheye karşı kılıçları çektiği şiiri büyük yankı uyandırır. Hüseyin Nihal Atsız, şiirin yayınlanmasından hemen sonra, kapağında aylı kurt simgesi olan Komünist Don Kişotu Proleter – Burjuva Nâzım Hikmetof Yoldaşa adlı kitabını yayınlar. “Hikmetof”, Nâzım Hikmet’in Polonyalı dedesine ve onun Yahudiliğine, tam da Nazizmin iktidardan savaşa doğru yürüdüğü bir dönemde Türkçü bir kalemden yapılan bilinçli göndermelerdir (Atsız bu ırkçı söylemleriyle ilgili 1943’te yayımlanacak En Sinsi Tehlike kitabında, “Anası veya babası Çek, Lehli gibi Alman düşmanı milletlerden olan fertleri Almanlar yabancı saymıyorlar. Bizim ırkçılığımız ise bütün milletlere karşıdır… Harp Okulu öğrencilerini zehirlemek isteyen Nâzım Hikmetof yoldaş Polonyalı olduğu için ırkçıyız” diye yazacaktır).
Atsız’ın 1935’te yayınlanan ve Nâzım Hikmet’i hedef alan, “Son zamanlarda da İstanbul’da bir komünist Don Kişot’u türedi” satırlarıyla başlayan 12 sayfalık kitapçığı da dolaysız olarak Nâzım Hikmet’e saldırıdır:
“Nazım Hikmetof yoldaş bu münakaşayı Türk milliyetperverliği üzerinde tepinmeğe yeltenmek için vesile yaptı ve Türkiye’nin en büyük adamlarından biri olan Nâmık Kemal’i aslan postu giymiş olmakla itham etti. Öyle sanıyorum ki, aslan postu giymiş olmakla kastettiği mana eşekliktir. Bu aslan postu giyen ve kendisini aslan diye satan eşeğin hikayesine telmihen yapılmış, komünistlere yaraşır şekilde bayağı, Don Kişotça bir teşbihtir. Bir kere Nâmık Kemal aslan postu giymiş değildir. Nâmık Kemal aslanın ta kendisidir. Evet, Nâmık Kemal aslandı, sırtlan değil. Çünkü mezarlarda yatan aslanlara değil, kanlı cellat gibi tepemizde yaşıyan kızıl sultanlara saldırıyor, ağız dolusu küfrü onların suratına haykırıyordu”.
1935
‘Bu biricik kominist şair kafasından zoru olan bir hastadır’
Millî Türk Talebe Birliği’nin başkanlarından Rüknettin Fethi de, 1935’te yazdığı Nâzım Hikmet’in Saldırışı Ve Eski Yeni Üzerinde Bir Konuşma kitabında, Nâzım’ın Nâmık Kemal yaklaşımına tepki gösterir. Fethi yazısına “Hepimizin tanıdığı biricik (!) kominist şair Nâzım Hikmet evvela bir aylık mecmuada basdığı ve sonrada portreler adlı kitabına eklediği bir yazı ile Peyami’nin portresini çizerken arada ulus büyüğü Nâmık Kemal’e tasalluta yeltenmiş” diye başlar. 16 sayfalık kitapçığın genelinde Nâzım Hikmet’in “hasta” olduğunu iddia eder: “Nâzım Hikmet geçmişdeki ve son yaptığı saldırışı ile ispat etmiştir ki kafasından zoru olan ve zaman zaman nöbet geçiren bir hastadır”.
1936
Kemal Tahir’in ilk kitabı Nâmık Kemal tartışması üzerine: ‘Nâmık Kemal lasınıfî (sınıfsız) bir hürriyetperver miydi?’
Nâzım Hikmet’in Nâmık Kemal dizelerinin yankısı durmadan büyürken, bir tarafta da edebiyat dünyasında saflar şekillenmektedir. Kemal Tahir, 1936’da o zamana dek türüne pek az rastlanan, aynı zamanda kendisinin de ilk eseri olacak, 32 sayfalık bir anket kitabı yayımlar. Anket kitabının konusu Nâmık Kemal’dir: Nâmık Kemal İçin Diyorlar ki
Kitapta Kemal Tahir şu isimlere sorularını yöneltir: Falih Rıfkı, Va-Nu, Hüseyin Cahid, Peyami Safa, Ercüment Ekrem, Sadettin Nüzhet, Kerim Sadi, Dr. Fuad Sabit, Nâzım Hikmet, Hüseyin Avni ve Suad Derviş. Kemal Tahir yazarlara şu soruları sormuştur. “1. Nâmık Kemal’in sosyal kanaatleri nelerdir? 2. Nâmık Kemal’in istediği liberalizm ile bugünkü demokrasi ve liberalizm arasındaki farklar. 3. Nâmık Kemal’in din, milliyet ve vatan telâkkisi. 4. Nâmık Kemal neden laik değildi? 5. Edebiyatımızdaki tesirleri ve gazeteciliği. 6. Nâmık Kemal’in istibdatla yaptığı mücadele bir inkılâpçı karakter taşır mı? 7. Bugünkü gençlik Nâmık Kemal’i neden ideal bir kahraman saymak istiyor?”
Kitap, Nâmık Kemal ve milliyetçilik tartışmasını daha da büyütecektir.
Kemal Tahir, kitabında yer alacak soruları sormak üzere Nâzım Hikmet’in evine gider. Sonrasında şöyle yazacaktır: “Hazırladığım kağıdı önüne sürdüm. Okudu. Sonra kütüphanesinden bir kaç kitap çıkardı. Baktım. Nâmık Kemal külliyatı. Bir taraftan sahifeleri çevirirken bir taraftan başladı: ‘Nâmık Kemal’i bize, tarihi ve sınıfi şartlarının dışında, mutlak, lasınıfî bir hürriyetperver ve lasınıfî bir halkçı olarak göstermek istiyorlar. Muayyen bir sınıflı cemiyetin, muayyen tarihi bir inkişaf merhalesinin verimi olan Nâmık Kemal, denildiği gibi lasınıfî hürriyetperver ve lasınıfî bir ‘halkçı’mıydı? Ve esasen buna imkan var mıydı?”
Nâzım’ın anketin sonunda söyledikleri yine çok tartışılacaktır: “Evet, Nâmık Kemal o kölenin elinde şarap içerek bu ‘didarı hürriyetin’ dizinde kendi kendinden geçerek, fırkayı mümtazeye ‘Yüksel ki yerin bu yer değildir / dünyaya geliş hüner değildir…’ demişti”.
Kitapta görüşlerine yer verilen Suat Derviş’in cevapları da bu anket kitabına gelecek tepkileri büyütecektir: “Eğer üniversite gençliğine bir vatanperverlik modeli gösterilmek isteniyorsa bu model neden Nâmık Kemal’in şahsından oldukça uzak bir mazide, bir imparatorluk tarihinde aranıyor? Türkün yakın tarihinde şüphesiz ki Nâmık Kemal’le mukayese edilmeyecek kadar büyük vatanperverler vardır; eğer muhakkak bir model lazımsa bunlar gösterilebilirdi”.
1936
‘Gençlik, yabancı emeller taşıyan bir cereyana asla müsamaha edemez’
Giderek büyüyen tartışma ortamında, Millî Türk Talebe Birliği de o dönem milliyetçiliğin kurumsal bir safı olarak devreye girer. 1936’da 54 sayfalık Nâmık Kemal kitabını çıkarır. Kitapta Nâmık Kemal hakkında övgü dolu yazılarıyla şu isimlere yer verilir: Abdülhak Hamit, Abdülbaki Gölpınarlı, Nihat Sami, Hamdullah Suphi, Dr. Cezmi, Hüseyin Cahit, İsmail Habip, Agah Sırrı, Nihal Atsız ve İbrahim Necmi.
Girişteki “Niçin Çıkarıyoruz?” başlıklı önsözde, kitabın çıkış amacı 3 maddede ifade edilir: “1. Gençlik Nâmık Kemal’i seviyor. 2. Gençlik Nâmık Kemal perdesi altında Türk milliyetçiliğine hücumu gaye edinen ve yabancı emeller taşıyan bir cereyana asla müsamaha edemez. 3. Gençlik isnat kabul etmez”.
1936
İt Ürür Kervan Yürür: ‘Bu bir ateşli türküdür, inandığı için döğüşenin dilinde dolaşır, durur’
Bütün tartışmaların ortasında Nâzım Hikmet, gazete makalelerinde kullandığı “Orhan Selim” mahlasıyla 1936’da 47 sayfalık bir kitap çıkarır: İt Ürür Kervan Yürür
Nâzım Hikmet’in hedef gösterildiği o yıl, onun kitabını basma cesareti gösteren yayıncı A. Cevad kitabın girişinde şunları yazar: “Nâzım Hikmet ‘Orhan Selim’ imzasını kullanmaya başladığı günden beri bazı kimseler şöyle bir teraneye başladılar: ‘Nâzım inandığı büyük gayeden adım adım gerilemektedir. Nâzım burjuva oldu’. Herkesin dilinin kahyası değilim amma, varlığını insanın kurtuluşunu isteyen bir gaye için harcayan adama iftira edilmesine de hiç tahammül edemem”.
Nâzım Hikmet, kitabının ismini seçiş nedenini şöyle anlatır: “Büyüdükten sonra bu sözün içimde doğurduğu saygılı korku, bir çok korkular gibi silindi. Bu sözü en kara günlerimde bir ışık kaynağı gibi doldurduğum oldu gözlerime. ‘İt Ürür Kervan Yürür’. Bu bir ateşli türküdür ki, her inanan, her inandığı için döğüşen adamın dilinde dolaşır durur. Her devrimin ilk bağırtıları kavgaya atılırken bu sözü haykırmışlardır”.
Haber gazetesinin 30 Aralık 1936 tarihli nüshasında şu başlıklı bir haber vardır: “Komünistlikten nezaret altına alınanlar”. Şair, komünist propaganda yapmaktan, Nurkalem fabrikası işçileriyle nezarettedir. “Komünistliğe tahrik amacına yönelik gizli bir cemiyetin başkanlığını yaptığı” iddia edilen Nâzım,1937’nin ilk birkaç ayını cezaevinde geçirir (7 Ocak 1938’de ise Harp Okulu öğrencilerini isyana teşvik etmekten tutuklanacak ve 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılacaktır).
Yaklaşık 10 yıl sonra, 2. Dünya Savaşı’nın ertesinde, 13 Kasım 1946 tarihli Ses gazetesinin ilk sayfasında Nâzım Hikmet’in “Kuvayi Milliye Destanı”ndan bir şiir, çok nadir görülebilecek şekilde onun ismi açıkça yazılarak basılır. Mustafa Kemal’in at üstünde bir vinyetle resmedildiği kapakta, şairin meşhur şiiri vardır. Sol kesim, “vatan şairi”ni onun dizeleriyle selamlar.